Türkiye’de sağlık hizmetlerinin en büyük satın alanı Sosyal Güvenlik Kurumudur. Bu çerçevede en büyük sağlık üreticisi de yine Devlet ve Üniversite hastaneleridir. Yani devlettir…
Özel sektörün gerek sağlık sigortası gerek özel hastane ayağında ürettiği katma değer, devletin ürettiği katma değerin yanında çok küçüktür (%80-%20). Özel sağlık kurumları da sağlık hizmeti için SGK ile anlaşmak zorundadır.
Türkiye’nin sağlık sisteminde durumun 2019 yılı verilerine göre özeti ise şudur; artan ve yaşlanan nüfusumuzun varlığı ve ülkemizdeki 5 milyonu aşan düzenli/düzensiz göçmen Türkiye’deki sağlık politikalarında kalıcı değişimleri zorunlu kılmaktadır.
Yaşlanan nüfusumuzun doğurduğu geriatrik hastalıklar (Diyabet, Tansiyon, Kalp Damar Hastalıkları, Demans/Alzheimer gibi nörolojik hastalıklar, böbrek yetmezliği gibi kronik hastalıklar ve komplikasyonları) artış göstermektedir.
Sağlık, eğitim ve güvenlik devletin asli sorumluluğundadır. Eğitim gibi sağlığın yükünü de özel sektöre yüklemeye çalışan devlet anlayışı, eğitim ve sağlık hizmetlerinde insani hak olan eşitlik ilkesini de bozmaktadır.
Sağlık hizmetlerini tek çatı altında toplayan “Sağlıkta Değişim Politikası” istenilen iyileşmeyi sağlamamış, hatta sosyal güvence altındaki üniversitelerde verilen kaliteli sağlık hizmetleri sekteye uğratılmıştır.
Sağlık Uygulamaları Tebliği fiyatları ile ileri teknoloji ve donanım gerektiren sağlık hizmetlerini zarar etme pahasına sürdüren Üniversite Hastaneleri, yönetimsel borç batağına çekilmiştir. Döner sermaye katkı paylarında ciddi azalma akademisyenlerin özel hastanelere gidişini teşvik etmiştir. Tamamlayıcı sağlık sigortası ne yazık ki evinin temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan büyük bir kesimin derdine derman olamamaktadır.
Sağlık turizmi Türkiye için çok önemli gelir kapısı olup daha da geliştirilmelidir. Sağlık hizmetleri Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde çok pahalıdır. Bunun yanı sıra Afrika ve Arap ülkelerindeki sağlık hizmetinden de çok daha gelişmiştir. Her ilde sağlık müdürlükleri içinde “sağlık turizmi kordinatörlükleri” kurulmalıdır. Hizmet almaya gelenlerin yurda girişinden, taburcu olup ülkesine dönüşe kadar olan süreç devletimiz tarafından çok yakın kontrol altında tutulmalıdır.
24 şehirde, 27 Şehir Hastanesine 10 milyar dolar civarında bir yatırım yapılmıştır. Bu devasa hastanelerin sevk ve idaresi son derece zordur. Hasta başına verilen garantiler devletin sırtında çok büyük yüktür. Bunun yerine illerin büyüklüğüne göre Kuzey, Güney Batı ve Doğu aksında hastanın rahat ulaşabileceği, şehir trafiğinde oluşabilecek zaman kayıplarını en aza indirecek 200’er yataklı hastaneler yapılması her açıdan daha doğrudur.
Hastaneler kadar yaşlı nüfus için gündüz bakım evleri, çalışan anneler için bebek ve çocuk bakım evleri gibi hizmetler bütün il, ilçe ve belde gibi tüm yaşam birimlerinde hayata geçirilmelidir. Geriatrik bakım evleri pek çok ailenin karşılayabileceği masrafların üstündedir. Devletin bu alanda, düşük gelir seviyesindeki yaşlılarımız için yeterli sayıda yatılı bakım evlerini yaratması gereklidir.
Ülkemizin bir diğer kanayan yarası da engelli vatandaşlarımızın bakımı ve rehabilitasyonudur. Son yıllarda alınan birçok olumlu karara rağmen halen binlerce vatandaşımız bu hizmetlerden yeteri kadar faydalanamamaktadır… Bu özel kişileri bir an önce mağduriyetten kurtarmalıyız. 2019 verilerine göre yaklaşık 8,5 milyon engelli vatandaşımızın bir kısmı yataklı tedaviye ve bakıma muhtaçtır. Sosyal devlet olarak bu acıyı üstlenmek gerekmektedir.
Hepimizin bugün için birinci gündemi COVID-19 denilen pandeminin dünya düzenini değiştirmesidir. Bulaşıcı hastalık etkenleri ne yazık ki yoldan çıkmış kişilerin elinde biyoterörizm ajanı olarak görülmektedir. Laboratuvar kazaları ve mikroorganizmaların doğasındaki mutasyon denilen değişimler eldeki tedavi yöntemlerini geçersiz kılmaktadır. Salgının başından bugüne kadar dünya ekonomisi 12 trilyon dolar harcamayla salgının etkisini bertaraf etmeye çalışmaktadır. Kimse salgının ne zaman biteceği ne şekilde son bulacağı konusu bilmemektedir. Hiçbir ülkenin böyle bir salgına hazır olmadığı da süreç içerisinde görülmüştür. Ancak sonuçta 800.000 kişiden fazla insan ölüme salgın nedeni ile yenik düşmüştür. Aşı çalışmalarına halen 1,4 milyar dolar harcanmış durumdadır. Daha da 1 milyar dolara ihtiyaç olduğu DSÖ tarafından dile getiriliyor. Türkiye’de 8 üniversite ve 1 merkez, DSÖ listesinde kabul gören aşı üretimi ile ilgili çalışmaktadır. Bir adım önde olan ülkelerde yıllar önce kurulmuş “AŞI ENSTİTÜLERİ” bulunması süreçte bizdeki çalışmaları birkaç ay geride bırakmıştır. Bu tip olası salgınlarda yerli ve milli kaynak çok önemlidir. TÜBİTAK ve Sağlık Bakanlığı, Sanayi Bakanlığı’nın iş birliği çok güçlü destekler yaratmış olsa da bu işlerin alt yapısı olan bir ucu devlet kontrolünde en az üç Aşı Enstitüsü hayata geçirilmelidir.
Bir diğer konuda sağlık sektöründe yerli ve milli cihaz, ekipman üretimidir. Maske ve eldiven konusunda yaşanan sıkıntılar çok tazedir. Böyle bir durumun yaşanmaması için devlet kontrolünde özel sektörle geniş bir çalışma ağı yaratılmasını gerekli görüyoruz.
Türk Milletine sağlıklı, güvenli yarınlar için “SÖZ” veriyoruz…
Sözümüz Var Hareketi
İcra Kurulu