Topyekün Mücadele Anlayışı – Mehmet Gençtürk

Mehmet Gençtürk

Giriş
Topyekün mücadeleyi, kendi bakış açımızda; ülkemizi yıpratmayı ve geri bırakmayı amaçlayan tüm etkenlere karşın, tüm devlet ve millet unsurlarının mücadeleye katılması olarak adlandırabiliriz. Topyekün mücadele,  gücünü toplum dinamikleri ve potansiyellerinden alarak, devlet-millet koordinasyonunun sağlanmasını ve eşgüdüm içerisinde belirlenen hedeflere ulaşılmasını amaçlar. Bu bakış açısında, Türkiye’yi zayıflatmak ve pasifize etmek isteyen güç unsurlarına karşı mücadele etmek, gereken önlemleri almak ve belirlenen ulusal hedeflere ulaşmak esastır.  Topyekün mücadele özünde; çocuklarımıza daha iyi bir gelecek bırakabilmek için halkın ve devletin uyum içinde bizi engelleyen faktörlere karşı koymasıdır. Belirlenen hedeflere ulaşabilmek ve toplum bekasını sağlayabilmek amacıyla,  devlet kurumları ve kadroları içinde bir yeniden yapılandırma faaliyetine girişmek, bazı durumlarda gereklilik arz edebilir. Daha iyi bir Türkiye’ye erişmek şüphesiz ki daha çok çalışma ve fedakârlık gerektirir. Bu yolda radikal hamlelerin yapılması bazı durumlarda bir zorunluluk olarak karşımıza çıkabilir. Önemli olan gelecektir. Önemli olan bu topraklarda ve coğrafyada bin yıl sonrada bir Türk Devleti’nin var olabilirliğini garantileyebilmektir.

Devlet Kadrolarının Yapılandırılması ve Kurumlar Arası Koordinasyon
Yapılanma ve teşkilat,  bir devlet mekanizmasının can damarını oluşturan faktördür.  Her alanda ki resmi kurum ve kuruluşların uyum içinde çalışmasının yanı sıra, devlet kadrolarını oluşturan personelin de görev bilinci içinde olan yetenekli kişilikler arasından seçilmesi,  güçlü kalmak isteyen bir devlet yapılanmasının olmazsa olmaz şartıdır. Günümüzde,  Türkiye Cumhuriyeti Devleti bünyesinde bulunan resmi kurumların kendi içlerinde bir koordinasyon problemi yaşadıkları açıktır. Özellikle güvenlik ve istihbarat gibi can alıcı dallarda devlet organlarının etkileşiminde bir kopukluk olduğu düşüncesi akla uygun bir yaklaşımdır. İçinde bulunduğumuz zaman dilimi içerisinde gerçekleşen ve önlenemeyen bazı terör olayları bize resmi kurumlar arasında diyalog ve etkileşim problemleri yaşandığını adeta ispatlamıştır. Bu kopuklukları ayrıca sonuçlandırılan veya devam eden hukuki süreçler sonucu kamuoyuna yansıyan bilgilerden de edinebiliriz.
Bir devlet yapılanmasını oluşturan tüm organlar adeta tek vücutmuş gibi hareket etmeli, mutlak bir uyum ve eşgüdüm içerisinde faaliyetlerini yürütmelidir. Birbiri ile uyum içinde olmayan, birbirleri arasında bilgi alışverişine sıcak bakmayan veya birbirlerine güvenmeyen organlar,  elbette ki sağlıklı bir mekanizma oluşturamayacaktır.  Resmi kurumları arasında koordinasyon problemleri olan bir devlet mekanizmasında öncelikli hata düşünülebileceği gibi yönetim kadrolarındadır. Kültürümüzde bulunan ve halkımız içinde de sıkça kullanılan bir deyimde olduğu gibi; ‘’Balık baştan kokmaktadır.’’  Mekanizmanın yönetimsel kademesinde oluşan bir çarpıklık adeta bir yarık oluşturarak alt tabakalara kadar iner. Sonuçta bu yarık başarısız ve etkisiz bir yapılanma olarak karşımıza çıkar. Bu sebepledir ki,  yönetici olarak seçilecek kişiler üstün yetenek ve kabiliyete sahip, donanımı ve vizyonu kuvvetli, değerlerinden ödün vermeyen, analitik düşünce sahibi insanlar arasından seçilmelidir.  Günümüzde gerek yönetici,  gerekse personel seçiminde bu kriterlere pek fazla önem verilmediği görebiliriz. Hâlbuki Türk Milleti,  yetenekli insan hususunda oldukça üstün bir potansiyele sahiptir. Ancak insanlarımızın enerjilerini ve ilgilerini boşa kullanmalarına engel olunamamıştır.

