Başlangıç:
Din, dilden sonra toplumların kimliklerini oluşturan en önemli kültür unsurlarından biridir. Atalarımızın en eski dinî inancı -dinler tarihçilerine göre- : Gök Tanrı merkezli, onun etrafında şekillenmiş, tamamen kendine özgü bir M o n o t e i z mdir (bk. Harun Güngör, Türk Bodun Bilimi Araştırmaları, İstanbul 2006, 28.). Bu husus bazılarına göre Gök Tanrı Dini, bazılarına göre ise Kuran-ı Kerimde geçen ve Hz. Peygamberden önce var olan bir inancın adı olan Hanif Dini ile eş anlamlı olan bir inanış gibi görülmektedir.
Atalarımız tarihin hiçbir döneminde herhangi bir puta ve hayvana tapmamışlardır. Tarihimizin en eski yazılı metinlerinden olan Gök Türk Âbidelerindeki Tanrı kavramına göre atalarımız öncesiz, sonrasız, güçlü, yaratıcı, hiçbir varlığa benzemeyen, madde ve şekil olmaktan uzak, koruyucu, bağışlayıcıbir Yüce Tanrıya inanmışlar, tarihin hiçbir döneminde herhangi bir puta tapmamışlardır. Daha sonra atalarımız X. yüzyıldan başlamak üzere İslam Dinini benimsemişler, misyonersiz bir din olan İslam dininde kendi inanç ve kültür yapılarıyla paralellikler, benzerlikler, örtüşen değer yargıları buldukları için iman yönünden direnç göstermeyerek kabul etmişlerdir. (Bu konular için bk. A.Vehbi Ecer, İslam Tarihi Dersleri, Kayseri 2000, I. cild; A.Vehbi Ecer, Türkler Zorla mı Müslüman Oldular?,Bilgi Yurdu Dergisi, Mayıs-Haziran 2010, S. 19, 7-8.)
Bu kabullenişlerinde alplerin, alp-erenlerin, Türkçe konuşan ve dinin cazibesini halkın anlayacağı şekilde anlatan ve sevdiren dervişler ve şairlerin rolleri olmuştur. Atalarımız her alanda olduğu gibi İslam dini alanında da büyük ilim adamları, bilginler yetiştirdiler. Türk milletinin inanç tarihinde, bu yüce milletin inancına yön veren üç büyük köşe taşı, ilim adamı İmam-ı Azam Ebu Hanife (ölümü: 767), Ahmet Yesevî (öl:116), Ebu Mansur Mehmet Matüridî (öl: 944 ) oldu. Fıkıhta (=yanı İslam hukuku, ibadet alanlarında) Ebu Hanife, tasavvufta Ahmet Yesevî, akaidde (=yani teoloji-Tanrı bilimi, inanç ilkeleri alanında) Mehmet Matüridî atalarımızın rehberi oldular. Türk asıllı olan her üç din bilgini de Türk milletinin yaratılışına, sosyal yapısına uygun biçimde İslam dinini yorumladılar, açıkladılar.
Matüridî Kimdir?
Türk kültür muhitinin yetiştirdiği Mehmet Matüridî , Semerkandın Matürid kasabasında doğduğu için, doğduğu yere izafeten Matüridli anlamında olan Matüridî diye anılmaktadır. Bazıları onu, Semerkandlı anlamına gelen Semerkandî diye de anar. Mehmet adını Araplar Muhammed diye okurlar, ancak Türkler aynı yazılışta olan bu kelimeyi Hz. Peygamber (SAS)e hürmeten Mehmet diye okur ve çağırırlar.
Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte vefatı hicrî tarihe göre 333, miladî tarihe göre 944 yılıdır. Kendi bölgesindeki Hanefi (=Ebu Hanifeye bağlı) mezhepli bilginlerinden ders aldı ve kendini yetiştirdi. Değişik dini düşünce ve fikirlerin bulunduğu çağında bunları inceleme imkanı buldu, bunlardan bazılarının tenkidini yaptı. İnançla ilgili olarak Kitab üt-Tevhid ve tefsir ile ilgili olarak Tevilât ül- Kuran başlıklı eserleri önemlidir. İlk eser Prof. Dr. Bekir Topaloğlu tarafından dilimize çevrildi, diğerinin çevirisi üzerinde çalışmalar devam etmektedir.
