Ümit Özdağ, Özcan Yeniçeri ve Sinan Ogan

Bu üç değerli hocamızı da şahsen tanımıyorum. Bir yerde karşılaşmış veya konuşmuş değilim. Karşılaşma ihtimalimiz de fazla yok çünkü yurt dışında yaşıyorum ve siyasetle uğraşmıyorum. Bu üç değerli şahsı da çoğu insan gibi ekranlardan, yazılarından ve kitaplarından tanıyorum ama bu yazıda bu değerli büyüklerimiz hakkındaki öznel/taraflı/subjektif ve şahsi düşüncelerimi paylaşacağım. Dediğim gibi bu konudaki düşüncelerim şahsi ve öznel. Tamamiyle yanlış da olabilir ama zihnimdeki düşünceler bunlar.
  Üniversite çağlarımda Muzaffer Özdağ benim için işini ciddiye almanın simgesiydi. Hayır, şahsen tanımıyordum ama nerede bir yazısı, nerede bir röportajı çıksa büyük bir heyecanla okurdum çünkü jeopolitik konusunda bir tek Muzaffer Özdağ’ı bilirdim. Yazılarındaki ele aldığı konuya hakimiyeti bende işini ciddiye alan bir insan portresi oluşturmuştu. Hatta jeopolitik kelimesini yanlış hatırlamıyorsam ilk Muzaffer Özdağ hocamızın bir röportajında veya yazısında görmüştüm ve çok ilgimi çekmişti ama bu konuda bilgi bulmak çok zordu. İnternet daha yeni doğmuştu ve internet kafeleri devri başlamamıştı. Yoğun araştırmalarıma rağmen Muzaffer Özdağ isminden başka bu konuda çalışan sadece Suat İlhan ismini bulmuştum o kadar. Daha sonraki yıllarda ASAM adını duydum. Türkiye’nin ilk think-tankıydı ve kurucusu Muzaffer Özdağ hocamızın oğlu Ümit Özdağ’dı. Bunu öğrendiğimde nasıl heyecanlandığımı hala bugünmüş gibi hatırlıyorum. Heyecanlanmıştım çünkü ilk think-tank kavramıyla lise yıllarımda Akbaba’nın Üç Günü (Three Days of the Condor) adlı filmde karşılaşmıştım (Filmi o kadar beğenmiştim ki daha sonra serinin diğer kitabını da okumuş, kitabın yazarı James Grady ile internet ortamında yazışmıştım. Bu filmle ilgilenenler için not: Kitabın orjinal ismi Six Days of the Condor, yani Akbabanın Altı Günü, “üç günü” değil). Yapı inanılmaz gelmişti bana o ergenlik yıllarımda. Ne güzel sadece kitap okuyarak para kazan! Oooo köşeyi dönerim kısa zamanda diyordum. Tek problem böyle bir yapının Türkiye’de olmamasıydı. O nedenle ASAM’ı ilk duyduğumda bu lise yıllarındaki komik hayallerim aklıma gelmişti ama hala Ümit Özdağ hakkında fazla şey bilmiyordum.
  Milliyetçi camiada aslında şahsen olmasa da “altı dereceli ayrılık” (Six Degrees of Seperation) kuralı gibi herkesin birbirini, tanıdığımın tanıdığı şeklinde tanıyor olması nedeniyle Ümit Özdağ hocamız hakkında bir takım şeyler duymaya başlamıştım. ASAM’da çalışan arkadaşlarım vardı ve Ümit Özdağ hocadan illallah diyorlardı. Dediklerine göre çok disiplinliydi. Mükemmeliyetçiydi. Yaptığınız işte, hazırladığınız raporda en ufak bir çelişki veya önemsiz bir pürüzü görse bile kaçacak delik arayacaktınız. Arkadaşlar böyle korkutucu bir tablo çizmişlerdi ama ben bunu duyduğuma şaşırmamıştım. Dediğim gibi Muzaffer Özdağ benim için işini ciddiye almanın simgesiydi ve Ümit Özdağ da onun oğluydu. Ayrıca, Türkiye’nin ilk think-tankını kuran insanın disiplinli ve mükemmelliyetçi olmaması düşünülemezdi.
