Yaklaşık üç aydır, Türk milliyetçiliği davasına gönül veren kalemler; İskender Öksüz ve İkbal Vurucu öncülüğünde, Ülkücü Hareketin içinde bulunduğu hâlin tahlilini yapmaktalar. 20’li yaşlardan 60’lı yaşlara kadar birçok kalem, Türk milliyetçilerini içinde bulunduğu bu ‘fetret devrinden’ kurtarmak için gayret sarf ediyor.
Aylardır devam eden bu durumu büyük bir keyifle takip ettiğimi belirtmek isterim.
İskender Öksüz Hocamız son yazısında, yeterli tahlilin yapıldığından hareketle “Ne yapmalı?” sorusuna cevap aranmaya başlanmasını belirtiyor.
Haddim olmayarak, bu konuda bir şeyler söyleme ihtiyacı hissediyorum.
Bugün eğer Türk milliyetçileri olarak, dirilişin nasıl mümkün olacağı konusunda istişareler yapıyorsak; öncelikle bir Türk milliyetçisi kurumun varlığını kabul etmeli ve bu kurumun büyümesi için neler yapılabilir, düşünmeliyiz.
Ben 1980 öncesinde olduğu gibi bugün de Türk milliyetçilerini bir araya getirecek kurumun Ülkü Ocakları olacağını düşünüyorum.
Bugün 1980 öncesi aktif mücadelede bulunan büyüklerimizin, Ülkü Ocakları’nı bir gençlik kulübü olarak görüp Ocaklardan çekilmesini doğru bulmuyorum. 1980 öncesi Türk milliyetçileri veya Ülkücüler dediğimiz kitlenin büyük çoğunluğunun gençlerden oluştuğu, zannediyorum bir noktada gözden kaçırılıyor. 1980 sonrası hayata atılmış, evlenmiş; iş kurmuş ve nihayetinde bugün emekliliklerini yaşayan büyüklerimiz, bu yaştan sonra mücadelenin MHP çatısı altında yapılmasını daha doğru buluyorlar izlenimi oluşuyor tarafımda.
Ve Ülkücülük-MHP çatışması başlıyor… Milliyetçi Hareket Partisi’nin siyaset yaparken Ülkücü dinamikleri tamamıyla kucaklayamaması neticesinde kırgınlıklar oluşabiliyor. Mevcut MHP yönetimi ve “Nasıl bir MHP?” sorusu belki daha sonra tartışılır.
Ben, Türk milliyetçilerinin yeniden güçlenmesinde Ülkü Ocakları’nın konumu hakkında bir şeyler söylemek istiyorum.
Bugün 1980 öncesini yaşamış, görmüş büyüklerimizin gözden kaçırdığı bir nokta Ülkü Ocakları’nın bugün fikirden yoksun bir hale gelmesidir. Ocaklı gençler, seçimlerde MHP adaylarının broşürlerini dağıtmak için varolmamalıdırlar. Ocaklarda düzenli olarak seminer verilmelidir. İzmir’deki Ocakta ne tartışılıyorsa, Trabzon’daki Ocakta da aynı konuda toplantılar yapılıp, önce bir fikir birliği sağlanmalıdır. Bu, akrabaları vasıtasıyla veya başka bir şekilde Ülkücü Harekete gönül vermiş gençleri belli bir düzene sokacaktır.
Pekiyi yeni Ülkücüler nasıl kazanılacaktır?
Ülkü Ocakları bünyesinde bir medya dairesi oluşturulmalı ve görsel olarak zengin bir içerik sunulmalıdır. Birçok konuda Ülkü Ocakları imzalı belgeseller yapılmalıdır. Bunu sıkıcı bir formatta değil, mesela Banu Avar’ın yaptığı şekliyle kitleleri etkileyebilecek bir tutumla gerçekleştirmelidirler. Türk insanı Dünya’da TV bağımlılığında ikinci sıradaysa eğer, Ülkü Ocakları da görselliği ön planda tutarak milli yapımlar ortaya koymalıdır. Milliyetçi medyamız neden yok diyerek şu anda birbirimizi tenkit etmenin bir faydası olacağını düşünmüyorum.
