2017 yılında referandum neticesinde yapılan Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildikten sonra Türkiye neredeyse tamamen kararnameler ve genelgelerle yönetilmeye başlamıştır. Günümüzde çoğu kişi tarafından, bu durumun Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin niteliklerini ve itibarını zedeleyen taraflarının bulunduğu düşünülmektedir. Bu nedenle, bu düşüncelerin altının doldurulmasında fayda görmekteyim.
Bu halde, öncelikle cumhurbaşkanlığı kararnamelerinden bahsetmek doğru olacaktır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile yürütme organının yetkileri tek başlı olması, yani Devlet Başkanı olan Cumhurbaşkanının aynı zamanda hükumetin başındaki kişi olması öngörülmüş, bu çerçevede yürütme yetkisine ilişkin konularda düzenleme yapabilmesi için Cumhurbaşkanına kararname çıkarma hakkı da verilmiştir. İlgili Anayasa maddesi ile Cumhurbaşkanının kararname ile Anayasa ile kanunların düzenleme alanına bırakılan hususlar (örneğin temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması) ile ilgili ve kanunlarla açıkça düzenlenmiş olan hususlarda düzenleme yapamayacağı belirtilmiştir ve bu yapılan düzenlemeler için meclis tarafından onaylanma koşulu aranmaksızın sonuç doğurma özelliğine sahip olacak şekilde Anayasa düzenlemesi yapılmıştır. Sorun da bu durumdan, yani Cumhurbaşkanının neredeyse sınırsız bir düzenleme yapma yetkisi bulunmasından kaynaklanmaktadır. Cumhurbaşkanı kararnameleri düzenleyici işlem niteliği taşımakta, bir başka deyişle uygulamakla tükenmeyen, soyut, nesnel ve kural koyucu işlemlerdir. Bu haliyle kararnameler, kanunlara benzemektedir. Cumhurbaşkanına, meclis tarafından onaylanma koşulu koymaksızın, neredeyse sınırsız nicelikteki konularda düzenleme yapma yetkisi tanınması, asli olarak meclisin yetkisinde bulunan kanun çıkarma yetkisinin de gaspını doğurmaktadır. (Bu durumun acı ve yakın bir örneğine ise Cumhurbaşkanı kararnamesiyle İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasında şahit olmuştuk.) Modern ve demokratik devletlerde kuvvetler ayrılığı ilkesinin uygulanması, buna binaen asli olarak parlamentonun yasalar ile düzenleme yapması, yürütme organının bu düzenlemeler çerçevesinde görevini ifa etmesi, istisnaen yasalara aykırı olmamak şartıyla, yasaların uygulanmasını gösterme amacıyla düzenleyici işlemler yapması gerekir. Ancak Türkiye’de yürütme organının düzenleme yapma yetkisi istisna olmaktan çıkmış, asli konuma gelmiştir. Bu durum Türkiye’de kuvvetler ayrılığı ilkesinin zedelenmesine, seçimle işbaşına gelmiş parlamentonun yetkilerini kullanamaz hale gelmesine, sonuç olarak da Türkiye’nin modern devlet olma vasfını kaybetmesine yol açmaktadır.
Burada itiraz edilecek husus ancak, yetkinin bulunduğu yerde sorumluluk da bulunacağı ilkesi gereğince kararnamelerin denetime tabi olması olacaktır. (Anayasa değişikliği için yapılacak referandum öncesi Cumhurbaşkanının artık sorumsuz olmadığı, Cumhurbaşkanının iş ve işlemlerinin artık denetime tabi olacağı şeklinde propaganda yapılmıştı.) Bu bağlamda, Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin yargısal denetimi mümkün gözükmektedir ve bu denetim, Anayasa Mahkemesi tarafından yapılmaktadır. İşte burada Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile ilgili olarak ikinci sorun ortaya çıkmaktadır; çünkü Anayasa Mahkemesi’nin 15 üyesinin 12 üyesini seçme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir. Bu halde, Cumhurbaşkanının çıkarmış olduğu kararnamelerin denetimini Cumhurbaşkanının yine kendi seçtiği insanlar yapmaktadır ve aslında Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin herhangi bir denetimden geçmediği anlaşılmaktadır.
Türkiye’de mevcut sorunlardan bir diğeri ise Türkiye’nin genelgelerle yasaklar getiren ülke konumuna gelmiş olmasıdır. Örneğin marketlerde alkol satışının yasaklanması, aslen insanların alkol alabilme ve içebilme hakkını kısıtlayan nitelikte olup, bu kısıtlamanın “Temel hak ve özgürlükler yalnızca kanunla sınırlanabilir.” hükmünü içeren Anayasamız uyarınca sadece kanunla yapılabilmesi mümkündür. Ancak, Anayasa ve kanunlar tamamen görmezden gelinerek, Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile bakanlık genelgeleriyle yönetim kültürü oluşturmaya çalışılmaktadır.
Türkiye’nin kararname ve genelgelerle yönetilmesi, beraberinde birçok sorun getirmektedir. Birincisi, hukuka dayanmayan idari işlemler karşısında ortaya konan alkol satılması yasağına karşı tekel bayilerin alkol satmaya devam etmesi gibi sivil itaatsizlik ve genelgelere, kararnamelere uymama eylemlerinin meydana gelmeye başladığını açıkça görmekteyiz. İkinci ve belki de en büyük sorun ise kuvvetler ayrılığının zedelenmiş olmasıdır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilmeden önce bu sistemi destekleyenler tarafından, kuvvetler ayrılığının katı bir şekilde uygulanacağı belirtiliyordu ve fakat Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini hayata geçiren yeni Anayasanın yürürlüğe girmesinden sonra çıkarılan yönetmelikler ve genelgeler yasama yetkisinin meclis tarafından kullanılmasının oldukça önüne geçmiş, yasama yetkisinin yürütme organı tarafından kullanılır hale getirmiştir. Bununla birlikte, üst mahkemelerin üyelerinin birçoğunun Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesi ise yargı erkine müdahale anlamı taşıdığı da bir gerçektir. Bu halde kuvvetler ayrılığı ilkesinin fazlasıyla zedelendiği de görülmektedir. Gerçekte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde kuvvetler birliği ilkesi uygulanmaktadır ve egemenliğin birbirinden bağımsız olması gereken üç kolu olan yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin hepsi dolaylı ve doğrudan Devlet Başkanı(!) tarafından kullanılır hale gelmiştir.