Türk Ocağı, milliyetçilikle kurumsal olarak tanıştığım ilk mekân olmuştur. O günlerde Ülkü Ocakları yasaklı ve “Bizim Ocak”lar yeni kurulmakta idi. O nedenle ortaokul döneminde bir ramazan akşamı teravih sonrası sohbetle Ocağı tanımıştım. Daha sonra teşkilatlı hizmetimiz Bizim Ocak, Ülkü Ocakları ve Milliyetçi Hareket Partisi ekseninde sürdüğünden Türk Ocağında aktif olarak görev yapmak hiç nasip olmadı. O nedenle Türk Ocaklarının 100. yılını doldurduğu bu günlerde bu Ocağın kurucularına ve yürütücülerine şükranlarımızı sunarken, bugün içinde bulunduğu durumu değerlendirmeyi bunu benden daha çok hak eden Ocağın yürütücü kadrolarına bırakma zorunluluğunu kendi adıma hissediyorum. Ancak Türk Ocağını kuran fikir, devleti kuran ve bizi var eden fikirdir. Türk Milliyetçiliği, geçen yüzyılın başında ölüm döşeğine yatırılan Türk Milletinin bir başkaldırısı idi. Bu başkaldırının fikri merkezi o gün Türk Ocakları idi ve görevini layığı ile başarmıştır. Bugün bu yüzyılın başında Türk Milleti, yeniden ancak başka hastalığa tutularak ölüm döşeğine sürüklenmektedir. Bugün Türk Ocağı’nın geçen yüzyılın başında yaptığını yapacak yapının, 21.yüzyılı Türkçe yazma iddiasını konuşmak ve bu çerçevede aksayan yönlerimizi onarmak gerekmektedir. Çünkü Türk Milleti, –hangi saldırılar altında olursa olsun- en son Ülkücü nefes aldıkça yaşayacaktır. Adını sanını bilmesek bile 67 yıl evvel nefes alan kahramanların eseri 3 Mayıs Türkçülük Günü şerefine Dündar Taşer’in öğüdünü tutarak durum muhakemesine kendimizden başlayalım.
Son zamanlarda devam eden fikri mülahazalarında durum muhasebesi ekseni üzerinde gelişmekte olduğunu görüyoruz. Bu değerlendirmelerde eleştirel değil, ‘geliştirel’ bir dil kullanılıyor olması da yüzyıla verilecek Türkçe cevabın gücünü de arttıracaktır. O nedenle Sayın Nevzat Kösoğlu’nun, bu fikri sürece soruları, tespitleri ve eleştirileri ile yol göstereceklerden İskender Öksüz Beye hatırlattığı gibi ayakkabımızın içindeki taşa bakmaya çalışacağız. Biz ayakkabıyı 80’lerin sonu 90’ların başında giydiğimizden taş değmesini bu süreçten itibaren yaşayarak biliyoruz. O nedenle yaşadığımız süreçle ilgili tespitlerle yola çıkmayı daha doğru buluyorum. Önceki süreçle ilgili övgüler ve eleştiriler bizzat o dönemi yaşayan güçlü kalemlerce yapılmıştı. Yapacağım taş değmelerine dair tespitler bir kişi veya grubun eksikliğine yönelik değildir, çünkü bu hareketin tüm eksiklikleri bu davaya inanan hepimizin ortak eksiğidir.
12 Eylül sonrası yasaklanan milliyetçi teşkilatlar el yordamı ile yeniden kurulmaya başlandığında yaşanan en büyük sıkıntı yetişmiş kadroların büyük çoğunluğunun cezaevinde olması idi. Her ne kadar 70’li yılların son yarısında hızlı büyüme ile kırılan usta-çırak eğitimi yerine alınan tedbir hamleleri tam netice veremese de Türk Milliyetçiliği Fikri’nin temel değerlerine ve mantığına vakıf kadrolar maalesef mahkûmdu. Bu mahkûmiyetin büyük kısmı 12 Eylül zindanlarında fiziki mahkûmiyet olsa da asıl yıkıcı olan Özallı yıllarda başımıza gelen beyinlerin mahkûmiyeti olmuştur. Bu kadrosuzluk içinde teşkilatlanan yeni nesil, -istisnaları hariç tutarak- genel anlamda dış yönlendirmeler ve karışımlarla aynı zamanda öğretilen örneklemeler üzerinden milliyetçiliği anlamaya çalıştı. Bu, cebirin temel ilkelerini anlatmak yerine örnek problemler çözen iyi bir cebircinin yeni problemle karşılaştığında bocalayan öğrencisinin yaşadığına benzer bir durum oluşturdu. Geçmiş örnekler üzerinden eğitim alan Ülkücüler, Başbuğ’un yeni/orijinal sorunlara yeni cevaplarını anlamakta ve anlamlandırmakta zorlanıyorlardı. Problem çözme yöntemini bilmeyenler farklı problemlerin farklı yollarla ama aynı mantıkla çözüldüğünü göremediler. Neticede yeni/orijinal problemler karşısında bocalama ve ikircikli tavırlar hem tarihin kendisinin haklı çıkarttığı dönemde Ülkücü Hareketi sendeletti, hem de özgüven kaybı yaşattı. Bu dönem gözleri kapalı insanların fili tanımaya çalışmasına benziyordu. El yordamı ile fili tanımaya çalışanların tuttuğu yeri fil sanması gibi el yordamı ile fikri tanımaya çalışanlar duyduğu her şeyi Ülkücü Hareket sandı. Benim oğlum Türkiye’yi Amasya’dan, Amasya’yı da evimizin olduğu muhitten ibaret zannederdi. Beyin gelişimi artınca ve çevreyi tanımaya başladıkça gerçeği doğru şekli ile kavramaya başladı. Bu algı bozukluğu o dereceye varmıştı ki aynı soruya taban tabana zıt cevaplar veren iki kişinin ikisi de ard arda il ocak başkanı oluyordu. Etiketlerle kimliklerin örtüşmediği bir dönem yaşandı. Türk Milliyetçiliği eğitiminde yaşayan yöntem eğitimi eksikliği ‘Fikri Formasyon’un bozulmasına sebep olurken, bu netice de her geçen gün Türk Milliyetçiliğinin siyasi alana hapsolması sonucunu doğurdu.
