Devlet, milletlerin hayatında vazgeçilmez bir organizasyondur. Dağınık hâlde olan toplulukların düzenli bir şekilde yaşayabilmesini temin eden kurallar ve kurumlar manzumesidir. Somut bir varlık değildir ancak soyut olmakla birlikte somut bir varlıkmış gibi hissedilir. Hatta neredeyse görülür hâle de gelir.
İnsanlık tarihinin, bilinen kısmı içinde sürekli olarak devlet organizasyonu ile yaşamış pek az millet vardır. Bunlardan birisi Türk milletidir. Bu devletler kurucusunun aile veya boy adını alsa da soy itibarı ile Türk’türler. Tarih onları adlarının başına “Türk” adını koyarak anar.
Türk devletlerinin idare şekli veya egemenlik yapıları ne olursa olsun (ister mutlakıyet ister demokrasi) mutlaka adalet, hak ve hukuk ön plana çıkmış, idarenin temelini teşkil etmiştir. Bu devletlerin hemen hepsinin imparatorluk olması, cümlenin önemini daha da artırır. Çünkü bu devletlerde idare edilen halk, farklı soyların ve farklı dinlerin hülasası hâlindedir. Bununla birlikte mülk (devlet) hep korunmuş, üzerine titrenmiş, hatta candan aziz bilinmiş ve ona göre davranılmıştır. “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” deyimi bu hassasiyetin ürünüdür. Eve gelen bir konuk yollanırken “devletle” diyerek uğurlanır. Devlet baba, vatan ana diye anılır, ebet müddettir. Ancak bunlarla birlikte, Osmanlı Türk Cihan Devletinin kuruluşunda Şeyh Edebalı Osman Gazi’ye “Ey Oğul… İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyerek nasihat ederken “bireyin” de devlet için önemi vurgular.
Yaptıklarıyla Kanunî unvanını alan Sultan Süleyman ise;
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi…” derken devlet- halk (millet) ilişkisini ve devletin Türk milletinin kültüründeki yerini çok veciz bir şekilde ortaya koyar.
Devlet nezle olursa…
Devlet ve vatan ayrılmaz ikilidir. Vatanı korumak insanın namusunu korumakla eşdeğerdir… Namus devletin, devlet de Türk’ün emanetindedir. Vatan sağ olsun cümlesi böyle bir anlayışın ürünüdür.
Devlet hastalanırsa Anadolu’nun en ücra köşesindeki Türk, yataklara düşeceğinin şuurundadır. Tarlasını rahat ekemeyeceğini, güven içinde yatamayacağını, huzur içinde nefes alamayacağını bilir. Ekmeğini rahat yiyemeyeceğini, özgürlüğünü kaybetme tehdidini ve tehlikesini geçmişte çok yaman tecrübe etmiştir.
Devlet varsa huzur vardır, güven vardır, rahat vardır, hürriyet vardır, istiklâl vardır. Devletin herhangi bir rahatsızlığı yoksa ekmeğini kaygısızca yiyebilir.
Türk tarihiyle yaşıt olan devlet anlayışının ortaya çıkışı, gelişmesi ve yerleşmesi bu irfan sayesinde olmuştur. Onun için Türk Kara Kuvvetlerinin kuruluş tarihi olarak M.Ö. 209’dur. Yani “2230 yıl önce vardım, hâlâ da varım” denilmektedir.
Böyle bir devletin yazılı kuralları, yazılı olmayan kuralları yani teamülleri, gelenekleri, alışkanlıkları, kurumları, kurulları vardır. Ve en önemlisi, devlet hareket ederken bütün bu bileşenler bir uzlaşma veya daha doğru ifadesi ile koordinasyon içerisinde (uyum içerisinde) davranır. Aksi takdirde her enstrümanı ayrı nota basan bir orkestraya benzer. Yani hareket edemez hâle gelir. Ya da zücaciye dükkânına girmiş fil gibi olacaktır. Böyle bir durum eğer toparlanamadığı takdirde devlet için yıkım anlamını da taşımaktadır.
