Çok uzun süredir bir çocuk hikayesi yazmak istiyordum. Zihnim o yaş grubuna aşina olmadığından, bu işi devamlı erteliyordum. Birkaç hafta önce çok sevdiğim Kıymetli Arkadaşlarım Sena Büçge ve Beyzanur Buruk bana ulaştılar. Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı önderliğinde Türk DEGS ekibi olarak, Mavi Vatan üzerine yaptıkları çalışmalara bir yenisini eklemek istediklerini söylediler. Bu, çok uzun süredir içimde arayışını sürdürdüğüm çocuk hikâyesi projesini, şimdi Mavi Vatan vesilesiyle karşılamak ruhumu âbâd etti. Hemen kabul ettim. Bir süre üzerine düşündüm ve neticede ilkokul ve anaokulu seviyesindeki çocuklar için bir deniz hikâyesi yazdım. Şuna inanıyorum ki kalem, kâğıt ve yazar bir araya gelirken belli bir süreçten geçerler. Yazının nasıl, nerede, ne için ve hangi koşullarda yazılacağı, zamanla belli olur. Bu bakımdan bu hikâye benim ilk çocuk hikâyem olarak özelliğini her daim koruyacak.
Hikâye bittikten sonra Beyza ve Sena bu metni resimlendirdiler ve bir çizgi hikâye formatında Yaycı Paşa’ya sunumunu yaptık. O akşam ofise: “Eveeeet, gelin bakalım gençler” seslenişi ve güler yüzüyle giren Paşa, beni çok güzel ağırladı ve kitaplarını “evladım” hitabıyla imzaladı. Doğrusu orada, Türk çocuklarını evladı olarak sahiplenen bir koruyucu tavır gördüm. Sosyal olarak varlık göstermek her zaman kıymetlidir, bazen kıymet verdiğiniz şahsiyetlerle göz göze konuşmak ise size daha çok “varlığınız olduğunu” hissettirir. Bu bakımdan misafirperverliği ve projeye yaptığı önderlik içinkendisine teşekkür ediyorum.
14 Eylül 2022 akşamı, karşımda çocuklar varmış edasıylaanlatıcı konumunda yüksek sesle ve kendimi kaptırarak sunumu yaptım. Kendisi bu sunumun hemen sonrasında bizi oturmaya davet etti ve sohbet etmeye başladık. Mavi Vatan Doktrini üzerine haritaları ve söylemleri olan Paşa’nın, odasındaki haritalar, semboller ve yazılar başta olmak üzere tüm hayatı bu mesele üzerine kurulu görünüyordu. Sembol okuyucusu olmak isteyen bir siyaset öğrencisi olarak, Paşa’ya devamlı odada bir nesneyi gösterip: “Bu nedir Komutanım?” diye sordum. Güler yüzle hepsini tane tane tanıttı. Bu çocuk hikâyesi fikrinin nasıl ortaya çıktığını anlatırken bir tabloya işaret etti. Usta bir ressamın resmettiğini düşündüğüm bu tabloyu, bir ilkokul öğrencisinin yaptığını söyleyince çok şaşırdım. Tablonun hikâyesi şu:
“Cihat Yaycı Paşa’nın okullarına seminere geleceğini öğrenen bir kız öğrenci, babasının anlatımına göre birkaç gün Paşa’nın kayıtlarını dinlemiş ve ona ne hediye edebilirim, diye düşünmüş. Bunun üzerine dinlediği kayıtlardan, Yaycı Paşa’nın hayatına dair belli ayrıntıları üst üste ve kompozisyon zorlamasına girmeksizin resmetmiş. Örneğin; çocukken isteksiz gittiği mandolin kursu, gemideyken karşılaştığı bir fırtına, okulu, ilk gemisi vs. Tüm bunları harika bir bakışla resmeden kız çocuğu, Paşa’ya hediyesini takdim edince onda şu hissi uyandırmış –Mavi Vatan Doktrini ilkokul seviyesinde de anlatılmalıdır– Bu yaş grubunun zihni son derece öğrenmeye açık ve işlenmeli.”
Seneler evvel yetenekli bir kız kardeşimizin yaptığı hediye vesilesiyle Türk DEGS bugün yalnızca akademik seviyede makaleler ve basın bildirileri yazmakla kalmıyor, şimdi çocuk hikâyeleri de üretiyor. Yazdığım hikâyede baş karakter küçük çocuk, dedesine: “Dedeciğim, denizler ülkenin içinde midir, dışında mıdır?” sorusunu yöneltiyor. Dedesi ise yerdeki toprağa elini sürerek: “Toprak vatanımızdır oğlum, denizler ise Mavi Vatanımızdır. Vatan ayrılmaz bir bütündür” cevabını veriyor. Son zamanlarda bu basit görünen soruyu yalnızca çocuklar değil, yetişkinler de sorar oldu. Çünkü denizler ve ülkelerin sulardaki hakimiyeti konusu son yirmi senedir ülkemizde öyle yanlış yönetiliyor ki orada bize ait bir bölge var mı, yok mu bilincinde değiliz.