Belli Başlı Görüşleri:
Matüridinin dine yaklaşımı akılcı, ilimci ve hoşgörülüdür. Taassuptan (=bağnazlıktan) uzak bir anlayışı savunur. Kendi görüşlerini inanmaya zorlayan, kendi görüşlerini inanmayanları cezalandırmakla kendilerini görevli sayan gurupları onaylamaz. Matüridi, ana inanç ilkelerini ilgilendirmeyen inanç ve eylem farklılıklarını hoşgörü ile karşılar, kıbleye yönelen herkese mümin gözüyle bakar. İslam inanç esaslarıyla ilgili açık bir yalanlaması (=yani inkârı) olmadığı sürece insanların ibadetlerine ve işlerine karışılmaması kanaatindedir. Bu düşüncesini amelin (=yani eylemlerin, yapılan işlerin) imana dahil olmadığı formülüyle açıklar. Daha açık ifadeyle Matüridi, kıble ehlinin, kelime-i şehâdet getiren kişilerin farklı eylem ile düşünceye sahip olmalarını hoşgörü ile karşılar.
Matüridinin diğer önemli bir yönü de dinde akıl ile Kuran ve sünneti ahenkli bir şekilde kullanmaya verdiği değerdir. Matüridiye göre akıl bilgi kaynaklarındandır. Bilginin diğer kaynağı olan duyu organlarının sağladığı bilgilerinin doğruluğunu akıl ayırdeder. Akıl hakkı ve bâtılı ayırmak için tarafsız bir hakem gibidir. Dinin aslî kaynakları akıl ile anlaşılır, yorumlanır. Ayrıca Yüce Tanrı Kuran-ı Kerimde birçok yerlerinde aklı kullanmayı tavsiye eder. Peygamberimiz de Din akıldır, aklı olmayanın dini yoktur buyurur. Dinin asli kaynağına nasıl itibar ediyorsak akla da aynı şekilde itibar etmek, birini diğerine üstün kılmadan dengede tutmak gerekir.
Matüridi, kişisel hürriyete, hoşgörüye önem verir, küçük kusurlardan dolayı kişilerin dışlanmasına karşıdır. Meselâ, eylem (=yani amel, inanılan şeyleri uygulama) imandan bin parça değildir. İman ve amel (=eylem) ayrı ayrı şeylerdir. Matüridiye göre ibadetleri ihmal etmek, zina etmek, içki içmek, hırsızlık yapmak ve benzeri günahları işlemek günah ve istenmeyen bir şey olmakla birlikte, mümini imandan ve dinden çıkarmaz. Bu eylemlerde bulunanlar münkir değil günahkârdırlar. Taklide dayalı iman bâtıl(=geçersiz)dır. Dinî ilkelerin akılla ve delilerle bilinmesi gerekir.
Matüridi Kitab üt-Tevhid başlıklı kitabında: Bizzat her kişi bilir ki yaptığı işte hür olduğu gibi fail (=işi yapan) ve kâsib (=yani kazanan) dir(s. 226).Bu ifadeden, insanın yaptığı bir işi hür olarak kendi iradesini kullanarak yaptığı anlaşılmaktadır. Eylemin Allah tarafından yaratılmış olması, insana bir mecburiyet yüklemez. Matüridiye göre insan, kendi eylemlerinin muktesebi(=yani kazananı)dır. Ancak bu eylemleri yaratan Yüce Tanrıdır. Matüridi, Allahın fiiline halk (=yani yaratma), kulun fiiline eylemine k e s b (=yani kazanım) adını vermek suretiyle tek bir olay olan eylemin farklı açılardan isimlendirilmesini yapmaktadır. Ona göre eylem Allah ile kul arasında paylaşılmaktadır. Eylem Allaha izafe edildiğinde yaratma, insana izafe edildiği zaman k e s b adını almaktadır. Böylece Matüridi kuldan (=insandan) iradeyi tamamen kaldırıp, insanı robot haline getirmiyor. Ona göre, insan bir işi yapmayı isteyince, Allah onda bu işi, eylemi yapma gücünü (=istitaatı) yaratır. İnsan hür eylem sahibidir. Böyle olunca da insan, iyi iş sonucunda mükâfat, kötü iş sonucunda da ceza alacaktır. Bir kimsenin kendi isteği ve iradesiyle isteyerek oluşan eylem k e s b dir, insanoğlu bu kesbinde (=kazanımında) hür ve sorumludur.
