Türkiye’nin İlk Azerbaycan Büyükelçisi Altan Karamanoğlu ve Bakü’lü Günler

Makamda İlk Görüşme

1992 yılı nisan ayı. Diyanet İşleri Başkanlığı makam odası… Sayın Başkan Vekilinin davetiyle odadayım.

Sayın Başkan Vekili soruyor:

–  Kurumda Caferlik okumuş veya Caferilik hakkında bilgisi olan personel var mı?
–  Böyle birisi varsa, personel kartlarında bilgi vardır, Efendim.
–  Ben baktırdım, böyle bir kayıt olmadığı bilgisi verildi. Sana da onun için soruyorum.
–  Benim bildiğim de o şekilde.
–  Ben de senin dışında Caferilik konusunda bilgisi olan yok.
–  Affediniz Sayın Başkan, buna niçin ihtiyaç oldu?
–  Biliyorsun, Azerbaycan’ın nüfusunun yarısı Şii/Caferi. Oraya birisinin acele gönderilmesi lazım.Senden başka bu işi yapacak yok. Seni Bakü’ye göndermek istiyorum.
–  Sayın Başkan, daha önce bana başka bir yeri de teklif etmiştiniz, o zaman da söylemiştim; benim Türkiye dışında işim yok.
–  Sen söyleyince aklıma geldi, o konuşmamızda Türkiye dememiştin, Türk toprakları dışında işim yok demiştin. “Azerbaycan Toprağı Türk Toprağı” değil mi? İstersen bir git bak, istemezsen atama yapmayız.
–  Peki, Sayın Başkan madem öyle. Azerbaycan toprağı elbette Türk Toprağı. Geçici görev çıkartın gideyim.

Bir aylık geçici görev iki ay daha uzadı ve peşinden Bakü Büyükelçiliği Din Müşavirliği…

Bakü’de Karşılama
 
Mayıs ayının ilk günleri.. Bakü “Binegadi Hava alanı”na indiğimde Kültür Bakanlığı Müfettişi genç bir Müfettiş gelecek bir misafiri soruyor.
 
Meğer olaydan haberdar olan, Kültür Bakanımız Ağabeyim N. Kemal Zeybek Azerbaycan Kültür Bakanına bildirmiş, meslektaşım beni arıyordu.

Kendisine, “beklediğiniz misafir menem” dedim. Meslektaşım:

—Yok dedi, ben bir din hadimi gözleyirem.

—Beli, o kişi menem.

Müfettiş kendisini yanılttığımı düşünüyordu. Niçin ben değilim diye sordum.

Genç Müfettiş:

— A gardaş abâ (cübbe)yok, asâ yok, (baston) emame (sarık)  yok, sakkal yok… Sen din hadimiseen?

Tam bu sırada Büyükelçilik İdari Ataşesi Ziya Bey, Sayın Hocam deyip kendisini tanıttı.
Doğru Azerbaycan Oteline…

Büyükelçilik İnturist Otelinde
 
Büyükelçilikten bir arkadaşım, sabah beni Büyükelçiliğe götürdü. Büyükelçilik otelde üç veya dört oda. Odalardan biri Büyükelçinin konutu. Devletin temel kurumlarının bile temsilcileri geçici görevli, nerede ise ayda onbeş günde bir değişiyor.
 
İlk giden sivil kurum temsilcisiyim.
 
Büyükelçilik Müsteşarlığına da meşhur Mehmet Ali Bayar, genç bir diplomat olarak bakıyor.
 
– Sayın Büyükelçi, denildi. Altan Karamanoğlu’nu ilk gördüğümde, devletin ne kadar isabetli bir insan seçtiği izlemini veren bu adam beni hiçbir zaman yanıltmadı.
 
Bakü’de Türklere Hasret ve Özlem

Azerbaycan oteline yakın, ilk Büyükelçilik binasının arkasındaki caddede diplomatlara hizmet veren bir restoran keşfettim. Öğle yemeklerine oraya gidiyorum. Yemekten sonra da cadde boyunca olta atıyorum.

İlk yürümeye başladığım gün bir şey fark ettim; benim Türk olduğumu (Türkiye’den geldiğimi) fark edenler, beni geçtikten sonra geri dönüyor, yanımdan geçerken hafifçe değip geçiyorlar ve yanındakilere,

— Gördüüün, Türk’e değdim. Sen de gördün değdiğimi? Diye konuşuyorlardı.

