VEYSEL GÖKBERK MANGA
Türk kardeşim!
Bir dalgınlık içindesin.
Kulağına fısıldıyorlar: "Ecdadın yoruldu, dinlenmeyi sen hak ettin." Anlayamıyorsun, "Onlar yorulduysa ben neden dinleniyorum?" diyemiyorsun. Muttasıl ve kaygısız dinlenecek olmanın rahatlığıyla, olan bitenin farkına varamadan, olur ya, farkına varsan bile anlayamadan, bu şuursuz hâlin verdiği keyifle hayaller deryasında yüzüyorsun.
Devam ediyorlar: "O şanlı ecdad ki, o ecdad var ya, üç kıtaya, ne üç kıtası, tüm cihana adalet dağıttı; haydi yine iyisin!" Zevk alıyorsun, pohpohlanmak hoşuna gidiyor. Sanki cihana adalet dağıtan senmişsin, yok yok, sanki cihanı sen yaratmışsın. Zevkten sarhoş oluyorsun.
"Hem bak, bu civarların hâkimi de sensin." Ayakların yerden kesiliyor. Birazdan uçacak, civarın bütün zenginliklerine konacaksın. Veya, sen zahmet etme, tek parmak şıklatmanla, tek el hareketinle Tahran’ın ipek halıları ayaklarına serilecek, Doğu’nun sedef kakmalı tahtına oturacaksın, Babil’in üzümleri altın tepsilerle önüne sunulacak, koca gözlü, esmer Arap kızlarından haremler kuracaksın, Karabağ atlarıyla ava çıkacaksın.
İşte öyle bir dalgınlık içindesin!
"Karabağ atları" demişken… Ya düştüğün dalgınlığın seni nereye götürdüğünü idrak edemiyor veya ne olursa olsun bu hâlin devamını, sonu felaket olsa bile, istiyorsun. Eski, ihtişamlı hâkimiyet günlerinin geride kaldığını söylesem sana, beni yalancılıkla suçlayacaksın. Ve hattâ, Karabağ’ın Ermeni işgali altında olduğundan bahsetsem, elbette bana inanmayacaksın. "Benim sadık tebam," diyeceksin, "öyle şey yapmaz."
Belki keyfin kaçacak; fakat şimdi sana bir şeyler anlatacağım, anlatmak zorundayım.
Bugün dünyada, seninle beraber iki yüz elli milyon kadar Türk yaşıyor. Bunların önemli bir kısmı, Sovyet Rusya’nın dağılması ile birlikte hürriyetlerine kavuştular. Ama ne hürriyet… Seninki gibi bir hürriyet işte. Senin kulağına, senin onlara kavuşamaman için bir şeyler mırıldanıyorlar ya, bu işi öte tarafta da onlara senin tarihinden, varlığından hiç bahsetmeyerek yapıyorlar. Hem de bunu yapanlar, birbirlerine düşman iki büyük kuvvet; Doğu ile Batı. Kardeş kardeşe kavuşmasın istiyorlar; belki de korkuyorlar.
Ama öyle veya böyle, bugün Türk topluluklarının çoğu hürriyetlerine kavuştular. Senin de ezbere bildiğin gibi, bir millet yedi devlet kurdu. Fakat ya hâlâ esaret altında yaşayanlar? Ben sana şimdi onlardan da bahsedeceğim.
İran diye bir ülke var, biliyorsun; hani ipek halılarıyla ünlü olan… Bugün o devlet sınırları içinde, neredeyse o devletin yarısı kadar Türk soydaşın yaşıyor. Esaret altındalar.
Çin’i biliyorsun; onun da ipeği ünlüdür. Sonra, şimdi ben sana anlatmayayım, orada devlet kurmuş, yerleşikliğe geçmiş Uygur Türklerinden de haberin var. Esaret altındalar.
Rusya Federasyonu’nda Ahıska Türkleri, Hakas Türkleri, daha niceleri… Suriye, Irak’ta Türkmenler… Esaret altındalar; hattâ vatansız kaldılar.
Gerçi sen, esaret altına girmenin ne demek olduğunu bilmezsin. Övündüğün ecdad, ruhları şâd olsun, sana bir vatan, bir bayrak bıraktılar. Fakat anlamak zorundasın.
Bugün senin öncelikli meselen, esaret altındaki soydaşlarını kurtarmak meselesi olmalı. Yine hoşuna gitmeyecek; ama bunun için ilk önce, kulaklarını o, senden olmayan adamlara tıkayacaksın.