Devlet mekanizması içindeki koordinasyon uyumsuzluğunun sebeplerine yönelik,  devlet organları ve kurumları arasında bir güvensizlik ve görüş ayrılığı olabileceği düşüncesi de gösterilebilir. Bu durum ileri düzeyde bir sorun olup, devlet kadroları arasında gruplaşma ve ayrışma meydana geldiğinin göstergesidir. Önemli olan koordinasyon sorunlarını ortaya çıkartan faktörleri bulup, gerekli önlemi alabilmektir. Devlet kadroları arasında ayrışmaya sebep olabilecek görüş farklılıkları giderilmeli, devlet dışında farklı odaklardan etkilenen kadrolar geri kazanılmalıdır. Kendi menfaatleri doğrultusunda devlet kadrolarına sızmak veya kurumları dönüştürmek isteyen odaklar engellenmelidir. Devlet mekanizmasının yapılandırılması ve teşkilatlandırılmasında; halk potansiyelinden faydalanılmalı, uygun nitelikteki personelin temini için halk teşvik edilmeli ve yönlendirilmelidir. Türkiye’de caddeler ve sokaklar,  yetenekli ve hevesli pek çok genç birey ile doludur. Özellikle gençlerin heyecanı ve dinamizminden faydalanılmalıdır. Onlara önayak olacak merci ise bizzat devletin kendisidir. Genç nüfusun dinamizminden ve üretim potansiyelinden yeteri kadar faydalanamamak Türkiye’nin en büyük sorunlarından birisidir.

Kurumlar arası koordinasyonun daha verimli sağlanabilmesi için gereksiz bürokratik ayrıntılar ortadan kaldırılmalıdır. Özellikle güvenlik, istihbarat ve terörle mücadele gibi kritik sorumluluğa sahip kurumların,  tek kanaldan yönlendirilmesi veya bu kurumların edindiği verilerin ortak bir havuzda depolanması sağlanmalıdır. Buradaki amaç özellikle terörle mücadele konusunda kurumlar arası eşgüdüm ve etkileşimin en hızlı şekilde işlemesini sağlamaktır. Bu konuda atılan adımların olumlu olduğunu belirterek, sistemleşmesi için arkasının getirilmesi gerektiğini söyleyebiliriz.

Devlet-Millet Koordinasyonu
Devlet ve millet koordinasyonu; en az kurumlar arası koordinasyon kadar önem arz eden bir faktördür. Devlet mekanizması ile halk kitlesi arasında oluşabilecek kopuklukların nasıl da büyük problemler yaratabileceği,  insanlık tarihinin pek çok safhasında örnek oluşturmuştur. Özellikle ‘’devlet’’ kavramına sıkı sıkıya sarılan ve tarihinden gelen süreç neticesiyle ‘’devlet’’ mantalitesine manevi anlamlar yükleyen bir millet için; devlet-millet uyuşmazlığı öldürücü etki yaratabilecek bir problemdir. Devlet kavramına olan inancı her geçen gün azalan veya sarsılan bir toplum; kaos ortamına her geçen gün biraz daha fazla yaklaşan bir nitelik kazanacaktır. Özellikle Türk Milleti gibi milli heyecanı yüksek ve heyecana çabuk kapılan bir toplum için devlet güveninin sarsılması adeta yıkım niteliğinde olabilir. Toplumun devlete olan güveninin azalması,  özellikle terör gibi halk arasında derin hassasiyet uyandıran konularda etkisiz ve pasif davranılmasından kaynaklanabilir. Ekonomik zorlukların verdiği toplumsal bunalım halleri, manipülatif etkiler neticesinde oluşan karmaşa ortamları ve bunun devlet mekanizması tarafından engellenememesi durumlarında da,  halkın devlet mekanizmasına olan güveninin azalacağı açıktır. Türk Milletindeki ‘’devlet’’ algısının yıpratılması elbette ki art niyetli odaklarının da hedefidir.