Eşleriyle gezenlerden durup, Türk olup olmadığımı soruyor, heyecanla ve merakla konuşmak istiyorlardı. Hatta içlerinden bazılarının, hanımlarının iki omzundan tutup,

— Türk gardaş, bu menim yoldaşım, bit bak Türk hanımlarını okşayır mı? (Türk hanımlarına benziyor mu?) diye soruyorlardı.
 
Ben de:
 
—Yok okşamıyor, özü Türk’tür, dediğim de her ikisinin mutluluğunu, anlatma imkanı yoktu.
 
Aylarca her gün Büyükelçiliğe gelip,
 
— Bir Türkü evimizde bir bardak çay içmeye davet ediyoruz, diye rica edenlerin sayısı bazen o kadar çok oluyordu ki, herkes şaşıyordu.
 
Bakü’nün uzak yakın kaç semtine bir bardak çay içmek için gittiğimi hatırlamıyorum.
 
Bu sevgi seli ve hasret coşkusu, –ne yazıktır ki–  Türkiye’den Azerbaycan’a iş, ticaret veya ziyaret adıyla gelen insanlardan bir kısmının üçkâğıtçılığı, sahtekârlığı ve kötü niyetli davranışları sebebiyle çok uzun ömürlü olmadı.
 
“Milliyetçi”, “muhafazakâr”, “dindar” kimliği ile tanıdığımız bazı aydınların bile “Gülistan Sarayı”nda içki içmeleri, cıvık davranış ve ilişkileri bizim bile dünyamızın sarsılmasına sebep oldu.

Ben Ne Yapabilirdim?

Azerbaycan’a gitmeye karar vermek zorunda kaldığım andan itibaren hep bu soruyu düşündüm.

Sovyetler Birliği zamanında ateist olmuş ve yetmiş yıl (din karşıtı/düşmanı) olmuş komünist rejimle yaşamış bu insanlara dini nasıl anlatır, nasıl hizmet eder ve ne yapabilirdim?

Camilere gelen ve ibadet eden çok az sayıda ihtiyarın da sadece şekli şöyle böyle bildikleri açıkça görünüyordu. Eskiden kalma bazı camiler duruyordu, ama içleri boştu. Üstelik din adamı olarak hizmet verenlerin tamamına yakını, Sovyet KGB’sinin Taşkent Medreselerinde eğitilenler hariç, yetersiz denilecek durumdaydı.

Halen Bakü Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı olan Arapça Profesörü Vâsım Memmed Aliyev ile birlikte gittiğimiz bir taziye yerinde okunan Kur’an’ı dinleyince şaşkına dönmüştüm. Kur’an ancak bu kadar yanlış okunabilirdi.

Vasım beye bu nedir, diye sorduğumda, “bunlar en iyi okuyanlar, sen ötekileri görsen hiç benzetemezsin”, demişti.

Yapılacak bir tek iş vardı. Temeli sağlam atmak!

Bu temel de eğitimle ve okulla olurdu.

Bakü’de bir ilahiyat fakültesi, biri Nahçıvan’da, dördü de Azerbaycan tarafında en az beş İmam-Hatip lisesi açmalıydım.

Bunu önce Büyükelçi Altan Karamanoğlu ile konuştum. Doğru bir düşünce olduğunu söyledi.

Bu cesaretle Ankara’ya (Başkanlığa)  bu görüşümü yazdım. Cemaati kendimiz yetiştirmeli; Müslümanlığı doğru öğretmeliydik.

Azerbaycan’da da bu işi ilk görüştüğüm kişi, yeni seçilmiş Azerbaycan Başkanı Ebülfezl Elçibey’di.

Elçibey, iyi bir eğitimci, tarihçi olmanın ötesinde Şii – Sünni konularını son derece iyi bilen, son derece sağlıklı ve doğru çözümler öneren bir devlet adamıydı.

Sovyetler Birliği zamanında, Sovyetlerin Kahire Büyükelçiliği’nde Arapça Tercüman olarak görevli olduğu yıllarda, aldığı maaşın yarısını Şii – Sünni konularındaki kitaplara yatırmış ve aldığı her kitabı okumuştu.

En büyük desteği ise, o veriyordu.

Diyanet ve Vakıf Yönetiminde Tereddüt

Diyanet ve Vakıf yetkilileri ne yaptığımı tam anlayamamıştı. Üç kişilik bir vakıf heyetinin gelip, yetkililerle görüşmesine karar vermişlerdi. Görevlendirilen üç kişiden biri, işi çıktığı için gelemedi, ama Dr. Tayyar Altıkulaç ve Ahmet Uzunoğlu bir iki gün önce telefon edip Bakü’ye geldiler.