   Daha sonraki yıllarda, televizyonlardan hocamızı izlemeye başladığımda ilk dikkatimi çeken şey bu işini ciddiye alan ciddi bir bilim adamı tavrı olmuştu. İkinci dikkatimi çeken şey ise tutarlılık hassasiyetiydi. Tutarlı olma konusunda çok hassastı ve çelişkiye düşmekten çok çekiniyordu. Bu hassasiyet fikirlerini zincir halkaları gibi birbirine bağlıyordu ve daha sonra bu zinciri koparmak imkansızlaşıyordu çünkü bir önceki fikir bir sonraki fikrin alt yapısını oluşturuyordu. Bu stratejik uslup haliyle mantık örgüsünde en ufak bir çentiğe geçit vermiyordu ve karşısındakiler devamlı eziliyorlardı. Üçüncü dikkatimi çeken nokta ise hocamızın biraz aristokrat kokan üslubuydu. Tam bir beyefendi gibi konuşuyordu ve sergilediği bu biraz aristokrat kokan tavır şahsen benim hoşuma gitse de karşıtlarının eline koz veriyordu çünkü onlara göre bu üslup “ulusalcı” üslubuydu. İşin komik tarafı Ümit Özdağ’ın yazdıkları, çizdikleri ortadaydı. Geçmişi, ailesi ortadaydı. Bu tür saldırılar herhalde saldırıların ciddiyetinden dolayı değil, “hafifliğinden” dolayı hocamızı rahatsız ediyordı. Diğer dikkatimi çeken noktalar ise hocamızın keskin zekasıydı. Bence kıvrak zeka tutarlı olmak zorunda değildir ama keskin zeka tutarlı olma zorundadır. Fikri örgünüz içinde çelişkiye ve fikri yozlaşmaya düşmeden karşınızdakini cevabınızla susturabilmek keskin zeka gerektirir. Diğer dikkat çekici bir nokta da hocamızın etrafına yaydığı savaşçı/mücadeleci asla geri adım atmaz karakteriydi. Her ne kadar bunlar benim subjektif yorumlarım olsa da bu son özelliği bir çok kişiden duymuşumdur. Bu açıdan tam bir MHP’li karakterine sahipti hocamız.
  Gelelim Özcan Yeniçeri hocamıza. Özcan hocamızı, Ümit hocadan çok daha önceleri okumaya başlamıştım. Adana’nın önemli entelektüellerinden olan arkadaşım Selçuk Ulusçutürk üniversite yıllarımızda devamlı Özcan Yeniçeri’yi okurdu ve onun zoruyla ben de okumaya başlamıştım. Ne yalan söyleyeyim kitabı bitirememiştim. Nedenini bilmiyorum ama Özcan hocayı ilk okuma girişimim başarısızlıkla sonuçlanınca ilerliyen yıllarda da bu ilk başarısızlığın anısıyla yazılarını pek okumuyordum. Son 3-4 senedir bilmiyorum neden, Özcan hocanın bir yazısını okudum ve ondan sonra yazılarını kaçırmamaya çalıştım. Okudukça kendime kızıyor daha once ben niye okuyamadım, okumadım diye hayıflanıyordum. Her yazı artık kaçırdığım diğer yazıları hatırlattığı için artık hocanın yazılarını topladığı kitaplarını okuyarak aradaki açığı kapatma kararı aldım.
  Hocanın ekranlardaki performansı ise, tıpkı Ümit Özdağ hocamızın ve Sinan Oğan beyin performansları gibi ayrı bir yazı konusu olacak kadar önemli. Ekranlardaki Özcan hocanın ilk dikkatimi çeken özelliği heyecanıydı. Bu heyecan, 58 yaşında olmasına rağmen, ancak iki şeyin göstergesi olabilirdi: Amatör bir ruh ve samimiyet. Derin entelektüel birikimine, enerjik belagatine, kelimeleri kullanıştaki ustalığına ve güçlü adalet duygusuna rağmen, bozulmayan amatör bir ruh ve samimiyet. Hayır, 58 yaşı ilermiş bir yaş saymıyorum. Dikkat çekmek istediğim nokta, milliyetçi camiada bu yaşların bir kısım “ülkücü”de sinizm üretmesi. “Ülkü” uğruna gençliğinin kurban edildiği hissinin bu yaşlarda bir kısım ülkücüde ölümcül bir sinizme çevirmesi. “Eski ülkücüler” olayı bunun kanıtıdır. Bu nedenle Özcan hocanın amatör ruhunu ve samimiyetinin göstergesi olan heyecanı, enerjisi, inşallah mecliste “sinik ülkücü” daha doğrusu “eski ülkücü” hastalığının panzehiri olacaktır.
