Türk Milleti, tarihin derinliklerinden devletler kura kura geliyor. Bu devletlerin her birinin ders alınacak kuruluş ve yaşam hikayeleri var. Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşu ve bu günlere gelişinin hikayesi diğerleri gibi hepimizce bilinmesi gereken hayati bir konu…
Coğrafyamızı çevreleyen komşu ülkelerde meydana gelen hadiseler ister istemez bizi de düşünmeye itiyor. Çünkü komşu coğrafyalar aynı zamanda soydaş ve akraba topluluklarımızın yaşadığı ve müktesebatımızın bulunduğu topraklar.
Türkiye bu nedenle ekonomik, kültürel ve siyasi olarak nüfuz alanında bulunan bu coğrafya ile ilgilenmemezlik edemez.
Ancak Türk Milleti’ne karşı yürütülen ve içinde psikolojik harbi de barındıran büyük bir savaşla karşı karşıyayız. Onun için milletimiz “bu topraklarla niye bu kadar ilgileniyoruz” diye tereddütlü bir yaklaşım içinde. Bu yaklaşım çok yanlış olup ve bilerek yapılan bir yönlendirme sonucudur. Tıpkı bu gün Diyarbakır’ın bir kürt şehri olduğu algısı gibi…
Bugün sırasıyla Irak, Suriye ve İran nihayetinde de Türkiye için başta ABD olmak üzere İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya ve İsrail gibi büyük idealler üzerine hareket eden devletlerin “devasa plan”ları; İtalya, Yunanistan, Ermenistan, Kıbrıs Rum Kesimi vs. gibi diğer devletlerin büyük planlar ile alakalı “küçük hesap”ları vardır.
Taşeronlar ise bellidir. Saddam, Esad, Talabani, Barzani, Öcalan ve benzerleridir. Bu tetikçilerin bazıları yeryüzü tarihinin bu güne kadar yazmadığı bir “Kürt devleti”ni küresel destekçileri ile birlikte kurmak için, kendilerini yırtmaktadır.
Hepimiz bilmeliyiz ki; Irak, Suriye ve İran coğrafyasının büyük bir bölümü Türk coğrafyasıdır. Irak ve Suriye’de en az kürt denilen topluluk kadar ve hatta daha fazlası bir Türk nüfus vardır. İran’daki Türk varlığı ise dünya kamuoyunca bilinen ve izahtan vareste bir konudur.
Türkiye ve Türk Milleti, bu Türk nüfusun koruyucusu ve kollayıcısıdır…
Bir devletin başkenti o ülkenin stratejik ve politik şartları ile belirlenir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemindeki şartları nedeni ile Ankara başkent olarak kabul edilmiştir.
Keza Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun başkenti olarak Bursa, Edirne ve İstanbul’u görüyoruz. Demek ki; şartlar nedeniyle başkentler değişmiştir. Hatta Osmanlı bir ara Avrupa ile ilgisini artırabilmek ve Balkanlarda tutunabilmek için, başkentini, bu gün Makedonya’nın başkenti ve aynı zamanda bir Türk şehri olan Üsküp’e taşımayı, ciddi ciddi düşünmüştür. Balkanlardan çekilişimize bakarsak keşke pay-i tahtı Üsküp’e taşımayı başarabilseydik diye düşünüyorum.
Birileri yıllardır, Diyarbakır’ı hayallerinin başkenti olarak görüyor. Türk Devleti ve Türk Milleti bu hayalleri boşa çıkarmak ve de Irak, Suriye ve İran coğrafyasındaki Türk varlığı ile ilgisini pekiştirmek için, Diyarbakır’ı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başkenti yapmayı düşünmeli ve değerlendirmelidir.
Türk Milleti’nin, suni devletlerin tebası olarak kalmış kardeşleri ile birleşme ve bütünleşme zamanı gelmiştir. Bahsettiğimiz bu büyük coğrafyanın en büyük hak sahibi Türk Milletidir. Sosyolojik, etnografik, arkeolojik, kültür ve dil verilerinin tümü bize bunu kanıtlamaktadır.
Diyarbakır şehrimizin Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olması halinde, geniş Orta Doğu coğrafyasına dağılmış olan Türk Milleti’nin buluşması ve bütünleşmesi yolunda ilk adımın atılmış olacağı kanaatindeyim. Ayrıca doğal olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olacak bir Diyarbakır’ın etrafı; her türlü ekonomik, sosyal, kültürel ve teknolojik gelişmeden payını fazlasıyla alacak ve bölge çağ atlayacaktır.
Bu nedenle bölücü unsurların ve onları destekleyen küresel güçlerin oyunu bozacak en büyük hamle, Diyarbakır’ımızın Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olarak milletimizce kabulü ve onayı olacaktır. Yeni Anayasa çalışmaları da bunun için kaçırılmaz bir fırsattır. Türk tarihinde Diyarbakır bunu fazlasıyla hak etmektedir…