Gelen heyetle, Büyükelçimiz Altan Karamanoğlu başkanlığında, Azerbaycan Başkanı Elçibey’le görüştürürken,

— Tayyar bey, ben sizi daha yaşlı biri diye düşünüyordum, maşallah çok daha gençmişsiniz, diye söze başlayan Elçibey:

— Abdülkadir Bey, sadece bir İlahiyat fakültesi açalım istiyor. Bu yetmez. Diyanet Vakfı önemli ve büyük bir kuruluş. Size karkası bitmiş, büyükçe bir arazisi de olan bir binamız var, onu vereyim veya beğendiğiniz bir bina vereyim, oraya bir İslam üniversitesi kurun. Türkiye’de bazı sıkıntılar sebebiyle belki yapamadığınız şeyler vardır, gelin onları da burada gerçekleştirin.

Tarih, kültür, tıp önde olmak üzere dört başı mamur bir üniversite kurun”, diye ricada bulundu.

Oradan çıktıktan sonra Şamahı Reyonu (ilçesi) yolu üzerindeki binayı gelen heyetle birlikte gezdik. Dr. Tayyar Altıkulaç cebinden çıkardığı hesap makinası ile binanın büyüklüğünü çıkarıp yaklaşık bir masraf hesabı çıkardıktan sonra, bu pahalıya mal olur diye üniversite fikrine yanaşmadı.

Elçibey, İlahiyat Fakültesine çok da hoş bakmayan Eğitim Bakanı’nı görevden alarak, Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Feridun Celilov’u Eğitim Bakanı yaptı.

Feridun Celilov, mert, yiğit, dürüst ve asla rüşvete meyletmeyen bir kimliğe sahipti. İranlıların bütün baskılarına ve tekliflerine direndi ve bizim önerdiğimiz gibi, Bakü Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ile dört İlahiyat Temayüllü Lise (bizim deyimle İmam-Hatip Lisesi) açılmasını sağladı.

TDV ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında varılan mutabakata göre, bu liselere gelecek öğretmenler MEB tarafından seçilecek, yurt içi maaşları ödenecek, yurtdışı ücreti olarak da (yanlış yatırlamıyorsam) ayda 700 dolar TDV tarafından karşılanıyordu.
Okullar açıldı, faaliyet başladı.

Öğretmenler sadece öğrencilerine ders vermiyordu. Okulun müdürü, öğretmenleri, diğer öğrencilerden isteyenlerle velilere de açık olan kurslarda ücretsiz, Alla rızası için gece gündüz çalışıyorlardı.

Kur’an Okutma ve Cami Hizmetleri
 
Azerbaycan’da Kur’an okutulmasına 1991 yılı sonu, 1992 yılı başı gibi, ilk defa Şeki ilinde, tarihi bir cami A. Mahmut Hüdai Vakfı tarafından restore edilerek, başlanılmıştı. Bu vakfın Bakü yöneticisi olarak görevlendirilmiş olan Nedim Kaya “son derece başarılı, kişilikli ve nefsi omayan bir Alla Adamı” olarak çalışmalar yaptı.
 
Vakıf bu çalışmaları için Türkiye’de hiç kimseden yardım toplamadı. Sadece kurucusunun gelirlerinin zekâtı ile bu faaliyetleri yürüttü. Bunu bir kadirbilirlik gereği sayarak kaydetmek istedim.
 
Bunun dışındaki yerlerde de valilerle işbirliği yapılarak, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından gönderilen görevliler eliyle açtığımız Kur’an Kursları bulunuyordu.
 
Ramazan aylarında Başkanlıkça gönderilen ilave görevliler şehir veya köylerde dini heyecanı son derece yükselten dini faaliyetler yapıyorlardı.
 
İlahiyat fakültesi ve okulların açılmış olması Ankara’da güven ortamı oluşturdu. Daha önce açılmış Türk Cumhuriyetlerine Cami yaptırma kampanyaları kapsamında Bakü’nün farklı yerlerinde, Gence ve Kusar illerinde camiler tapılmaya başlanmıştı.
 
Bir köşesine Cami yaptırmayı düşündüğümüz parkların tamamını bize tahsis eden antlaşmalar, sözleşmeler yapılmıştı. Özellikle Bakü dışında sadece sözle yaptığımız anlaşmalarla inşaatlar başlanmıştı ve camiler yapılıyordu.
 
Bir ara İranlı dostlarımızın teşviki ile ve şeyhülislamın tahriki ile Bakü vali ve Belediye Başkanı (Bakü İcra hakimiyeti Başçısı) “Şehitler Hıyabanı” Mescidi yapılırken inşaatı durdurma kararı vermişti.
 