Matüridi, peygamberlerin sayısının Kuranda isimleri geçenlerden ibaret olmadığını Kurana dayanarak ifade eder. Ayrıca her peygamber Yüce Tanrıdan içinde doğup büyüdükleri milletlerin diliyle vahiy almışlardır. Hz.Muhammed (SAS), Arap toplumu içinde bulunduğu için, hitap ettiği toplumun anlaması için Kuran, Arapça olarak inmiştir. Yoksa Allahın vahiy dili Arapça değildir ve daha önceki bilinen peygamberlere farklı dillerde vahiy gelmiştir. Yüce Tanrının değişik zamanlarda, değişik toplumlara vahyin, dini emirlerin, toplumun anlayabileceği bir dilde, peygamberleri aracılığıyla göndermesi, Kuranın her toplumun kendi diline çevirilerinin yapılabilmesinin gereğini ortaya koymaktadır. Kuran bütün toplumlara gelmiştir ve bütün toplumların da onu anlamaları, bilmeleri haklarıdır. Bu sebeple Kuran her toplumun diline çevrilerek (=tercüme edilerek) okunması, öğrenilmesi gerekir. Aslında bu anlayış Matüridinin icadı değil, Kuranın da emridir.
Matüridiye göre Allah, yaratılmış varlıklardan birini çağrıştıran bir kelimeyle, bir isimle anılması caiz değildir. O, dengi ve benzeri olan hiçbir şeye benzetilemez. Dengi ve benzeri bulunan her şey çokluk statüsüne girer ve tevhide aykırıdır.(bk. Şura suresi/11; Kitab üt-Tevhid, 37 vd.) Ancak her dilde Allahın öncesiz, sonrasız, tek oluşunu ifade eden kelimeler olabilir. İmam-ı Azam Ebu Hanife de, Matüridi de Allaha karşılık olabilen bir kelimenin Allah karşılığında kullanılabileceğini ifade etmişlerdir. Ebu Hanife ve Matürididen sonra yaşayan İslam bilginleri de ayni kanaatte olmuşlar, Allah karşılığında yaratılmış varlıklardan birini çağrıştırmayan ve halkımızın kullandığı Tanrı, Çalap, Hüdâ, Rab gibi kelimelerin Allah karşılığında kullanılabileceğini savunmuşlardır. Aslında Kuranın dışındaki bütün i lâhi kitaplarda, Tevrat, İncil ve Zeburda Allah kendine Allah dememiştir, bu kitapların tebliğ edildiği milletlerin dilinde kullanılan (=Elohim, Yahve, Rab) kelimeler kullanılmıştır. (Bu konu için bk. Ahmet Vehbi Ecer, Büyük Türk Alimi Matüridi, İstanbul 2007, 98-101.) Ayrıca Allahın vahiy dili sadece Arapça değildir. Hangi topluma peygamber göndermiş ise o toplumun diliyle emirler göndermiştir. Bu husus Kuran-ı Kerimin İbrahim Suresinin dördüncü ayetinde :Biz her peygamberi onlara açıklaması için kendi diliyle gönderdik ifadesiyle yer alır.
S o n u ç:
Sonuç olarak özetlemek gerekirse atalarımız Türk asıllı İmam-ı Azam Ebu Hanifeye, Türk kültür muhitinin yetiştirdiği Semerkantlı Mehmet Matüridiye bağlanmışlar ve kimliklerini değiştirecek biçimde bir kültür değişimine uğramamışlardır. Zira dinin kültür emperyalizmine âlet olarak kullanıldığı dönemler olmuştur. Tarih içinde dinini değiştiren toplumlardan, dinin emperyalist amaçla kullanılması etkisiyle dilini ve milliyetini değiştiren toplumların varlığını biliyoruz. Macar ve Bulgar gibi Hıristiyanlaşan Türklerin Türklüklerini unutmaları, Mısır ve kuzey Afrika halklarının Müslüman olmalarıyla birlikte Araplaşmaları, sayılabilecek örneklerdir.
