Türk topraklarında siyaset, yüzyıllardır din esasına oturtulmuş ve yönlendirilmiştir. Bu durum günümüzde de sürmektedir.
Dini referans yaparak siyaset yapanlar ya milliyeti reddetmekte ya tercihlerinde milliyet esasını ön planda tutmamakta ya da toplumun çoğunluğunu aldatmak noktasında kendi amacına ulaşmak için “milli kimliği” inkar etmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin nüfusunun nerdeyse tamamının adına “Türk” denilen milletimizden oluştuğu aşikârdır.
Nüfusumuzun; inançlı, imanlı ve mütedeyyin insanlardan ibaret olduğu konusunda da bir tereddüt yoktur.
Ancak ülkenin ve din işlerinin yürütülmesinde, daima milliyetsiz Müslümanlar diye tabir edebileceğimiz insanlar hakim olmuştur. Bunun sebebi de her önemli sahanın Türkler tarafından boş bırakılmasıdır. Bunlar kendilerini Türk değil “Türkiyeli Müslüman” olarak tarif etmektedir.
Ne gariptir ki; ülkemiz nüfusunun ezici çoğunluğunu oluşturan Müslüman Türkler, ülkenin ve din işlerinin yönetimini çok küçük bir azınlık olan bu Türkiyeli Müslümanlara terk etmiştir.
Türkiyeli Müslümanlar da, Osmanlı döneminden bu yana iktidar olmanın ne manaya geldiğini çok iyi bildiklerinden, bu iktidarlarını yetersiz bilgiye sahip Müslüman Türkler üzerinde, Allah – Peygamber – Kuran – Sünnet; sevgi ve bağlılığını kullanarak sürdürmektedir.
Din adamı vasfı taşıyan Türkiyeli Müslümanlar; cami kürsülerinde, tarikat ve cemaat sohbetlerinde dünyevi olayları, dinimiz İslam’ı kullanarak ve çarpıtarak yorumlamakta, inançlı Müslüman Türklerin hadiseler karşısında, doğru tavırlar ve tepkiler göstermesine mani olmaktadırlar.
Hurafeler ve batıl inançlar, ülke tarihinde hiç olmadık şekilde Türkiyeli Müslümanların hakimiyet ve kontrolündeki tarikat ve cemaatler tarafından, dini gerçekmiş gibi, Müslüman Türklere şırınga edilmekte, böylece halk tehlikelere ve saldırılara karşı korunmasız bırakılmaktadır.
Müslüman Türkler arasında, din ve inançlar konusunda, büyük bir şartlanma ve önyargı oluşmuş durumdadır. Kendisini sevk ve idare eden Türkiyeli Müslümanların, ne yaptığı ve nereye hizmet ettiğini kavramasını sağlayacak olan analitik düşünce yeteneği köreltilmiştir. Yoksa Türk milletinin yapısından ve geleneğinden gelen olayları kavrama sezgisi vardır. Bunun körelmesiyle müslüman Türklerin geldiği nokta, şartsız ve koşulsuz biat vaziyetidir.
Türkiyeli Müslümanların, büyük ekseriyeti, küresel güçlerle ve haçlı zihniyeti ile bağlantılıdır. Müslüman Türklerin din konusundaki hassasiyetini ve zaafiyetlerini keşfeden bu dış güçler, Müslüman Türkleri Türkiyeli Müslümanlar eliyle, dini kullanarak kontrol altına almıştır. Atatürk, Cumhuriyet, Kuvayı Milliye ve Türk düşmanlığının ana sebeplerinden birisi de budur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde her yerde, her türlü etnik milliyetçiliği besleyen ancak konu Türk milli kimliğine gelince aleni bir düşmanlık içinde olan Türkiyeli Müslümanlar, maalesef büyük bir çalışkanlıkla, Müslüman Türklerin akıl ve ruh gözlerini kör etmeye son süratte devam etmektedir.
Örneğin etrafımızda Irak’ta 1.5 milyon insanın katli ve 100.000 üzerinde Müslüman kadına tecavüz olayında olduğu gibi “olmaz bu kadar” dedirtecek cinsten olay gerçekleşmesine ve çoluk çocuğumuzun istikbalinin tehlikeye girdiğini görmemize rağmen, muhafazakar Türklerin sessizliğini başka türlü nasıl izah edebiliriz?
Allah yolunda cihadı ve şehadeti, kendisi için bayram telakki eden Müslüman Türklerin, dünyevi olaylar karşısındaki çaresizliği sizi hiç düşündürtmüyor mu?
Ama eminim ki, Müslüman Türklerin aklına ve ruhuna, camilerde, tarikat ve cemaatlerde kalın zincirler takılıyor. Onun için gidişata engel olamayarak, gün geçtikçe daha büyük bir tuzağa çekiliyoruz.
Korkarım ki; dinler arası diyalog mimarları yarın İslam’ın ve Müslüman Türklerin koruyucusu ve kollayıcısı olarak ABD ve Vatikan’ı ilan edecek. Çünkü benzerleri tarihte de oldu.
Allah; Müslüman Türkleri böyle bir akıbetten korusun… Gözümüzü, aklımızı ve gönlümüzü açsın.