Türk Milliyetçiliği’nin Ve Türk Milliyetçileri’nin Meseleleri -I-

Türk Milliyetçileri, Türk Milliyetçiliği’ni ve Türk Milliyetçiliği’nin meselelerini sorgulamaya başladılar. Arayış ve sorgulama arzuları, çabaları bu güne mahsus bir eylem değildir. Bu yazıda yüz elli yıllık hareketi sorgulayacak değilim. Ama kısaca bazı noktalara temas etmeden, yani minik bir tarihçe vermeden de bugüne gelebilmek, bugünün meselelerini kavrayabilmek mümkün değildir.17.asırdan itibaren Osmanlı Devleti gücünü büyük ölçüde kaybetmişti. İlerleyen yüzyıllarda bu kayıplar, Devlet’e hakim olan Türk Milli kültüründe de kendisini göstermekte gecikmemiştir. Daha doğru bir deyişle, dünyaya hakim olabilecek çapta Türk aydını yetişmemiştir.

 Medreselerden pozitif ilimlerin zaman içerisinde kovulması, sosyal ilimlerde de kendisini göstermiş, Türk unsurun ihmal edilmiş olması Osmanlı merkezi idaresini de zaafa uğratmıştır.  Türk kültürü küllenmeye yüz tutmuşken, imdadımıza Fransız İhtilali yetişmiştir.19. yüzyılda bir taraftan Osmanlı Padişahlığı ve onun etrafında kümelenen Osmanlı eliti, devletin parçalanmasını durdurmak, belki geciktirmek için ucube bir ideoloji icat ettiler ve onun adına da Osmanlıcılık dediler. .Yani devletin kurucu ve hakim unsuru olan Türklerle (Türklükle Müslümanlık özdeşti – Müslümanlar kendi aralarında herhangi bir ayrıma ve sayıma tabii tutulmamıştı), Hıristiyan unsurlar ve Yahudi unsurlar devlet karşısında eşit mesafede olacaklardı. Biraz sonra bu durum devlet dairelerinde görev almakta da eşitlendi. Türk ve Müslüman olmayan unsurlar da, 1856 yılından itibaren devlet dairelerinde rahatlıkla görev aldılar, görev almakla da umumiyetle Devlet’i Aliye’ye değil kendi müflis etnik emellerine hizmet eylemişlerdir. . Devlet, bir yandan da hızlı bir parçalanma sürecine girmiş, hızla toprak üstüne toprak kaybediyordu. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türk aydını da uyandı ve arayışlara başladı. Namık Kemal ve Ziya Paşalar ile başlayan Türklük hareketi, Ahmet Vefik Paşa, Şemsettin Samilerle büyük bir ivme kazandı, özellikle yüzyılın son çeyreğinde Göktürk alfabelerinin çözülmesi Türk aydınının da ruhunda büyük aydınlanmalara yol açtı. Mehmet Emin Yurdakul ile zirve yaptı. ”Ben Bir Türk’üm” diyen Türk aydını ağır aksak da olsa, Milli Kimliğimize ulaşmada büyük bir mesafe kaydetmiştir. Diğer taraftan Sultan II. Abdülhamit döneminde aydınları, devlet’in dağılmasını önlemek için, Sultan Abdülaziz’i halletmişler, Sultan V.Murat’ın da sağlığını yitirmesine sebep olduktan sonra; Meşrutiyet idaresinin devletin çöküşünü durdurabileceklerini sanmışlarsa da o parlamento devleti bir arada tutacağı yerde, devlet’in dağılmasını hızlandırmaya başlayınca Sultan II. Abdülhamit, çareyi parlamentoyu lağvetmekte, anayasal hakları rafa kaldırmakta bulmuştur. Gene Sultan, Osmanlıcılık ideolojisini yedeğe çekip, hiç olmazsa Müslümanları bir arada tutayım diye İslamcılık ideolojisini devreye sokmuş ise de, o konuda da başarılı olunamamış, 20 yüzyılın başlarına geldiğimiz zaman Türk dışındaki ikinci Müslüman topluluk olan Araplarda ve üçüncü topluluk olan Arnavutlarda da milliyetçilik şuuru ve Osmanlı devleti’nden ayrılma gayretleri galip gelmeye başlamıştı. Bu durum karşısında Osmanlılık diyen, İslamcılık diyen Osmanlı aydınları yanında Türküm diyen üçüncü bir gurup aydın da ortaya çıkmış ve Türkiye dışındaki kardeşleri ile de zaman içerisinde hemhal olarak Türkçülük fikriyatının güçlü bir şekilde dal budak salmasına vesile olmuşlardır.