Atalarımızın Müslüman olmalarıyla birlikte kendi kültürlerini yaşamalarının, dillerini ve geleneklerini kaybetmemelerinin sebebi, milletimizin köklü bir kültür mirasına sahip olmasının rolü vardır. Ancak Kuran ve Sünnete karıştırılmak istenen Arap kültürüne milletimizin teslim olmamasının – sahip olduğu köklü kültür mirasının yanında -Ebu Hanife (öl: 768), Mehmet Matüridi (öl:944) ve öğrencileri, Ahmet Yesevi (öl:1166), Hacı Bektaş Veli, Mevlana, Yunus Emre gibi kişilerin İslam dinini yorumlamasının etkisini unutmamak gerekir. Bu büyük insanlar, İslamiyeti aslına bağlı kalarak Türk kültürü ile kaynaştırmışlardır. Ebu Hanife ve Maturidi, duaların, hatta gerektiğinde ibadetlerin toplumların, milletlerin kendi dilleriyle yapabilecekleri görüşleri Türk dilinin korunmasını sağlamıştır. Bu bilginlere göre Yüce Tanrının insanlar gibi seslere ve harflere ihtiyacı yoktur, önemli olan anlamdır. Böyle bir anlayış sonradan Müslüman olup da dil ve kültürlerini kaybetmek istemeyen toplumlara kendi benlik ve kimliklerini koruma imkânını sağlamıştır. Bu sebeple atalarımız Kuranın anlamına önem vermiş, Kuran ile Türk kültürü arasında ortak noktalara kavuşmayı, geleneksel Türk kültürünü İslam dini içinde diri tutmayı, benliklerini kaybetmemeyi başarmışlardır.
Bu başarıda Ahmet Yesevi, Yunus Emre ve başka şairlerin de rolleri olmuştur. Başka ifadeyle Ebu Hanife, Mehmet Matüridi ve Ahmet Yesevinin engin yorumlarıyla Kuran ile Türk kültürü arasında ortak noktaları bulmuşlar ve milletimizin hem iyi bir Müslüman olmalarını, hem de benliklerini ve kimliklerini korumalarını sağlamışlardır. Türk kültüründe kadınlara saygı, bütün insanlara karşı hoşgörü, farklı anlayıştakilerle bir arada yaşama kültürü, doğruluk, alçakgönüllülük, misafirperverlilik, nefsine hakim olma, kanaatkârlık, kazançta helal olana yönelme, ahde vefa, merhamet, fedakârlık, diğergâmlık (=yani özgecilik), töreye göre hareket etme, selamlaşma, gönül alma, millet, vatan, ilim sevgisi, atalara saygı gibi hasletler İslam dini ile korunmuş, dinimiz ile kültürümüz arasında bir çatışma olmamıştır.
Ebu Hanife, Matüridi, Ahmet Yesevi gibi Müslüman Türk bilginleri İslam dinini Türk kültürüne, Türk dünya görüşüne, örf ve geleneklerine uygun, akılcı, kucaklayıcı ve hoşgörülü bir şekilde açıklayarak sevdirmişler ve bu sevgiyle büyük Türk milleti İslam dinini bir Arap kabile dini olmaktan kurtararak bir dünya dini haline kavuşturmuşlardır. Bugün, halkı Müslüman olan devletlerarasında Ebu Hanife ve Matüridinin görüşlerine bağlı olan toplumlar diğerlerine oranla daha çağdaş, daha medenî ve daha demokratik yaşam içerisinde benliklerine ve hürriyetlerine sahiptirler. Bu konularla ilgili olarak Büyük Türk Alimi Matüridî başlıklı kitabımızda geniş bilgi bulabilirsiniz.(www.haberaka demi.net sitesinden alınmıştır.)