Paşa, sohbet esnasında ölüme hazır olduğunu söyledi. Ne demek istediğini anlayıp, bu çok güzel bir şey Paşam, dedim. Dışarıdan dinleyen birisi ilk bakışta buna neden güzel dediğimi anlamayabilir. Ama Paşa açıkladı: “Devletime, evladıma, çalışmalarıma karşı hep emektar olduğumu düşünüyorum. Bugün ölüm gelse, yapacak bir işim daha vardı, demem. Bu bir umutsuzluk değil, tamamlanmışlık hissi” dedi. Hem insanın ülkesine ve ülküsüne dair bunu söyleyebilmesi çok güzel hem de böyle bir insanı ölümle korkutamayacağınızı anlarsınız.
Oğlu Baybars’tan bahsederken şöyle bir sohbetlerinden bahsetti:
“Oğlum hukukçu oldu. Bana bir gün, Baba o kadar çalıştın, emek verdin, bir evin bile yok, dedi. Ben de ona, Sen Yunus Emre’yi tanıyor musun oğlum? Dedim. Tabi ki biliyorum baba, dedi. Peki oğlum, Yunus Emre zamanında yaşamış en zengin adamı tanıyor musun? Dedim. Bilmiyorum, dedi. Bilemeyiz çünkü hatırda kalmamıştır. Ben sana, bir isim bırakmak için çalıştım oğlum, dedim.”
Bu diyaloğu aktarınca bu ismin yalnızca oğlu Baybars Yaycı’ya değil, tüm Türk Gençlerine miras olduğunu söyledim. Çünkü her fikir üretimi, sonraki nesillere bir göz aydınlığı sunmaktı.
“Böyle şeyler için çalışmadım” dedi. “Böyle şeyler ilgimi de çekmedi ama Libya Antlaşması yapıldığında ağladım. Boğaz geçiş ücretlerinin altın frank karşılığı arttırılması beni ağlattı. Çünkü bunlar benim fikrimdi. Fikrimin hayat bulduğunu görmek beni çok mutlu etti. Gençken orduda benim fikrimi kendi fikri gibi sunanlara çok sinirlenirdim. Ama bir gün bir büyüğüm bana dedi ki, Cihat, sen bir nehirsin. Bırak, o da bir bardak su almış olsun. Bunun duyunca rahatladım. Çünkü fikir üretmek eğilimi, bende devam ediyordu.”
Paşa’yı dinlerken etraftaki haritalara da bakıyordum. Kendi çizimleri, replikaları, ona nazire olsun diye başka insanların çizimleri ve dahası… Orada Türk Denizciliği için bir mücadele duruyordu.
Son zamanlarda Ege’de yaşanan adalar gerilimi ve Yunanistan’ın tavırlarındaki umursamazlık, ülkemizin denizleri için hakiki bir tavır sergilemesi zorunluluğuna dikkat çekti. Neticede bir ülkenin iktidarı, denizdeki balığın ortamından ve devlete zimmetli adaların kumundan da mesuldür. Fırtınalar yalnızca geminin içindeyken değil, tepesindeki bayrağa inanan herkes için tehlikelidir. Bu bakımdan Doğu Akdeniz’de yaşanan paylaşım krizi, adalar sorunu ve dahası, kuvvetle muhtemel artık gündemde yerini sağlamlaştırdı. Yapılması gereken, deniz alanında senelerini feda etmiş Cihat Yaycı Beyefendi gibi şahsiyetlerin, bir komisyon kurup ivedilikle yöntem ve strateji çalışmalarına dahil edilmeleridir. Gördüğüm o ki Türk DEGS sahada aktif ve nitelikli çalışmalar yapıyor. Sahada ve masada, alana hâkiminsanlar olursa, bu cepheyi de hakkıyla savunuruz kanaatindeyim.
Projeye beni dahil ettikleri için Sena Büçge’ye ve Beyzanur Buruk’a teşekkürlerimi sunuyorum. Allah hiçbir Türk Gencinin ülkesi için verdiği emeği zayi etmesin. Umarım çok yakında bu hikâyeyi çocuklarımız okuyacak. Duam odur ki ne denizde ne karada, yarının çocuklarına hatıra olarak zaferden başka bir şey anlatılmasın.
Betül AZRA