Halkın doğru bilgilendirilmesi ve yönlendirilmesi doğrudan devlete ait olan bir sorumluluktur. Bilişim ve iletişim çağı olarak adlandırılabilecek günümüz şartlarında bilgi akışkanlık gösterir. Doğru, yanlış veya suni bilgi ancak kendini yönlendiren odaklara menfaat sağlayabilir. Bilgi kirliliği ve yanlış algılama ortamlarına kapılan bireyler,  manipülatif yönlendirmeye de o derece yatkın olurlar. Toplumsal düzeyde,  en fazla karmaşa ortamına sebep olmuş zamanlar, aynı zamanda devlete olan inancın ve devlet otoritesinin en zayıf olduğu zamanlardır. Devlet mekanizması halkı bilgilendirme, yönlendirme ve örgütleme ustalığına sahip olmalıdır. Devlet; özellikle terörle mücadele, bölücü ve yıkıcı tehditlerden korunma, art niyetli iç ve dış odakların faaliyetlerini bertaraf etme konularında halkı doğru yönlendirebilmeli ve zararlı etkilerinden koruyabilmelidir. Günümüz dünyasının karanlık savaş şartlarından en az zararla çıkmanın tek yolu,  devlet-millet koordinasyonunun güçlü tutulmasından geçer.

Özellikle terörle mücadele ve psikolojik savaş konularında devlet; halk kitlesini ve halk kitlesinin oluşturduğu sivil toplum kuruluşlarını yönlendirmeli ve doğru bilginin tüm halk tabakası tarafından özümsenmesini sağlamalıdır. Devlet kavramını sarsan veya küçük düşüren yaklaşımlar izole edilmeli, devlete kafa tutar nitelikte algılanabilecek unsurlar bertaraf edilmelidir. Ülke içindeki en güçlü beşeri unsurun devlet mekanizması olduğu halka benimsetilmelidir.  Devlet yetkilileri ve yöneticileri kendi aralarında oluşabilecek polemiklerden kaçınmalı, ortak hareket ediliyor imajını halka yansıtabilmelidir. Siyasi liderler,  birbirlerini küçük düşürecek atışmalardan uzak durarak halka bütünlük mesajı vermelidirler. Ancak bu şekilde toplum içindeki ayrışma ortamından uzaklaşılabilir ve güçlü bir etkileşim sağlanabilir.

Devlet,  her daim ve her durumda güçlü olmak ve güçlü görünmek mecburiyetindedir. Ancak bu şekilde halk nazarındaki inandırıcılığı sağlanmış olur. Yeteri kadar güçlü ve etkili olduğuna inanılmayan bir devlet mekanizmasının inandırıcılığı da olmayacak, devlet ve halk arasında etkileşim kopukluğu ortaya çıkacaktır.
Psikolojik Savaş Faktörleri
Günümüz şartlarının en karmaşık ve en etkili savaş biçimi tartışmasız psikolojik harptir. Psikolojik harp; sıradan bireylerin oluşturduğu bir toplumu, kullananın lehinde can alıcı bir silaha dönüştürebilecek bir savaş çeşididir. İçinde bulunduğumuz iletişim çağının etkisi ve bilgi birikiminin yoğunluğu neticesinde,  psikolojik savaş stratejileri ülkeler ve toplumlar arası ilişkilerde muazzam bir önem kazanmıştır. Psikolojik savaş;  tek kurşun atmadan kalelerin fethedilebileceği bir silah olduğundan, yoğun psikolojik yönlendirmeye maruz kalan toplumlar üzerinde ölümcül yaralar açabilir. Türkiye,  geçmişten günümüze psikolojik savaş mekanizmalarının ve manipülatif yönlendirme odaklarının hedefinde olmuştur. Bu operasyonların kaynağı kimi zaman yabancı devletler, kimi zaman 5. kol yapılanmaları, kimi zamanda kendi menfaatleri için hareket eden iç yapılanmalar olmuştur. Günümüzde özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik gerçekleştirilen faaliyetlerden durumun vahametini kavrayabiliriz.
Türk toplumu; kitlesel eğilimi ve genetiği itibariyle çabuk heyecanlanan, çabuk parlayan, duygusal yönlendirmelere çabuk kapılan bir toplumdur. Türk Milleti’nin bu spesifik özelliği kendini yönlendirmek isteyen odaklara bir avantaj sağlamıştır. Heyecanın ve cehaletin birleştiği kimi zamanlarda,  istenmeyen olaylar gerçekleşebilmiş, insanların hafızasına kazınan felaketler meydana gelebilmiştir. Türk toplumunun davranış eğilimlerini bilen bir mekanizma; profesyonel taktikleri kullanarak toplumu yönlendirme başarısını sağlayabilir. Toplumsal genetiği çözülmüş veya değiştirilmiş bir toplum,  art niyetli odakların elinde adeta bir oyuncak olabilir.