Türkçülük başlangıç itibariyle kültürel bir hareketti. Batıdaki Fransız İhtilali, İngiltere’deki Meşrutiyet uygulamaları, hatta arada İtalya’daki genç İtalyanlar hareketi, Almanya’daki Milliyetçilik kavramları, bilahare Almanya dışında doğup Almanya’yı da etkisi altına alan Pan-Cermenizm, Pan Slavizm de Osmanlı Türk aydınını da etkilemişti. Türk Tarihi, Türk dili, Türk dili grameri sözlüğü çalışmaları, Kırım’da İsmail Gaspıralı Bey’in, Türk Birliğini arzulayan ”Dilde, Fikirde, İşte Birlik” kavramı teorik olarak Türk Birliği’nin alt yapısını oluşturan gelişmelerdi.19 asrın ikinci yarısından itibaren Macaristan’da başlayan ”Türk Birliği ya da Turancılık” fikri Türk insanının silkinip kendisine gelmesini sağlayan faktörlerden birisi olmuştur.

Batı karşısındaki yüzlerce yıl ardı ardına gelen yenilgiler, Türk aydınının kendisine olan güvenini oldukça sarsmıştı. İçerde de Türk ve Müslüman olmayan kesimlerin ayrılıkçı gayretleri, düşmanla işbirliği yapıp Türk insanına ihanet etmeleri, bunu müteakiben büyük ölçüde toprak kayıpları, Türk aydınlarının ruhlarının derinliklerinde özgüvenlerini kaybetmelerinde her halde başlıca rolü oynamıştı. Osmanlıcılık deyip samimiyetle bu fikre sadık kalan Türk insanı Devletimizin dağılmasını önlemek için samimi gayret göstermiş isede, içimizdeki, Sırp; Bulgar, Romen unsurların özellikle Ruslar, Rum, Ermeni unsurların İngiliz, Fransız, kısmen de Ruslar tarafından, Arapların büyük ölçüde İngilizler, kısmen de Fransızlarca tahrik edilmeleri, Türk olmayan unsurların Osmanlı Devleti’nden kopmalarına veya kopmanın eşiğine gelmelerine sebep olmuşlardı. Balkan savaşları sonuna Birinci Cihan harbi eşiğine bu curcuna içerisinde gelmiştik.  Morali bozulan, özgüvenini kaybetmiş olan aydınımız Milli kültürüne ve milli kimliğine büyük ölçüde dönüşü bu hırpalanmalara borçludur. Biraz silkinip kendine gelen Türk aydını yüzyıllardır kaybettiği özgüvenine büyük ölçüde de kavuşmuştu. O dönemdeki Türkçülerin, Türkçülüğün ve Türk milliyetçiliğinin en büyük meselesi kaybedilen özgüvene yeniden sahip olma meselesi idi. Türk İnsanı, Türk aydını artık bir karar vermeli idi, kararını verdi ve Enver Paşa’nın meşhur Bab-ı Ali baskını ile devletinin yönetiminde geç de olsa söz sahibi olmayı başarmıştı. Enver Paşa ile Türk insanının buluşmasının engellenmesinin  (daha sonraki iftira kampanyalarının) altında yatan en büyük sebep budur. Yani yapılan ihtilal Büyük Selçuklu devleti’nin sonunda yapılan Oğuz ihtilali ile aynı mahiyeti taşımaktaydı. Selçuklu Devleti ana gövdesi itibarı ile İran coğrafyası üzerine oturmuş, köklü bir kültür sahibi olan İran coğrafyası başlangıçta Fatih kültür olan Türk kültürü karşısında geri çekilmiş, iki yüz sene sonra Türk kültürü ile yan yana yaşamış, Türk kültürünü zayıflatmaya yüz tuttuğu sırada Oğuz Beyleri isyan edip Cihan Sultanı Sancar’a İsyan etmişler, sultanı esir alıp, bir demir kafesin içerisinde üç yıl, şu şehir senin bu dağ benim, dolaştırıp durmuşlardır. Hükümdar’a saygıda kusur etmemelerine rağmen devlet idaresinin büyük ölçüde Nizam’ül mülk ile başlayıp aynı soydan beşinci baş vezire gelince, Oğuz durumu kontrol altına almıştır. Enver Paşa’nın ihtilali de, benzer mahiyette idi.

