Daha önce “ülkücülük, ülkücüler, Türk milliyetçili” gibi fikri temellerimiz üzerine pek çok inceleme, irdeleme ve değerlendirmeler yaptık, yapıldı ve yapılıyor. Ancak bu çalışmalar genelde birikimlerin şahsi kanaatlerle birleştirilmesi şeklinde yansıdı. Şüphesiz her çalışma fikir dünyamıza değişik boyutlarda katkı da sağladı.
Yapılan değerlendirmelere katılmaktan ziyade algıların göz önüne serilmesi açısından oldukça da verimli mülahazalara şahit olduk.
Hareketin “Ülkücü Aydın” kavramı üzerine detaylı bir araştırması çok gündem teşkil etmedi. Bu konuya, bir ön söz oluşturması babından kanaatlerimizi paylaşmak istiyorum.
Bizde “aydın” kavramı yıllarca olumsuz bir anlamı çağrıştırmıştır. Bu çağrışımın temel sebebinin aydın olarak nitelendirilen güruhun topluma bakışından kaynaklandığını söylersek pek de yanlış olmaz.
Erol Güngör’e göre, Tanzimat’tan başlayıp cumhuriyetin ilk yıllarında Avrupalı olma sevdasına tutulan münevverlerin kimliğimizden kopuk tutumları; Nurettin Topçu’ya göre yine Tanzimat’tan günümüze “millet hayatımızdaki gevşeyiş ve bugünkü perişanlığımızın sebebi” olarak aydın geçinenlerin yaklaşımları gösterilmesi örnek olarak verilebilir.
Rahmetli Alparslan Türkeş’in de “Anadolu’nun dağlarında, ovalarında bir Eyüp peygamber sabrı ile dolaşan, çalışan, kahırkeş, çilekeş” söylemi ile dillendirdiği Anadolu insanını anlamayanların onu yönetemeyeceğini ifade etmiş olması ve nihayet Özcan Yeniçeri’nin “hasarlı aydın” nitelemesi ile izah etti aydın tiplemesi bu söylemin bizdeki algısını ifade ettiği manayı anlatmak için yeterli olsa gerek.
Gelelim “ülkücü aydın” kavramına…
Belki de 12 Eylül’den önce bu kavramı tartışmaya açacak olsak onlarca ismi tanımımızın içine örnek olarak koyabilirdik. Ancak bugün durum hiç de böyle değil. Buradaki en büyük sıkıntı; yazan, çizen, düşünen arkadaşlarımızın kendilerini siyasi anlayışımızın beklentileri yada karşıtlığı şeklinde konumlandırmasında yattığını söylemek hiç de yanlış olmaz.
Bir fikir erbabımızın yazdığı yazı veya incelemesinin ardından “Acaba şu ne der, öbürü nasıl değerlendir?” gibi endişeler duyması, fikri gelişmişliğimize vurulabilecek en büyük darbedir diye düşünüyorum.
Siyasi konuları değerlendirmek elbette bir aydın duruşudur. Ancak kişiye göre tutum geliştirmek, istenileni yazmak veya kulağa hoş gelecek terimleri seçme gayretinde olmak “beklentili bir aydın tiplemesi” doğurur.
Buradan asla siyasi iradenin görüşlerine itiraz etmek veya karşısına konuşlanmak anlamı çıkmaz. Söylemek istediğimiz, Rahmetli Dündar Taşer’in, anayasa talebinde bulunulan profesörün “Nasıl bir anayasa istediğinizi söyleyin ona göre yazalım” demesine verdiği tepki gibi birileri istediği için övmek ve birileri istemediği için yermek değil de hareketin ve ülkemizin menfaati, idealleri, inançları bağlamından görüş beyan etmek gerektiğini vurgulamak istiyorum.
Şüphesiz fikir dünyamızın içinde “Hareket Ahlakı” şuuru ile mevzuları değerlendiren pek çok arkadaşımız var. O isimleri buraya taşımak istemiyorum. Gerek görülürse o isimler ve değerlendirmeleri de ortaya konulabilir.
Ama ülkücü aydından beklentimizi ifade edersek “maksat hâsıl oldu” diyebiliriz.
Duygulu, iradeli, milletini olduğu gibi anlayan ve seven, imanımız ve ahlakımızı ortaya koyan, taraftar veya muhalif algısına görüşlerini değersizleştirmeyen, fikirlerini beklentili siyasete kurban etmeyen aynı zamanda kendisini kişilere göre konumlandırmayan, ülkücü münevverlere ihtiyacımız olduğu aşikardır.