Basın-yayın,  psikolojik yönlendirmenin en etkili ayağını oluşturur. Kötü emeller içerisinde olan veya bir takım ellerin himayesinde olan basın-yayın faaliyeti,  halk üzerinde çok büyük etkiler yaratabilir. Amaçları kötü olmasa bile amatörce ve bilinçsiz bir şekilde yayın yapan pek çok basın-yayın organı da,  istemsiz olarak halk üzerinde olumsuz sonuçlar doğurabilecek etkiler yaratabilir. Bunu denetleyecek ve yönlendirecek olan yegâne güç,  devlet mekanizmasıdır. Günümüz şartlarında, özellikle basın-yayın organlarında bir denetimsizlik havasının hâkim olduğunu, yapılan görsel ve yazılı yayınların istemsiz bile olsa toplum üzerinde olumsuz etkiler doğurduğunu görebiliyoruz. Gündem ve toplum mühendisliğinin ileri seviyelere çıktığı günümüz şartlarında,  devlet mekanizmasının bu kavram üzerine yeteri kadar eğilmemesi çok büyük bir eksiklik olarak görülebilir. Şüphesiz ki,  devlet ve yetkili kurumlar gerçekleştirilen bu sistemli faaliyetlere yönelik önlemlerini almak ve gerekenleri yapmak mecburiyetindedir.

Türkiye’de yürütülen psikolojik savaş faaliyetlerinin bir diğer boyutu ise terörle mücadele kapsamındadır. Özellikle son yıllarda,  terör örgütünün ve uzantılarının basın-yayın organlarını kullanarak halkı provoke etme eğiliminde oldukları, devleti tehdit edici çıkışları ile devleti küçük düşürmeye çalıştıkları, zehirli düşüncelerini meşrulaştırmaya yönelik tutum sergiledikleri, gerek iç gerekse dünya kamuoyunda kendilerini haklı göstermeye yönelik faaliyetler içinde oldukları açıktır. Devlet mekanizmasının bu konuda yapması gereken; terörist düşüncelerin faaliyetlerini bloke etmekten ibaret kalmamalı, gerçekleştirilecek doğru yönlendirme ve bilgilendirme ile bölücülüğü ortadan kaldırmaya yönelik olmalıdır.

Kendi Aksiyonlarımızı Yaratabilmek
Topyekün mücadele,  sadece mevcut ve olası tehditleri bertaraf etme faaliyetinden ibaret değildir. Öngörülen ve planlanan ulusal hedeflere ulaşabilmek için mücadele etmek, sonuca ulaşabilmek için gerekli olan organizasyon ve faaliyetleri gerçekleştirebilmektir. Aksi durumda Türkiye bir reaksiyon ülkesi olmaktan çıkıp, bir aksiyon ülkesi haline gelemez. Milletçe hedeflenen hedefe ve seviyeye varabilmek şüphesiz ki; özgür iradeye dayanan bir mantalite ile gerçekleştirilebilir. Türkiye içinde bulunduğumuz coğrafyada ancak ve ancak kendi aksiyonlarını yaratarak yükselebilir. Üzerinde yaşadığımız ve komşusu olduğumuz coğrafi bölgelerin sahip olduğu karmaşık denklemleri sadece güçlü ve bağımsız bir Türkiye ile çözebiliriz. Aksi takdirde aksiyon yaratan büyük güçlerin seyircisi ve maşası olmaktan ileri gidemeyeceğiz. Dış politik yönlendirmeler ve bazı ülkelerin iç politikamıza karışmaya çalışır tutumları Türkiye’nin bağımsız yönetim anlayışını baltalamaktadır. Günümüzün küresel dünyasında,  başta ekonomi olmak üzere bazı ilişkiler iç içe geçmiş olsa da, bir ülkenin yükselişi bağımsız mantalite ve kazanım anlayışından geçer. Türkiye,  özellikle esas etki sahalarına nüfus etmeli, Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya gibi jeo-stratejik önemi gün geçtikçe artan bölgelerde etkinliğini arttırmalıdır. Reel politik bir anlayışla,  kısa ve emin adımlarla hedefe yaklaşırken, gereken durumlarda da kararlı ve cesur adımları atabilmelidir. Uluslar arası sahalarda geleceğe yönelik tehditlere karşı önleyici vuruşlar bazen gerekli olabilir.

Küresel dengelerin ve ağırlık merkezinin yeniden Asya kıtasına doğru kayma eğiliminde olduğu bir süreç içinde bulunduğumuzu söyleyebiliriz. Türkiye değişen ve yeniden tanımlanan dengeler içinde ait olduğu yüksek seviyeyi yakalayabilmelidir. Bunu gerçekleştirmekte elbette ki bulunduğumuz coğrafya ve bağlantılarında kendi aksiyonlarımızı yaratabilmekle sağlanabilir.  Yönlendirilen değil, yönlendiren bir Türkiye olmak için kendi dinamiklerimizi kurgulamak mecburiyetindeyiz.