Kaba bir hesap yapalım: Ülkü Ocakları bugün üyelik sistemi getirmiş olsa ve her üyesinden aylık cüzî bir miktar para alsa. Yalnızca gençler değil 45 yaş üstü Ülkücü ruhu hâlâ diri olanlarla beraber 100.000 üyeden aylık 2 TL alsa 200.000 TL yapar. Bu, esnaf ve işadamlarımızın katkısı olmadan önceki hali… Aylık böyle bir geliri olan kurum her türlü medya yapımını gerçekleştiremez mi?…
Öte yandan yalnızca görsel olarak değil, yazılı olarak da daha aktif hâle getirilmeli. Bugün 1980 öncesi yayınlanan Ülkücü mizah yayıncılığı maalesef yok. Günümüzde mizah adı altında gayriahlaki yayınların olduğu bir ortamda, Ülkücü bir mizah dergisi çıkarabilirsek; bir sürü gence ulaşırız.
Mizah dergisi sadece bir örnek. Bir çocuk dergisi, bir gençlik dergisi; bayanlar masası için bir dergi yayınlansa ve bu dergilerin tirajları onbinleri bulsa?.. Bunlar olamayacak şeyler mi?
Bugün çok kızdığımız cemaat(ler) tam olarak bunu yapıyor…
Çağımız teknoloji çağı. Eğer bir TV kanalımız yoksa, Ülkü Ocakları Medya Dairesi’nin yaptığı yayınlar her şehirdeki Ocaklara gönderilir ve orada projeksiyonla veya televizyonlarla insanlara izletilir. Böyle bir aktif propaganda faaliyetinden sonra mevcut gelişmelere göre yürüyüşler düzenlenir ve Ülkü Ocakları, dolayısıyla Ülkücü Hareket tekrardan aksiyoner bir şekle sokulabilir.
Fikrimizi güçlendirmeliyiz diyoruz. Bugün Ülkücünün okuması gereken kitaplara baktığımızda hep 1980 öncesi yayınlanan kitapların yeni basımlarıyla karşılaşıyoruz… Ve bu kitapların birçoğunda o zamanın tehlikesi olduğu için sosyalizm, Marksizm fikirlerini çürütme tezleri işleniyor.
Artık S.S.C.B. dağıldığına ve sosyalizm tehlike olmaktan çıktığına göre yeni düşmanlarımıza yönelik kitaplarımız, yayınlarımız olmalıdır. Yeni düşman Amerikan Emperyalizmi ise bu konuda yayınlar olmalı, Avrupa Birliği baskılarıysa bu konuda olmalı; Çin’in Doğu Türkistan’a zulmü ise bu konuda olmalı. Çıkaracağımız haftalık dergiler o haftanın siyasi gelişmelerini Türk Milliyetçisi bakış açısıyla ele almalı, televizyonlardaki dejenerasyona karşı medya dairesi şuurlu yayınlar ortaya koymalıdır.
Bir hareketin fikrî altyapısı yoksa, tükenmeye mahkumdur. Bize şehit cenazeleri gelince elini kurt yaparak bağıran "tepki ülkücüsü" değil, okuyan ve yorumlayan ülkücü lazımdır. Hele ki 21. yüzyılda medyanın ağır dezenformasyonuna karşı, donanımlı bir Ülkücü; altından değerlidir. Bu profil, güçlü bir Ülkü Ocakları sayesinde olacaktır.
Bu söylediklerim hayal değildir.
Şuurlu idarecilerin olduğu her kurum yükselir. 1980 öncesi, kayıtlı 750 bin üyesi olan Ülkü Ocakları; iyi bir yönetimle beraber tekrardan mazisindeki gibi güçlü bir çerçeveye kavuşur.
Yeter ki inanalım…