  Özcan hocada ikinci dikkatimi çeken nokta, muhakemelerindeki dürüstlük, yani güçlü adalet duygusu. Enerjik bir milliyetçi olmasına rağmen, daima -bazen beni de sinir edecek kadar- karşı tarafın hakkını vermesi ancak entelektüel dürüstlükle açıklanabilir. Ünlü yazar Scott Fitzgerald “aynı anda iki karşıt fikri zihinde tutabilmek güçlü bir zihnin göstergesidir” der. Yani, düşmanınızın kötü özelliklerinin yanısıra aynı anda iyi özelliklerini de aklınıza getirip ona göre hüküm verebiliyorsanız zihniniz birinci kalitedir diyor Fitzgerald. Batı felsefesinde kabul görmüş bir sözdür. Ünlü filozof Alain de bilgeliğin bu özellikle gerçekleştiğini söyler. Özcan hocada işte bu entelektüel dürüstlük çok bariz. Üçüncü dikkatimi çeken nokta ise, hocanın yeni fikirlere, teorilere olan hakimiyeti. Bu da ancak literature, bilimsel yayınları aksatmadan takip etmesi ve hepsinden önemlisi sivri bir teceddüd, merak sahibi olması ile açıklanabilir. Dördüncü olarak da Türkçe kelimeleri kullanıştaki çeşitliliği ve nokta atışı. Mark Twain, yazıda ve konuşmada doğru kelimeleri kullanma konusunda şöyle der: “Doğru kelime ve hemen hemen doğru kelime arasındaki fark çok büyüktür. Tıpkı şimşek ve ateş böceği ışığının arasındaki fark gibi…” Keşke ben de dahil olmak üzere herkes Özcan hoca gibi Türkçeye önem verebilse…
  Yazı uzadı ve ben daha Sinan beye gelemedim. Sinan bey akademisyen değil bildiğim kadarıyla ama doktora sahibi olduğu için o da hocamızdır. Uzun yıllardır yurt dışında yaşadığım için Sinan beyi son bir iki senedir televizyonlardan seyrediyorum. Açıkçası daha önceleri ismini duymamıştım. Bu tamamiyle benim kabahatim çünkü Sinan hoca benim hemşehrim. Iğdır’lı. Gerçi ben küçükken Iğdır’dan çıktım ama akrabalarım hala orada ve irtibatımı koparmış değilim. Dolayısıyla, Sinan beyi son bir iki seneye kadar duymamam tamamiyle benim suçum. Hemşehriliği de bırakın, böylesine birikim sahibi bir stratejisti, stratejiye çok ilgi duyan birisi olarak duymamam ancak Simyacı hikayesiyle açıklanabilir. Hani, hazine bulmak için dünyayı dolaşan ama dünyayı dolaşıp geldikten sonra hazineyi terkettiği evinin bahçesinde bulan şaşkının hikayesi…
  Uzatmayayım, Sinan Oğan’da en çok ilgimi çeken nokta, üslubundaki ağırlık, sükunet ve serinkanlılık. Karşısındakinin hakarete ve tehdite varan saldırılarına rağmen, sukunetini bozmaması ve aklıyla ve birikimiyle bu saldırıları usta manevralarla alt etmesi. Uslubundaki, kelime seçişindeki bu ağırlık, bu sükunet ve bu serinkanlılık bence Sinan Oğan’daki devlet adamı kumaşını gösteriyor. Politikacı olmak ve devlet adamı olmak çok ayrı şeylerdir. Devlet adamı derken bürokrat olmayı da kastetmiyorum. Politikacı günü kurtarmaya çalışırken, devlet adamı önümüzdeki 10-20 yılın hesabını yapar. Politikacı küçük hedefler için büyük hedefleri satarken, devlet adamı büyük hedefler için küçük hedefleri feda edebilir. Politikacı öfke ve hakaret şehvetine kapılırken, devlet adamı hiçbir “şehvete” kapılmaz çünkü zihinsel ve duygusal oto kontrol sahibidir. Nefsine hakimdir. Onun için öncelik, milletinin ve devletinin yüksek çıkarlarıdır. İşte Sinan Oğan’da bu özellik çok güçlü. Bilmiyorum belki yanılıyorumdur ama ileride, gelecekte Sinan Oğan’ı Türkiye’nin gurur duyacağı başarılı bir devlet adamı olarak göreceğimize inanıyorum.
  İkinci dikkatimi çeken nokta ise, ele aldığı konuya çok değişik bakış açılarından yaklaşabilmesi. Dolayısıyla, savaş sanatındaki “sürpriz” faktörünü tartışmalarda başarıyla uygulayabiliyor. Vereceği cevap beklendik cevap olmayabiliyor ve bu durum, sakin üslubuyla birleşince karşısındakinin dengesini bozabiliyor. Bu özellik ve yukarıdaki özelliği yanyana getirdiğimizde Sinan Oğan’ın başarılı bir müzakereci potansiyeli taşıdığı da ortaya çıkıyor. Sükunetini koruyarak olaya çok farklı bir yerden bakabilmek en önemli müzakere tekniklerindendir.
  Yazı uzadı bitireyim. Bu üç isim de ekranlardaki gururumuzdur. MHP yönetiminin bu değerli hocaları aday göstermesi en azından benim için büyük bir mutluluk oldu. MHP yönetimine teşekkür ediyorum.
  Üç hocamıza da önümüzdeki seçimlerde başarılar diliyorum.
 
 

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!