Ekonomik, Politik ve Teknik Bağımlılıktan Kurtulma
Bir ülke veya toplumun kendi aksiyonlarını yaratabilmesi ve kendi stratejilerini kurgulayabilmesi için,  öncelikle bağımsız bir öz iradeye sahip olması şarttır. Bunun gerçekleştirilebilmesi için,  bağımsız bir anlayışa sahip olunması gerektiği gibi kendine yeterlilik gereksiniminin de karşılanması gerekmektedir. Ekonomik anlamda farklı ülkelere muhtaç olan, siyasi anlamda kendinden daha güçlü ülkelerin etkisinde kalan ve teknik anlamda dışarıya bağımlı olan bir ülkenin kendi aksiyonlarını yaratabileceğinden söz edilemez. Toplumsal kalkınmanın can damarını oluşturan ekonomik etkinliğin yabancı unsurların elinde olması; bir ülkenin adeta bir kuklacının elindeki kukla görünümü almasına benzer.  Teknik ve bilimsel anlamda dışarıya bağımlı olmak ise bir ülkenin gelişiminin ve üretiminin başkalarının inisiyatifinde olduğu sonucunu çıkartır.

Türkiye’nin uluslar arası seviyede layık olduğu yeri alabilmesi için,  teknik ve bilimsel eksikliklerini kapatması, bu konuda gerekli görülen atılımları bir an önce geçekleştirmesi gerekmektedir. Bunun gerçekleştirilebilmesi için öncelik olarak bizi olması gereken seviyeye çıkartabilecek uygun nitelikteki bireyler yetiştirilmelidir. Türkiye; günümüzde ki durumu ile de,  aslında sayısız yetenekli insana sahiptir. Ancak,  eğitim sisteminin ve gerekli görülen organizasyonların yanlış tasarlanması sonucu istenilen sonuçlar elde edilememektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde; yapılmak istenen pek çok üretimsel ve bilimsel atılımın yabancı unsurların da etkisiyle geçmişte nasıl baltalandığını hepimiz çok iyi bilmekteyiz. “Siz üretmeyin, biz size veririz.” Bu söylem dışarıya olan bağımlılığımızın başlangıcı olmuştur. O bağımlılık daha sonra kendi davranışlarının hatta benliğinin bile başkalarının hükmüne girmesine sebep olur.

Ulusal Devlet Politikalarının Uzun vadeye Yayılması
Devlet politikası ve ileriye dönük milli hedefler sadece içinde bulunduğumuz zaman dilimi içinde tanımlanabilecek kavramlar değildir. Büyük devletler,  günümüz faaliyetleri dışında geleceğe yönelik stratejik adımları da kurgulamaktadır. Bundan 10 yıl sonrasını, 50 yıl sonrasını, 100 yıl sonrasını ve hatta daha uzun vadeye yayılmış ileriye dönük hedefleri saptayarak sonuca ulaşma ihtiyacı hissederler. Geleceği kurgulayabilmek ve geleceğin dünyasında daha fazla kazanım sahibi olabilmek için geliştirdikleri devlet politikalarını uzun vadeye yayarlar.  Günümüz Türkiye’si ise uzun vadeli milli politikalarla uğraşmak yerine günü birlik meselelerle oyalanmayı iş edinmiş bir görünüm sergilemektedir. Ne yazık ki; sistemli olarak ileriye dönük bir devlet politikamız olmadığı gibi tüm yapısal, politik ve ekonomik faaliyetlerde günlük ihtiyaçlara göre tasarlanmaktadır. Yönetime her geçen siyasi irade,  kendi mantalitesini ülke gündemine aktarmakta ancak uzun vadeli politikalardan uzak durmaktadır. Az da olsa tasarlanmış ileriye dönük adımlar daha sonraki yönetimler sırasında rafa kaldırılmaktadır. Türkiye,  adeta devlet politikalarının saptanması ve tasarlanması konusunda bir yap-boz tahtasına çevrilmiştir. Bu durumu benliğine sindiren halk ise ulusal hedef ve milli ülkü gibi hayati kavramlardan uzaklaşmıştır. Milli eğitim sistemi ve toplumsal dinamiklerde ki çarpıklıklar verimli gelecek kuşakların yetiştirilmesi önünde ayrıca bir engel teşkil etmektedir.