.19. yy ikinci yarısından itibaren yetişmeye başlayan Türkçü aydınlar epey mesafe kat etmişlerdir. Şimdilerde çok tartışılan ”Türkçülük = Türk Milliyetçiliği siyasallaşsın mı siyasallaşmasın mı?” sorusunun cevabını Enver Paşa Devlet yönetimine başlangıçta kısmen el koyarak cevap vermiştir. Siyaset olmadan milli kültürümüzün devlet hayatına hakim olması mümkün değildir. Türkiye’de belli bir noktaya gelen Türkçülük hareketi özellikle Rusya İşgali altında bulunup, yüzyılın son çeyreğinde oldukça hareketlenen, rusya işgali altındaki ülkelerdeki aydınların, Çin işgali altında bulunan Doğu Türkistan’da da işgale karşı sık sık isyan eden Türklerde milli asabiyet baya hararetli idi. Türkiye’de de, Ahmet Vefik Paşa, Namık Kemal, Ali Suavi, Mehmet Emin, yüzyılın başından itibaren Ömer Seyfettin, Yusuf Akçoraoğlu, Hamdullah Suphi, Ziya Gökalp gibi isimler Türkiye’de Türk milliyetçiliğini harlandırmışlar, gelişen olaylar karşısında da Devlet idare edenlerde Türkçülük ve onun Bir ileri merhalesi olan Turancılık fikriyatına sıkı sıkıya sarılmışlardır. Bu kenetlenme, az önce Balkan Bozgunlarından, Birinci Dünya savaşında dişe diş mücadele eden, Galiçya’da, Çanakkale’de, Kafkas Cephesinde destanlar yaratan bir durumu ortaya çıkartmıştır. Hele hele Çanakkale de Gösterilen Direniş, tarihin seyrini değiştirmiştir.

 Türklük, Türkçülük ateşi ile yanan okumuş binlerce Türk evladı gözünü kırpmadan savaş meydanlarına koşmuş ve o destanı kanları ile imzalamışlardır. Bununla da yetinmeyen batılı emperyalist devletler, Evimizi,barkımızı ya başımıza yıkmaya ya da elimizden almaya geldiklerinde, millet  can havli ile Mustafa kemal Paşa’nın etrafında birleşip Türklük ateşini bir daha harlandırmışlardır. Artık elde avuç da ne varsa bu ölüm-kalım savaşında cepheye sürülmüş ve bu defa da”Milli Mücadele Ya da İstiklal Savaşı Destanı” yazılmıştı. Bugün bu tarihi hatırlamadan yapılacak Türk Milliyetçileri’nin ve Türk Milliyetçiliği’nin meseleleri değerlendirmeleri eksik kalacaktır. Sanırım birkaç yazıda hep birlikte bu meseleye çözümler aramaya devam edeceğiz.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!