İsrail, ABD’nin en önemli müttefiki durumundadır. Türkiye ile İsrail arasındaki bir krize ABD’nin ilgisiz kalması düşünülemez. Yaşanan kriz sürecinde ABD Yönetiminin tavrı dikkat çekicidir. ABD’nin stratejik müttefiki olan İsrail ile AKP’nin yönettiği Türkiye arasında yaşanan krizden rahatsız olmadığı görülmektedir. Aksine Erdoğan ancak İngiltere Başbakanı Cameron’un konuştuğu kadar sık 2011’de 9 kez Obama ile konuşmuş tek liderdir. Bu da ikili ilişkilerin yoğun olduğunu göstermektedir.
Türkiye-İsrail krizinin en sert dalgalarının diplomasi duvarlarına vurduğu günlerde ABD Dışişleri Bakanı Clinton ve bakan yardımcısından Türkiye için övgü dolu mesajlar yükselmektedir. Bu övgülerin arkasında Türkiye’nin Amerikan füze savunma sisteminin Türkiye’ye yerleştirilmesini ABD-Türkiye ilişkilerinde son 20 yılda sağlanan en önemli “stratejik gelişme” olarak görmesi bulunmaktadır. Clinton, “Türk Hükümeti, 75 yıl önce el konulan kilise ve sinagoglar için gayri müslümleri hak iddia etmeye davet eden bir kararname yayınladı. Böyle yaptığı için Başbakan Erdoğan’ın bu çok önemli kararını alkışlıyorum” demiştir.
Bakan yardımcısı P. Gordon’un açıklamaları ise daha da kapsamlıdır: “ABD’nin Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’ndeki İran oylamasındaki tercihinden dolayı hayal kırıklığına uğradığı bir sır değil. ABD’nin İsrail ile Mavi Marmara sürtüşmesinden dolayı da endişeleri var. Son bir yıl içinde ise ilişkiler yoğunlaştı. Sadece bu konularda değil ama Libya’da, Suriye’de, Afganistan’da ve bölgede beraber çok yakın çalışıyoruz. Bunu devam ettirmeye de niyetliyiz.” Gordon, Erdoğan’ın Arap Baharı turuyla ilgili olarak, “Hiç şüphesiz, Türkiye bölgede büyük bir oyuncu. Bütün ülkelerle ilgili. Başbakan ve Dışişleri Bakanı çok dinamik ve söyleyebileceğim, bizimle aynı düşünüyorlar. Hem genel olarak Arap Baharı, hem de bazı özel olaylarda Türkiye ile çok kapsamlı bir istişaremiz var. Bazı konularda işbirliğimiz çok iyi. Libya’da, NATO’da, Suriye’de, ikili ilişkilerde ve tüm bölgede çok güçlü bir ortağımız. İki ülkenin de dünyanın bu bölgesinde büyük menfaati var. Bunun bir liderin olduğu ve diğerinin pahasına öne çıktığı bir sıfır toplam oyunu olduğunu söylerken çok dikkatli olurdum. Bence karşılıklı menfaatlerimiz var. Bölgede demokrasi, refah ve sivilleşmeyi teşvik etmek için beraber çalışmaya devam edeceğiz.”
Amerikan Ticaret bakanlığı müsteşarı F. Sanchez de İstanbul’da 18 Eylül’de yaptığı açıklamada ülkesinin gelecek 5-6 sene içinde Türkiye ile ticaret hacmini üç kat artırmayı hedeflediğini söylemiştir. Beyaz Saray Güvenlik Danışmanı Thomas E. Donilon ise “Başkan, Erdoğan’ı seviyor. Onun ilkelerin ve eylemlerin adamı olduğunu düşünüyor” demektedir.
Erdoğan’ın ABD ziyareti sırasında Erdoğan ve Obama ile yapmış olduğu görüşmeler de çok olumlu geçmiştir. Washington’dan Türkiye’nin İsrail politikasına yönelik en ufak bir eleştiri gelmediği anlaşılmaktadır. Öte yandan anlaşılan bir başka şey, Erdoğan’ın Arap sokaklarına ve Türkiye’deki seçmen kitlelerine yönelik söylemini Obama ile yaptığı toplantıda tamamen değiştirdiğidir.
Aslı Aydıntaşbaş şöyle demektedir: “Toplantıya, Başbakan’ın İsrail ya da Kıbrıs Rum kesimine karşı sert bir üslup kullanması, hatta çatışma olasılığını bile ima etmesi ihtimaline karşı hazırlıklı gelen Amerikan tarafı, karşılarında tam tersine duygusallıktan uzak ve pragmatik bir Erdoğan görmekten son derece mutlu olmuş gibi. Üst düzey bir Amerikalı yetkili, Erdoğan’ı ‘son derece konsantre ve disiplinliydi’ diye tanımladı. ‘Başkan Obama bu ilişkiye ciddi bir yatırım yaptı ve bunda haklı olduğunu da görüyor.’ Hissettiğim, Obama’nın Erdoğan’a kişisel bir sempatisi var. Ayrıca Arap Baharı, füze kalkanı ve Suriye’ye yönelik bundan sonraki adımlar konusunda iki ülke arasında tam bir koordinasyon var.
Daha da şaşırtıcı olan, Amerikan yönetimi, (Kongre’nin aksine) Ankara’nın İsrail’le olan meselesinde, bırakın Türkiye’ye baskı yapmayı, tam tersine ‘empati’ eğiliminde. Erdoğan, Obama ile görüşmesinde İsrail’le ilişkilerin normalleşmesi için büyük çaba sarf ettiğini, özür için sabır gösterdiğini hatırlatmış. Özür için son dakikaya kadar devrede olan Amerikan tarafı buna hak veriyor. Netanyahu’nun son dakikada özürden vazgeçmesi, Washington’da da hayal kırıklığı yaratmış. Waldorf’ta o süit odadaki toplantı masasında, Amerikalılar İsrail’e köpüren değil, olayların bu noktaya gelmiş olmasından ‘samimi bir üzüntü duyan’ bir Erdoğan bulmuş. Erdoğan’ın üslubu ‘sabırlı ve yapıcı’ imiş. Bu yüzden İsrail konusunda Türkiye’ye yönelik ne bir baskı var, ne de ilişkilerin normalleşmesi için yeni bir plan.”
ABD’nin bu yumuşak tavrının Ankara’nın Washington’un Arap Baharı sürecinde siyasal taleplerini hiç zorluk çıkarmadan kabul etmesinde, hatta Suriye’de olduğu gibi bazı noktalarda ABD’nin bir adım önünde olması ile yakından ilgisi vardır. Ancak yine de Türk-ABD ilişkilerindeki bu sıcaklık, “Türkiye ile İsrail arasında nasıl bir kriz var?” sorusunu sordurmaktadır. Hiçbir ABD Başkanı hele seçim senesinde İsrail’in hırpalanmasına izin veremez. Buna rağmen ABD, Türkiye’ye çok sıcak davranmaktadır. Gerçekten bu nasıl bir kriz.