Büyük ve güçlü sayılabilecek her ülkede geleceğe yönelik tanımlanmış ve gerçekleştirilmesi ilke edinilmiş bir amaç ve ideal vardır. Günümüzden yıllar sonrasında yaşayacak olan vatandaşlarının refah ve menfaatlerinin garantilenmesi işlemine büyük ülkelerde yıllar öncesinde başlanır. Değişen hükümetler ve yöneticiler tasarlanmış devlet politikasını değiştirmez. Sadece kendi üslup ve düşünceleri ile eksiklikleri gidermeye çalışırlar.  Kökü ve toplumsal dinamikleri çok derin bir ülke olan Türkiye’de ise geleceğe yönelik stratejilerin sağlıklı anlamda geliştirilememesi ve milli hedeflerin tam olarak tanımlanmaması çok ama çok büyük bir eksikliktir. Devlet; yıllar sonrasının Türkiye’sinin refahını ve bekasını sağlamak için,  uygun adımları atarken bir yandan da milli hedeflerin gerçekleştirilmesi doğrultusunda,  halkı teşvik etmeli ve yönlendirmelidir. Genç bireyler,  milli ve ulusal hedefler doğrultusunda yetiştirilmelidir. Milli bir ideal ve uygun bir donanımla donatılmış olan genç kuşaklar; saptanmış ulusal hedeflerimizi gerçekleştirmek yolunda daha büyük yol kat edecektir.  Bu eksikliği giderebilmek her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının vazifesi olmalıdır.

Geleceğin güçlü Türkiye’sini inşa edebilmek ancak ve ancak milli bir ideal ve güçlü bir vizyonla gerçekleştirilebilir. Büyük düşünemeyen, geleceğe yönelik planlama yapmayan, kendi ideallerini kurgulayamayan toplumlar ise ezilmeye ve yok olmaya mahkûmdur.

Terörizme ve Bölücülüğe Karşı Topyekün Mücadele
Terör; Türkiye’nin son 30 yıllık tarihinde binlerce vatan evladımızın hayatına mal olan, ekonomik gelişimimize darbe vuran ve bazı dış kaynaklı güç unsurlarının Türkiye’nin zayıflatılması amacı ile kullandığı bir bela olmuştur. Türkiye’de ki terör faaliyetlerinin eğilimine ve evrimine bakacak olursak; terör tehdidinin basit anlamda bir silahlı propaganda unsuru olmanın ötesine çıkarak bir siyasi ve bölücülük hareketi olma yolunda ilerlediğini kavrayabiliriz. Bölücü ve yıkıcı zihniyetlerin ülke dışından da destek alarak gün geçtikçe güçlenmesi, siyasi platformlarda sivil toplum örgütlerinde ve çeşitli meslek gruplarında örgütlenmesi, geçmişte konuşulmaya dahi cesaret gösterilemeyecek kavramların uygulanmaya çalışılması,  bize durumun günümüzdeki vahametini göstermektedir. Yönetimsel hatalar ve başarısızlıklar sonucu,  gün geçtikçe karmaşıklaşan bu sorunu çözme yolunda doğru adımların atılamadığı gerçeği bir başka can sıkıcı durumdur.

Terörle mücadelenin siyasi, ekonomik ve toplumsal ayakları iyi yönlendirilememekte, terörün ve bölücülüğün topluma olan yansıması iyi analiz edilememekte, bölücülerin ve bölücü zihniyetlerin bertaraf edilmesi yolunda doğru adımlar atılamamakta, terörün beslendiği dış kaynaklı destekler kesilememektedir. Bu durum,  Türk Milleti’ne acı bir fatura olarak geri dönmektedir. Terörle mücadele konusunda ortaya çıkan belki de en can alıcı sorun ise; Türkiye’nin sağlam ve uzun vadeli bir terörle mücadele politikasının olmamasıdır. Terörle mücadelenin günümüze kadar sadece askeri ayağı ile ilgilenilmiş, ancak siyasi, ekonomik ve toplumsal ayaklarına pek önem verilmemiştir. Terör tehdidi sadece askeri faaliyetler ile bitirilemeyeceği için soruna tam olarak bir çözüm bulunamamış, başarısızlık başlı başına Türk Ordusu’na fatura edilmiştir. Hâlbuki başarısızlık tüm yönetimsel unsurların başarısızlığıdır. Bölücülük tehdidi ancak ve ancak uygun stratejilerin geliştirilmesi ve bu stratejinin ülke içindeki tüm unsurlara benimsetilmesiyle sağlanabilir. Bölücülük ve terör; devlet ve millet kavramlarının tam uyumu ile çözümlenebilir. “Devlet-Millet Koordinasyonu” başlığında bahsedildiği gibi,  terörle mücadele konusunda halkı yönlendirmek ve organize etmek doğrudan devletin sorumluluğuna aittir. Terörü ve bölücülüğü ortadan kaldırabilmek için evvela altında yatan sebepleri iyi analiz etmek,  ardından da terörün ve bölücülüğün toplum üzerinde yarattığı dokuyu ve psikolojiyi kavramak gerekir. Kurgulanan stratejiler ve yapılacak hamleler tamamen Türk insanının benliğinden çıkan çalışmalar olmalıdır. Dış yönlendirmelerden mümkün olduğunca kaçınmalı, Türkiye’de ki terörizmin ve bölücülüğün en büyük destekçilerinin bazı yabancı sözde “müttefikler” olduğu unutulmamalıdır.

