TC Trakya Üniversitesi SBKY Öğretim Üyesi ve Zafer Partisi Genel Siyasi İşlerden Sorumlu Genel Başkan Başdanışmanı Prof. Dr. A. Baran Dural Teöri Dergisi’nin Zafer Partisi’ni “Arap Düşmanlığı” ile suçlamasına 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nün internet portalında yayınladığı bilimsel bir yazı ile cevap verdi. Dural’ın cevabı şu şekilde:
“- BU: Bir devlet partisinin fraksiyonları olacak bir de bizim partimiz olacak. / DP: – Şey bunları terbiyeye davet eder misiniz, bu adabı öğrenmemişler. Bak burada Ertuğrul Kürkçü Cem Boyner ile birleşiyor. / EK: – Cem Boyner ile birleşmiyorum orada. /BU: – Doğu bey şunu soruyorum. Benim resmimi yayınlayıp, terörün başında bu diye yayınlamadınız mı?/ DP: – Siz bunları bırak sol birbirinizi vurdunuz kırdınız. Şimdi döneklik yapıyorsun. Döneklik yapıyorsun. / DP: – Yani sizin kadar dönek. Sensin dönek ya./ DP: – Sen yaptıklarından pişmansın, zavallı durumdasın. / BU: – Sen zavallı durumdasın./ MAB: – O zaman aranızda büyük bir ayrım var./ BU: – Olmasında da fayda var beyefendi. Yani devlet fraksiyonlarıyla sol arasında ayrım olmasında büyük fayda var beyefendi./ EK: – Sen Kemalistlerin bezirganısın, o kadar./ DP: Kemalizmi savunacağız./ EK: – Ya sen Kemalistsin ben komünistim. / DP: – Bırak bunları sen döneksin./ EK: – Sen döneksin terbiyesiz herif. / DP: – Sen Abdülhamitleri savundun, Menderesleri savundun./ EK: Savunmadım aç göster, çıkar göster. Ahlaksız adam. / DP: – Alçak, puşt. Bir tokat atacağım şimdi. / …..” (Birand, 1995)
1995 senesinin Aralık ayında M. Ali Birand’ın yönettiği, sosyalist sol liderlerin toplandığı 32. Gün’de geçmişin tozlu rafları açılmış, eski sol önderler Doğu Perinçek, Ertuğrul Kürkçü ve Bülent Uluören birbirine girmiştir. Şimdiki VP lideri Doğu Perinçek, her zaman herşeyi Yeni Dünya Düzeni ve CIA’ye bağlama huyu işe yaramayınca, zevahiri kurtarmak için bir anlık heyecanının da etkisiyle, Dev- Genç’ten eski arkadaşlarına ağza alınmayacak sözlerle saldırıyordu. Şimdiki VP, o zamanki İP lideri Perinçek, eski arkadaşlarının, “puşt” ya da “alçak” olmadıklarını biliyor olsa gerekti. Ancak kendisinin o her karşısına aldığını, aynı veya benzer kavramlarla suçlama kolaycılığından gelen “cambazlığının” etkisiyle, eski arkadaşlarına celalleniyordu.