Tıkayacaksın ki, ayakların yere bassın. Sonra, hemen sonra, yüzünü, yüz yıldır yüz çevirdiğin kardeşlerine, soydaşlarına döneceksin, mecbursun. Derdini dinleyeceksin; elini uzatacaksın; düştüğü kuyudan çıkaracak, göğsünle siper olacaksın. Kardeşsiz yaşayamaz çünkü kardeş. O yoksa sen de yoksun, sen ancak onunla varsın, büyüksün. Bir olacak, büyüyecek, güçleneceksin. İyiye kötüye, kardeşinle, soydaşınla beraber yürüyeceksin.
Bozkurt soylusun. "…bir dağ az gelir mayası hür bozkurda." demiş şair. Anadolu güzel, Anadolu vatan. Ancak yetinmeyeceksin, hakkını arayacaksın. Kendi hakkını, kardeşinin hakkını, hakkınızı, hakkımızı arayacaksın.
Bu birlik beraberliğin, tabiî ki ayrıntıları vardır. Bir iktisadî birlikten bahsedebilirim sana. Veya siyaseten, veya askerî beraberlikten… Fakat hepsinden önemlisi, önce gönlünü birleştireceksin soydaşının gönlüyle. Kendin kadar seveceksin onu da. Her şeyden önce, seveceksin.
Anlamışsındır Türk kardeşim. Senin bugün en büyük sıkıntın şu: Sevmesini bilmiyorsun. Belki biliyorsun da, unutmuşsun, hatırlayamıyorsun. Arada hatırlayacak oluyorsun, birileri gönlünün bam teline dokunuyor. Ama ya yeteri kadar titretemiyorlar o teli veya sevgini soydaşlarına yöneltmeni önlüyorlar, başka taraflara sevk ediyorlar.
Dedim ya, ilk önce kardeşini seveceksin. Bunun için de önce kendini bileceksin. Sevmek bilmekle başlar. Bileceksin, seveceksin. Bir kısır döngüdür bu; sevdikçe bilecek, bildikçe daha çok seveceksin.
Sorun belli, çözüm belli. Hedefin hükmetmek olacak; dünyaya hükmetmek… Bunun yolunun da, kardeşinle bir olmaktan geçtiğini fark edeceksin zamanla. Şimdi bana, "Neden hükmetmek isteyeyim dünyaya? O zaman, uzun uzun anlattığın o kötü, sömürücü ülkelerden, milletlerden ne farkım kalır ki?" diyeceksin. Şüphe etmekte haklısın. Fakat senin hükmetmek gayen de, hükmetme şeklin de Batılının anladığından, bildiğinden; onunkinden farklıdır.
Sen bozkırlısın, bozkır çocuğusun. Batılının dedeleri bir çifte koştuğu hayvanın peşinde, etrafını çevirdiği tarladan gayrı bir dünya göremez, karın tokluğundan başka bir gaye güdemezken senin ecdadın bozkırın getirdiği adalet, hukuk, yönetme kabiliyeti ile-yine bunları diğerlerine, ufku tarlasının bittiği yerde kapanan adamlara da öğretebilmek için-dünyayı fethe giriştiler. Senin için hükmetmek budur. Çünkü sen, sevip bildikçe, bilip sevdikçe, kendinden haberdar oldukça anlayacaksın ki, tarih boyunca Türk’ün elinin değdiği yerde, eli değdikçe bir huzur, bir sükûn devresi yaşanmış; Türk, gittiği yere kendisiyle birlikte hukukunu, adaletini götürmüş; hattâ çoğu kez, Türk gitmeden onun hukukunun, adaletinin, yani töresinin namı gitmiş. Türk, önce gönülleri fethetmiş. Senin için ülkü budur.
Türk kardeşim!
Uzun zaman yattın, dinlendin. Ben bu arada, gaflete düşmedin de güç topladın sayıyorum. Şimdi vakit, sen durdukça yürüyen düşmandan, sen durduğun sürece aldığı yolun hesabını sormak vaktidir. Bunca zaman onları dinlediğin, onların keyfince hareket ettiğin yeter. Bundan sonra bu sesi, bu milletin sesini dinleyeceksin. Bak, işte Türk kardeşlerin, soydaşların, esir Türk yurtların, canın ciğerin seni arıyor, haykırıyor; kulak ver:
“Vaktiyle hükmettiğin milletler şahlandılar.
Düşmanların hür, dimdik; sen yüzüstü yerdesin.
Ve sen yürüyemezken onlar kanatlandılar.
‘Ey millet-i merhume,’ ey kurt soylu, neredesin?”