Bir diğer husus; terörizmin ve bölücülüğün Türk toplumu üzerinde yarattığı psikolojik etki konusudur. Klasik fizikte,  Newton yasaları olarak bilinen bir kavramlar bütünü vardır. Bu yasalardan bir tanesi “Etki-Tepki Yasası” olarak isimlendirilir. Etki-Tepki kavramı sadece ve başlı başına fizik kurallarını veya cisimlerin kendi aralarındaki ilişkilerini kapsayan bir kavram olmamakla birlikte,  aynı zamanda insan ve toplum ilişkilerinde de geçerliliği olan bir hipotezdir. İnsan ve kitle psikolojisi de etki-tepki reaksiyonuna duyarlıdır. Bölücülük ve artan Kürtçülük faaliyetleri sonucu duyarlılık derecesinde artan bir etkiye maruz kalan halkın stres ve gerilim yoğunluğu da yükselecektir. Bölücülük faaliyetlerinin ve girişimlerinin toplum üzerinde oluşturduğu olumsuz etki; toplum içindeki gerilimin artmasına ve marjinal düşüncelerin ivme kazanmasına sebebiyet verebilir. Terör eylemleri, sokak olayları, bölücü kitlenin gün geçtikçe pervasızlaşan çıkışları ve açıklamaları; toplumun daha fazla gerilmesine neden olacak, halk üzerinde öfke odaklı duygusal bir yükleme etkisi gösterecektir. Toplum üzerinde oluşan bu olumsuz etkiler artan bir gerilim durumu oluşturacak, eşiğin geçilmesi durumunda da halkın büyük bir tepki doğurmasına neden olabilecektir.
Bölücülüğün ve bölücü faaliyetlerin,  toplum üzerinde gösterdiği psikolojik etki hiçbir şekilde yabana atılmamalı, üzerinde profesyonel anlamda çalışılmalıdır. Çeşitli zamanlarda ortaya çıkan ve artış gösteren gerilimin düşürülebilmesi için devlet mekanizması duyarlı olmalı, gerekli görülen durumlarda halkın gerilimi boşaltabileceği kontrollü faaliyetlere izin verilmelidir. Çeşitli protesto eylemleri, yürüyüşler, basın açıklamaları gibi faaliyetler hem bölücülere ve hainlere gözdağı olacak, hem de halkın deşarj olmasına ve içindeki olumlu duyarlılığının artmasına imkân sağlayacaktır. Bu tür faaliyetler devlet tarafından yasal olarak organize edilebilir veya önayak olunabilir. Dünyanın pek çok ülkesinde devlet başkanları ve üst düzey yöneticiler bu tür eylemlere katılır, halk ile beraberiz imajı verilmeye çalışılır. Bu katılımlar,  geçmişte de kimi devlet adamlarımızca yapılmıştır. 1950’li yıllarda toplumumuzda oluşan Kıbrıs duyarlılığı konusunda yapılan birçok protesto eylemine dönemin Başbakan’ı Adnan Menderes’te bizzat katılmıştı.
Terörle mücadelenin kurgulanması ve uygun stratejilerin geliştirilmesi konusunda içinde bulunduğumuz zaman diliminde bazı dış kaynaklı güç unsurlarının olaya gereğinden fazla müdahil olduğu gözlerden pek kaçmamaktadır. “Washington”, “Brüksel”, “Bağdat” ve “Erbil” faktörlerinin güvenilirliği ciddi anlamda tartışma konusudur. Yönlendirilen mevcut politikalarının ve stratejilerin işe yarayabilirliği ise ayrıca bir tartışma konusudur. Bölücülük ve terörle mücadelede izlenmesi gereken yollar kısa vadeli ve uzun vadeli hamleler olarak iki kategoride ele alınabilir. Bunlardan kısaca bahsedecek olursak;

Bölücülük ve terörizme karşı kısa vadede alınması gereken tedbirlerden bazıları;
·  Terör örgütünün,  dağ kadrosu ve şehir yapılanmaları ortadan kaldırılmalı ve pasifize edilmeli, bunu gerçekleştirebilmek için terörle mücadele için özel olarak yetiştirilmiş birimler kullanılmalıdır.
 
