Bir zarfa konan dört tercihten üçü geçerli biri geçersiz sayıldı.
Bu durum akılla ya da yasayla değil ancak saçmalamayla izah edilebilir!
Bir taraf diğer tarafa "size verilen oylarda muhakkak bir şaibe, bize verilen oylarda ise mutlaka bir irade vardır" diyor. İşin garip tarafı kendi denetim ve yönetimi altındaki bir seçim için bu sözleri edebiliyor!
Yani saçmalamaya devam ediyor.
Devamında da "sizin ittifakınızda kesinlikle bir "zillet" durumu bizimkinde ise kesinkes bir Cumhurluk durumu söz konusudur." diye ilave yapıyor.
T.C'yi biz tabelalardan indirdik, "Türküm" diye başlayan andı biz yasakladık, "Ne Mutlu Türküm Diyene" sözünü biz dağdan taştan sildik.
Biz milliyiz ve yerliyiz siz değilsiniz, demeye getiriyorlar.
Siz o milli ve yerliliğinizi vatandaş Mehmet Efendi'nin külahına anlatınız!
İlginç savrulmalar!
Yerel seçimleri kast ederek Cumhurbaşkanı Erdoğan, parti üyeleriyle yaptığı toplantıda "Mideye değil artık buraya (kafasını işaret ederek) bakacağız. Herkesin midesini doyurduk, ama neticede durum böyle. Karnını doyuruyorsunuz, her türlü ihtiyacını karşılıyorsunuz yine de oy vermiyor."
Demekki muhalefetin kaybettiği seçimleri bir zamanlar yaptığı gibi pirinç/makarna paketleriyle açıklaması doğru değilmiş. Kuşkusuz mide önemlidir ama insanın beyninin fethi ondan daha önemlidir. Çünkü mideyi yöneten de beyindir. Ama "aç insan duvar yıkar" sözünü unutmadan beyin fethine çıkmak gerekir!
Dikkat edilirse siyasette kaybedenler benzer biçimde olaylara yaklaşıyorlar. Bir uçtan diğerine savrulmanın kaybetme duygusuyla yakın bir ilişkisi olduğu söylenebilir!
Seçimde istenilen sonucu alamanın doğal sonucu olarak "denize düşen yılana sarılır" modeli devreye giriyor!
Konu İstanbul seçimleri olunca bir kaç on bin farkla onbeş milyonluk İstanbul'a belediye başkanı seçmek de söz konusu olunca HDP dahil bütün bölücü aktörlerin kullanımı mübah hale geliyor.
Nitekim 8 yıl önce avukatlarıyla en son 27 Temmuz 2011'de görüşen avukatlarıyla görüşen eli kanlı teröristbaşının birden "avukatlarıyla görüşme yasağı" kaldırıldı. Öcalan 2 Mayıs'ta Adalet Bakanlığının özel izniyle avukatlarıyla görüştü.
Bu görüşmenin kamuoyundaki meşruiyetini ise MHP gibi bir partinin genel başkanı olan Bahçeli sağladı. Devlet Bahçeli, bu olay üzerine yaptığı açıklamada, Öcalan'ın avukatlarıyla görüşmesiyle ilgili olarak, "Bana sorarsanız avukatıyla görüşsün" dedi.
Birilerine ip atmaktan biriyle iş tutmaya giden bir yol böylece açılmış oldu.
Sorun yalnızca yargısı bitmiş bir kitle katliamcısının avukatıyla görüşmesinden ibaret değildir. Onun örgüt ve kitleler üzerindeki etkisini artırmaya katkı sağlamak için görüşleri kamu oyuyla da paylaşılmaktadır. Buna izin verilmektedir.
Nitekim eli kanlı terör örgütünün başınun bu görüşmeden sonra şu açıklaması kamu oyuyla paylaşılmıştır: "Türkiye'nin hatta bölgenin sorunlarını, başta savaş olmak üzere, fiziki şiddet araçlarıyla değil, yumuşak güçle yani akıl, politik ve kültürel güçle çözebiliriz."
İktidara yakınlığı bir yana yapışıklığıyla bilinen Sabah Gazetesinin yazarlarından Burhanettin Duran da birden bire bir canlı yayında "Sayın Öcalan" deyiverdi.
Böylece "bölücü, terörist, bebek katili, eli kanlı terörist başı" yeniden "Sayın" oluverdi.
Bahçeli önünü açınca "Öcalan" güzellemeleri de yer yer başlamış oldu.
Nitekim bu Bahçeli'nin ilk savrulması da değildir. O bir süre önce iktidarın ekonomi politikasını savunmak uğruna şu tarihi cümleleri de kurmuştu: "Türkiye'ye yabancı yatırım çekilsin isteniyorsa…bir denetim şirketiyle -Mckinsey firmasıyla- anlaşmak niye yanlış olsun ki?"
Muhteremin ilk ve son kez iktidarlarında Kemal Derviş de ABD'den ithal edilmişti!
Muhalefet partileri "illet, zillet" kavramıyla tarif edilirken terörist başı yeniden "sayın" unvanına kavuşuyor. Türkiye'yi zor günler bekliyor!