Devlet yönetimi sanattır…
Bugün devletin yapısı tamamen değiştirildi. Kaptan köşkünde de onun işlemesinden sorumlu ancak sorumlulukları anayasanın öngördüğü süre ile sınırlı olan emanetçileri arasındaki devlet telakkisindeki ayrılık, artık çok yıpratıcı seviyelere geldi. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçtikten sonra daha da artan bu ayrılık çok önemli sorunların kaynağı durumunda.
Bugünkü tek adam sistemi, bir kişinin bütün devlete yetişememesi ve yetki kullanımı karmaşası yüzünden devletin çok merkezden yönetilmesi sonucunu ortaya çıkardı. Gerek devletin bütününde gerekse sektörlerde, etrafı sularla çevrili ve anakara ile ilişkisi olmayan adalar misali adalanmalar oluşmuş hâlde. Yeniden, yönetimin hem birbirini kontrol eden hem de senkronize bir şekilde uyum içinde çalışan sistemli bir bütün hâline getirilmesi gerekiyor.
Toparlanmanın birinci şartı tek adam sisteminden vazgeçip, devletin yeniden güçlü bir dengeye oturulmasıdır. İkinci şartı ise Türk milletinin tek yumruk hâlinde hedefe kilitlenerek üretim yapması, üretim yaparken de tutumlu davranarak arttırması gerekiyor. Ancak bu iki şartın gerçekleşmesi için öncelikli olarak Türk kimliğiyle kavga edilmemelidir. Mütemadiyen etnik kimliklere yapılan vurguların artık terk edilmesi zaruridir. On sekiz yıldır süregelen ideolojik hedeflere ulaşmak için yapılanlar devlette başkalaşıma, toplumda büyük sosyolojik depremlere sebep oldu. Türk milleti, kimliğiyle yapılan ve 18 yıldır hiç ara verilmeyen mücadeleler sonucunda ciddi ayrışmalar yaşıyor.
Devletin kurucu ayarları
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu fikri Türk milliyetçiliğidir, sağcı veya solcu da değildir. Kurucular, milletin bütününe bakmış ve bütünü kucaklamışlardır. Pergellerinin sivri ucunun konulduğu yer Türk kimliğidir. Siyasetin de devletin de merkezi bu şekilde oluşmuştur. Atatürk’le altın çağın yaşandığı bu dönem her yönüyle yeniden doğuş yıllarıdır. Bu sayede de Türk milleti hem kendine gelmiş hem kendisi olabilmiş hem de kendisi olarak kalabilmiştir.
Bir binanın statik hesapları yapılırken dikkate alınan iki merkezi vardır. Birincisi simetri ikincisi ağırlık merkezidir. Bu iki merkez birbiri ile ne kadar yakın olursa o bina depreme dayanıklı bir hâldedir demektir. Bu merkezler birbirinden ne kadar uzaklaşırlarsa depreme dayanıklılık o oranda azalacaktır. Bugün Türk halkı en hafif şiddetteki depremden bile etkilenecek kadar kendinden uzaklaşmış vaziyettedir.
Bu zorlu bunalımdan çıkış için gömleğin birinci düğmesini doğru iliklemeli, Türk milletinin “ağırlık merkezi” ve “simetri merkezi” mutlaka çakıştırılmalıdır. Muhtemel etkilere karşı toplumsal mukavemet tahkim edilmeli, hiçbir zorlamanın sarsamayacağı hale getirilmelidir. Bu durumda; Türk milletinin ve Türk vatanının üzerine hesap yapan, içeride ve dışarıda, dost ve düşman herkes buna göre hareket eder.
Aksi takdirde yaşanabilecek büyük sıkıntılar yüce Türk milletini çok ama çok üzecektir.