·  Terör örgütü üyeleri ve yandaşları;  içine sızmayı başardıkları sivil toplum örgütlerinden, sivil platformlardan, meslek grupları ve odalarından, siyasi yapılanmalardan ayıklanmalıdır.
 
·  Terör örgütü yandaşları, Türk siyasi sisteminden tam olarak izole edilmelidir. Kürtçülüğün Türk siyasi sistemi içinde vücut bulmasına kesinlikle ve kesinlikle izin verilmemelidir. Unutulmamalıdır ki,  siyasi entegrasyon silahlı propagandanın bir sonraki ayağıdır.
 
·  Terör örgütünün ve yandaşlarının propaganda enstrümanları ellerinden alınmalı, basın-yayın organları bu konuda bilinçlendirilmeli ve yönlendirilmelidir. Günümüzde bu konuda yapılan çalışmalar yetersizdir.
 
·  Terör örgütünün ve destekçisi yapılanmaların,  uluslar arası sahada yalnızlaştırılması, zayıflatılması ve hatta imhası için güvenilir veya kısmen güvenilir olan ülkeler ile eşgüdüm sağlanmalıdır. Girişilebilecek ortak askeri operasyonlar buna dâhildir.
 
·  Terör örgütünün maddi kaynakları ortadan kaldırılmalıdır. Terör örgütüne maddi kaynak ve rant sağlayan tüm kaçakçılık ve yasadışı ticari faaliyetler durdurulmalıdır. Bu konuda gerek askeri, gerekse sivil birimler olağanüstü bir uyum ile çalışmalıdır.

·  Bazı yabancı ülkeler; terör örgütüne ve bölücülüğe verdikleri desteği çekmeleri konusunda baskı altına alınmalıdır.
 
·  Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde; terör örgütünün halk üzerinde kurduğu,  baskı ortamı ve etkinlik kırılmalıdır. Bu konuda bölgedeki mülki amirliklere ve resmi kuruluşlara büyük iş düşmektedir. Bölge insanına tek güç unsurunun devlet olduğu tamamen benimsetilmelidir.
 
  ·  Tasarlanan stratejilerin ve projelerin toplum tarafından tam olarak benimsenmesi ve özümsenmesi sağlanmalı, milletin tamamının desteği görüş farkı gözetmeksizin tam olarak alınmalıdır. Bu konuda sivil toplum örgütleri, medya unsurları ve daha önemlisi terör örgütü yandaşı olmayan siyasi partilerin desteğinin alınması esastır.  Unutulmamalıdır ki bu konuda yapılabilecek hatalar ve aksaklıklar; mekanizmanın tüm işleyişini bozabilir.
 
·  Terörle mücadele eden birimlerin istek ve şevkleri kırılmamalı, basın-yayın yolu ile yapılan haber ve tartışmaların terörle mücadele eden birimlerin üzerinde olumsuz etki yaratmaması sağlanmalıdır. Hatta basın-yayın faaliyetleri,  terörle mücadele konusunda gerek güvenlik birimlerini,  gerekse toplumu motive edici nitelikte olmalıdır.
 
  ·  Terör örgütünün ve destekçilerinin tüm psikolojik savaş ve propaganda silahları ellerinden alınmalıdır. Basın-yayın yolu ile boy göstermelerine ve zehirli düşüncelerinin reklamını yapmalarına engel olunmalıdır. Terör örgütünün ve alt birimlerinin kendini tanımladığı; PKK, KCK, KONGRA-GEL, HPG, TAK gibi isimlendirmeler zikredilmemelidir. Teröristlerden bahsedilirken;  aşağılayıcı ve suçlayıcı terimler kullanılmalıdır. Terör örgütü yandaşlarının çeşitli yerlerde çıkardıkları olay görüntüleri,  uzun uzadıya TV ekranlarında gösterilmemelidir. En doğrusu hiç gösterilmemesidir.
 
·  Psikolojik savaş ve psikolojik harekât kavramları terörle mücadelenin en etkili ayaklarından bir tanesidir. Hatta bu konu mücadelenin can damarını oluşturur. Bireysel ve kitlesel algı mücadelenin her şeyidir. Bölücülerin ve teröristlerin; insanların algılarını etkiley

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!