Teröristlerin etkisiz hale getirilmesi, terörle mücadelede ayrıntıdır. Terörle mücadele, özünde terörün dayandığı zeminin ortadan kaldırılmasıyla ilgilidir. İdeolojik, siyasi, sosyal ve ekonomik zeminin teröre uygun olması, terörle mücadeleyi zorlaştıran unsurların başında gelmektedir.
Uluslararası şartların teröre uygun olup olmaması da terörle mücadeleyi doğrudan etkileyen önemli bir faktördür. Son zamanlarda uluslararası şartların Türkiye’ye yönelik teröre uygun bir zemin yaratması, PKK terörünü ciddi biçimde beslemektedir.
Türkiye’ye yönelik olarak gerçekleşen PKK terörünün daha çok sınırların dışından beslenmesi, terörle mücadeleyi daha da zorlaştırmaktadır. PKK’nın Türkiye’nin düşmanları ve komşularından destek alması, varlığını ve sürekliliğini sürdürebilmesinde çok büyük bir etkendir.
Türkiye’nin komşularının PKK terörüne karşı takındıkları pozisyon bu anlamda önemlidir. Türkiye’nin Doğu, Güney ve Güneydoğu komşuları olan İran, Irak, Suriye ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin PKK terörüne verdiği destek artık alenileşmiştir.
Esad’ın Suriye’si terör konusunda açıkça Türkiye’ye karşı “kısasa kısas” modeli uygulamaktadır.
İran, bölünme ve ayaklanma sırasının Türkiye’ye gelmesi için fiilen sınırlarındaki PKK kamplarını açmış, teröristlere de her türlü müsamahayı göstermektedir.
Maliki Irak’ı ise Türkiye ile ilişkileri gözden geçirmek modeli içinde “cevap vermek” için sınırlarında bulunan kamplardan Türkiye’ye yönelik terör ihracatını destekler durumdadır.
Barzani, mevcut şartlar içinde PKK terörü ile ilgili “dost görünen düşman” stratejisi izlemektedir.
İsrail ise bölgede uçan kuştan haberi olmak ve “düşmanımın düşmanı, dostumdur” yöntemiyle hareket etmektedir.
Kıbrıs Rum Yönetimi’nin ise “en iyi Türkiye, zayıf Türkiye’dir” anlayışı içinde PKK terörüne her türlü desteği verdiği bilinmektedir.
ABD’nin tutumu ise evlere şenliktir!
Görüldüğü gibi Türkiye’nin komşularının her birisinin Türkiye’deki terörü desteklemek için kendine göre haklı sebepleri vardır. Bu ülkeler terörle ilgili olarak fiili tavırları ile resmi tavırlarını ciddi biçimde ayrıştırmışlardır.
PKK terörünün Türkiye’nin içinden gördüğü medyatik destek ise kontrol edilemeyecek boyutlara ulaşmıştır.
PKK’nın döktüğü kanı, aldığı canı, yaktığı ormanı normal gören köşe yazarları türemiştir. Onlara göre, mademki “Kürt Sorunu” vardır, o halde PKK terörü de var olacaktır. Yalnız köşe yazarları değil Türkiye’deki televizyon yorumcuları da PKK terörünü makul ve meşru göstermek için ellerinden geleni yapmaktadır.
Sayısız STK, PKK’nın işlediği kitle katliamı ve cinayetlerden daha çok TSK’nın eylem ve operasyonlarını eleştirmektedir.
TSK ile PKK’nın birlikte silah bırakmasını savunan, akil adamlar (!), yazar, çizer, strateji uzmanları vardır.
İmralı’da “Öcalan’ın postası” olmaya ya da dağa çıkıp Karayılan ile görüşüp prestij edinmeye çalışan gazeteciler vardır. Kısacası teröristlere ve bölücülere destek konusunda Türkiye’de yok, yoktur.
Türkiye’de BDP adlı bir siyasi parti de vardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalarına göre kurulmuştur ve yasalara göre davranmak zorundadır.
Bu partinin Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Kaçırılan milletvekilinin PKK’nın elinde güvende olduğunu” söyleyerek “Özel yetkili mahkemeler tarafından alınsaydı daha kötü olurdu” anlamına gelen sözler ediyor.
Demirtaş, böylece PKK’yla işbirliğini açıklamış oluyor, terör örgütünü yüceltiyor, devleti de yeriyor.
PKK terör örgütünün konuya ilişkin medyaya düşen açıklamasında ise şöyle deniliyor: CHP milletvekili Hüseyin Aygün, ‘yoğun şikâyetler üzerine’ kaçırıldı. Gerekli idari ve hukuki işlemlerin tamamlanması ardından kısa süre içinde serbest bırakacağız.
Terör örgütünün “idari ve hukuki işlemden” söz etmesi, terörün ulaştığı ya da ulaşmayı hedeflediği yeri işaret etmektedir.
Bu kadar desteği olan bir terör örgütü; mayın döşemesin, orman yakmasın, şantiye basmasın, adam kaçırmasın, cinayet işlemesin, yol kesmesin de ne yapsın?