Haberdar olduğumda hemen gidip, Büyükelçi Altan Karamanoğlu’na durumu anlattım. Bakü İcra hâkimiyeti Başçısı Rauf Gülmemmedov’a telefon ederek, “inşaat ekibini topla, konuşmaya geliyoruz” dedi.
 
Arabalara binip, İcra Hakimiyetine gittik. Heyetle toplantı başladı. Durdurma kararının, “yapılan caminin Sünni Camisi olduğu, halbuki Bakü’de çoğunluğun Şii olduğu” anlatıldı. Halktan şikâyet aldıkları ifade edildi.
 
Büyükelçimiz bana dönerek, ne diyorsun, dedi
 
Ben de, Azerbaycan’da minarelerin külahının uç kısmı sivri olursa Sünni, Selçuklu minarelerinde görülen ucu pot olursa şii minaresi sanıldığını bu iddianın da bundan kaynaklandığını anlattıktan sonra, yanımda getirdiğim 70X100 ebadında bir Kâbe resmini çıkartıp gösterdikten sonra Azerbaycanlılara sordum:

— Bu mukaddes Kâbe’dir. Buradaki minareler Şii mi Sünni mi?

Kâbe minareleri hiç birine benzemiyordu. Ben devam ettim:

— Bu mescidi Suudiler İtalyanlara yaptırdılar. Beyler, binanın, caminin, minarenin; taşın, toprağın dini olmaz, mezhebi olmaz.
 
Altan Karamanoğlu birden ayağa kalktı ve:
 
—Beyler, ben Büyük Türk Devletinin Büyükelçisiyim, inşaat tamamlanacaktır. Gücü olan gelir, durdurur!
 
Bana eliyle gel işareti yaptı, hızlıca salonu terkettik,
 
Şehitler Hıyabanı böyle tamamlandı.
 
Olayı hatırladıkça hep aklıma gelir, Altan Bey, Ömer Seyfettin’in Pembe İncili Kaftan adlı hikâyesini okumuş muydu? Tavır aynı tavırdı.
 
Cami yıllarca hizmet verdi.
 
Oğul Aliyev, İranlıların baskısına dayanamadı ve tamir edilecek diyerek Şehitler Hıyabanı Mescidini kapattı.
 
Büyük Türk Devleti halktan toplanan paralarla yapılan camiyi açtıramadı.

İMAM – HATİP LİSELERİ NİÇİN KAPATILDI?
 
Bir ara vakıf Mütevelli Heyetinden bir heyet Azerbaycan’a gelmiş bu yerleri görmüş ve Din Müşavirliğine uğramamış ve gelişlerini de bize bildirmemişlerdi.
 
İmam-Hatip Lisesi dediğimiz okullar, liseler için bir veya iki sınıf olarak başlamıştı. Okullarda tuvalet Sovyet sistemindeki şeklindeydi. Tuvaletlerde su ve/ya taharetlenme imkânı yoktu. Lavabolar abdest almaya müsait değildi.
 
Okullarda görevli öğretmenler heyet üyelerini ziyaret ederek, bu okullara abdest alınabilir birer lavabo ile taharet imkânı olan ve içinde su bulunan tuvaletler yapılmasını istemişti. Heyet üyeleri:
 
— Bu okulların tapusu kimin, bize verdiler mi, diye sorduktan sonra, biz bu okullara yatırım yapamayız, diyerek reddetmişlerdi.
 
Bu ihtiyaçların O. Topbaş beyefendi tarafından yaptırıldığını, bir şükran ifadesi olarak beyan etmeliyim.
 
Bizim Azerbaycan’dan ayrılmamızdan sonra Vakıf adına yetkili olan Hocam ve Diyanet İşleri Başkanım da olan Dr. Tayyar Altıkulaç’ın uygun görüşü ile önce İlahiyat Fakültesi bünyesinde bir imam-hatip lisesi açıldı. O açılınca diğerleri kapatıldı, sonra fakülte içindeki lise kapandı.
 
Dini ve milli her faaliyeti ülkemizi tanıdan ve kardeşliğimizi güçlendiren bir faaliyet olarak gören ve destek olan Büyükelçi İlhami Altan Karamanoğlu Regaib kandili öncesinde Hakkın rahmetine nail oldu.
 
1935 yılında geldiği dünyadan 2012 yılı mayısında bâki hayata gitti. Nur içinde yatsın.
 
İnşallah Bakü’de yaptıkları ve desteklediği hayırlı işler taksiratına kefaret olur. Her şeyi affedecek güç ve kudretin sahibi Ulu Tanrı kendisini affettikleri arasına O’nu da dahil eder.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!