Bu gün sorun olarak karşımıza çıkanların birçoğunun dünün iyi yetişmemiş gençleri olduğundan hareketle bu günün gençlerinin nasıl yetiştirileceği konusu yüzyıl sonraki fikri duruşumuzun bugünkü tavrıdır. Bu tavır, İkbal Vurucu’ya (1); ‘Milliyetçi düşünce, millete ait olanın bekasını arayan düşüncedir; ister okyanusun dibinde, ister atomun çekirdeğinde, ister Mars’ın ötesinde olsun’ deyip geçme kolaycılığı boyutundan öte olmalıdır. Bu tavır, Kürşad Demirci’nin “Dokuz Işık Okuma Kampanyası Başlatmak” (2) çağrısını derinleştirmek ve geliştirmekle ‘Türk Milliyetçiliği Fikri Formasyon Eğitimi’ düzeyine gelmelidir. Bu mesele Türk Milliyetçisi kimlikli aydınların herhangi bir alanda eser vermesinin ötesindedir. Aydın fikri üretim yapsa da milliyetçi düşünce sahipliği iddiasında olan kitle tarafından kabul ve ilgi eksikliği ile karşı karşıyadır. Dündar Taşer’in dediği Türk’ün cemiyet kumaşındaki yırtıkları kendi ipliği ile örmek için Türk Milliyetçiliğinin fikri hâkimiyetini önce kendi fertleri üzerinde kurması gerek şarttır. Çünkü çağımızın savaşları olan fikir savaşlarının işgal alanları beyinlerdir. Artık etiketlerle kimliklerin eşleştirilmesi acil zorunluluktur. Bugün Türk Milliyetçiliğine ve onun siyasal alanda izdüşümü olan MHP’ye yönelik saldırıların hepsi ideolojik açıdan sivrisinek vızıltısı olmasına rağmen, kitlesel olarak çalkantıya yol açmasının temel nedeni Ülkücülerin saldırılara bu şekilde açık olmasındandır. Burada belirtmek gerekir ki, fikir sitemlerinin silahları olan radyo, televizyon, gazete, kitap, dergi, sinema ve nihayet vasıtasız söz maalesef güçlü şekilde saldırıdadır. Yaptığımız ve yapacağımız durum muhasebelerinin hesap açıklarını kapatması ve bütçede fazla verdirtmesi gerekir.
Türk Milliyetçiliğinin fikri hâkimiyeti altındaki kitlelerle oluşan teşkilat yapıları, aydınlarının üretimlerini son ürün haline dönüştürebilmelidir. Millet hayatının her alanında doğru, etkili ve kaliteli ürünler sunar hale gelen fikir, siyaset alanına hapsolmaktan kurtulacağı gibi siyasete de alan açacaktır. O nedenle Türk Milliyetçiliğini Fikir Sistemi olarak öğrenecek, Türk Milliyetçiliğinin kültürel açılımlarını tanımlayacak ve tamamlayacak alanlarda içi dolu, sanat değeri yüksek, sosyal gerçekliği olan eserler verecek yeni nesli eğitmek için ‘Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi Eğitimi’ başlatmalıyız.
21. Yüzyılı Türkçe yazma kudreti, yaşadığımız günü değerlendirme kuvvetinde saklıdır.
(1) İkbal Vurucu, Milliyetçi Düşüncenin İmkanları-1
http://www.haberiniz.com/yazilar/koseyazisi29234-Milliyetci_Dusuncenin_Imkanlari1.html
(2) Kürşad Demirci, Dokuz Işık Okuma Kampanyası Başlatmak
http://www.2023istanbul.com/kose-yazisi/1362/dokuz-isik-okuma-kampanyasi-baslatmak.html