Tam da nerden başlamalıyım diye düşünüyordum ki Kargıoğlu’nun yazısı imdadıma yetişti. Bazı şahsi sıkıntılarım dolayısıyla uzaktan, az da olsa takip edebildiğim tartışmalara zamanında katılamamanın vermiş olduğu bir sıkıntı da vardı üzerimde. Şimdi bu sıkıntıdan kurtulmama vesile olduğu için Kargıoğlu’na teşekkür etmeliyim.
Kargıoğlu’nun, yazana, konuşana, düşünene yönelik saldırılara karşı duruşu asil olmakla birlikte eksik. Doğrudur, hareketimizde bu yönde bir eğilim vardır, ancak yapılan saldırılar karşısında "hayır, ben yaptım[i]” diyebilecek bir irade eksikliğidir bunu doğuran. Düşünen aydın dediklerimizin düşünmeden linç edenler kadar cesaret sahibi olması beklenir, İsmet Paşa’nın dediği gibi.
Bu arada üslupla ilgili bir parantez açmalıyım. İskender Hocamız da “Ülkücüler Ülkücüydü” yazısında İkbal Bey’in üslübu ile ilgili eleştirilere değiniyor. Haklı bulduğu noktayı atlamamak şartıyla bir şey de ben eklemek istiyorum. Üslup bir araçtır fikir yazılarında diye düşünüyorum. Elbette fikir yazısı olması, onu edebiyat ve dilbilim kaidelerinden hariç tutmaz, ancak bu noktada üslubun estetik bir kaygının ötesinde başlı başına bir tahrik unsuru olmaması gerekir. Tahrik eden fikir olmalıdır ki İkbal Bey’in yazısında bu mevcuttur.
Kargıoğlu’nun yazısında “Ülkücü camiada kimse sıradan değil!” ifadesine takıldım. Acaba Kargıoğlu herkesin sıradan olduğu bir camianın özleminde mi diye düşündüm. Hele ki günümüzün bireyselciliği ön plana alan şartlarında bu ifadeler beni şaşırtıyor. Bu ifadeleri hatırlatan bir olayı TV’de izlemiştim. Haydar Aliyev Azerbaycan Meclis Başkanı olarak oturumu yönetiyordu. Vekillerden birisi söz alarak konuştu. Söyledikleri Aliyev’i sinirlendirmiş olacak ki vekili fırçalamaya başladı. Kulağa hoş gelen Azerbaycan Türkçesi ile “Sen kimsen, sen adi[ii] bir milletvekilisen, otur” dedi. Bunları söylememin nedeni sıradanlığı değersizlik olarak algılamamdan kaynaklanıyor. Her insanın kendisini değerli olarak görmesinin bir sakıncası yok. Ayrıca eskilerin deyimiyle “marifet iltifata tabidir” ki bu aynı zamanda çok önemli bir motivasyon kaynağıdır. Kargıoğlu’na katılabileceğim nokta bu hepsi tek tek çok değerli ülkücülerden bazılarının kendi değerlerini azaltacak bir haddini bilmeme hastalığına yakalanmış olmalarıdır. Günümüzün bu yaygın hastalığı aynı zamanda bir ahlak sorunudur da…
Gelelim bam teline. Kargıoğlu’nun yazısında bahsedilen Lider-Teşkilat-Doktrin meselesine. Kargıoğlu, Mete Aksoy’un bir ifadesinden bahsederek “biz ülkümüzü kaybettik, çünkü zaten ülkümüzü düsturumuzda en sona iliştirdik, liderden ve teşkilattan sonraya.” diyor. Lider, teşkilat, doktrin konusunda derinlemesine bir çalışmam olmadı. Ancak lider ve teşkilatın ayrı bünyelermiş gibi düşünülmesini ve ifade edilmesini bir türlü anlayamadım. Bence burada da bir sıkıntı olduğunu belirttikten sonra Kargıoğlu’nun doktrin=ülkü konumlandırmasını doğru bulmadığımı söylemeliyim. Doktrin eşittir ülkü değildir. Doktrinde ülkünüzden ilhamla yer edinmiş hususlar bulunabilir ancak bu ikisini birbirine eşitleyerek, bakın işte en sona atmışız demek doğru bir yol değildir.
Ülkümüzü kaybetme meselesine gelince… Bir fikrin, bir idealin ya da ülkünün kaybolması, ya da kaybedilmesi bana anlamlı gelen bir önerme değil açıkçası. Tam olarak örtüşmese de Galip Erdem’den ilhamla bir Beşiktaş benzetmesi de ben yapayım. Beşiktaş bir spor takımı, ligde rakipleriyle mücadele ediyor. Şampiyonluk da hedefi, gayesi, ülküsü olsun. Beşiktaş başarısız olunca, küme düşmeme mücadelesi verince ya da küme düşünce, Beşiktaş şampiyon olma idealini kaybetti mi diyeceğiz? Yoksa Beşiktaş’ın şampiyon olamamasının başkaca nedenlerini mi arayacağız? Beşiktaş takım olarak var oldukça şampiyonluk da onun gayesi olacaktır. Bu gaye kaybolmaz, futbolcular şampiyon olma yönünde inançlarını kaybedebilirler, belki de bizim sorunumuz biraz buna benziyordur.
Devam edecek…
[i] Türk filmlerinin klasik repliği.
[ii] Adi sıradan anlamında kullanılıyor.