Teori’nin “Çürük Dişi”
Ancak eski İP şimdiki VP liderinin bu özelliği dilin, çürük dişe gitmesine benziyor. Bu yazımızda 1990’lı yıllarda yine Doğu Perinçek’in liderliğini yaptığı Sosyalist Parti’nin, aylık “yayın organı” olarak çıkan Teori dergisinin, “Arap Düşmanlığı Sorunu”nun işlendiği, Nisan 2024 sayısında yer alan, iki makaleyi masaya yatıracağız. Bu makaleler, Çağdaş Cengiz (Vatan Partisi Merkez Propaganda Büro Başkanı) tarafından kaleme alınan “Zafer Partisi’nin Arap Düşmanlığının İşlevi” ve Sueda Babacan’ın (Vatan Partisi 2023 milletvekili adayı, 2013’ten beri aynı partinin üyesi), “Nazi Propaganda Filmlerinden Sessiz İstila’ya Irkçılığın Serüveni” adlı makalesi olacak. Şu an USMER adlı Vatan Partisi veya kamuoyunda bilinen ismiyle, “Aydınlık Hareketi”nin paravan şirket- örgütünce yayımlanan, aylık Teori dergisinin dilini, aynı partinin çürük dişini savunan kalemlerin yazıları ışığında işleyeceğiz. Bunu yaparken, bu partinin programına başvurmayacağız. Zira sadece yaşayan, Türk halkından anlamlı ölçüde oy almayı başaran programları, ciddiye alma gibi bir tutumumuz var. Bu tutumumuza göre binde 1’in altında, 37- 43 bin civarında oy alan bir partinin, programına neden eğilmediğimizi ise izahtan vareste buluyoruz.
Derginin (Teori), “Dünya 19. Yüzyılın sonu itibariyle ezen ve ezilen milletlerin dünyasıydı” şeklinde yaptığı tanım, Türk milliyetçiliğinin içinde bulunduğumuz 19- 21. yüzyılları bir milletler mücadelesi ya da savaşı olarak ele alma anlayışıyla tutarlıdır. Bu bağlamda Osmanlı devletinin gerileme ve yıkılma dönemlerine denk gelen zaman kesitinde, yükselen bir akım olarak Türk milliyetçiliği, Türk Yurdu- Türk Ocakları çizgisinden buyana ezilen, savunma psikolojisi içerisinde başveren bir milliyetçilik olarak, emperyalizm sarmalından kendisini kurtarmayı hedefleyen bir milliyetçilik türüdür. İmparatorluk mirasından beslenen Türk milliyetçiliği, bu yapısıyla elbette etnikçi Balkan milliyetçiliğinin rövanşist mirasına karşı, birarada yaşama- yaşatma kültürüyle yoğrulan, biyolojik ırkçılığı reddeden, kültürcü bir yapılanmadır. Hatta bunun formülü, cumhuriyetimizin daha kuruluş döneminde ortaya konulduğu gibi, “Yurtta Sulh, dünyada sulh” şeklinde tanımlanabilir. Programında açıkça Atatürk çizgisinde Türk milliyetçiliğini savunduğunun altını kalın puntolarla çizen Zafer Partisi, komşu devletler, dost ve akraba milletlerle barışçıl ilişkiler içinde yaşamayı prensip edinmiştir.
“Doğru Dengeyi Atatürk Çizgisinde Türk Milliyetçiliğinin Üçüncü Seçenek Pratiği Gösterecektir”
Zafer Partisinin beslendiği Atatürk çizgisinde Türk milliyetçiliği, Nutuk’ta açıkça belirtildiği gibi Türkiye’nin çıkarlarıyla çatışmayan tüm devletlerle, resmi işbirliği içerisinde yaşamayı taahhüt eder. Komşularının toprak bütünlüğüne, onların Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin toprak bütünlüğüne saygı duydukları ölçüde kıskançlıkla sahip çıkan, bölgesel işbirliğine açık, insan hakları ve özgürlüklerini temel alan bu anlayış, “ulusa önce sonsuz özgürlük vaat edip sonrasında zulmedenlerden de, özgürlüğü yozlaştıranlardan da olmayacaktır. Doğru dengeyi Atatürk çizgisinde Türk Milliyetçiliğinin üçüncü seçenek pratiği gösterecektir” (ZP programı, 2021: 20, 234)
VP Propaganda Büro Şefi, Zafer Partisi milliyetçiliğinin hangi yatakta seyrettiğine kafayı o kadar takmış ki, programa göz attığı halde, içine sindirerek okumadığından olacak, partimizin ne milliyetçilik anlayışı ne de çizgisi hakkında somut bir çıkarımda bulunamamış. Ya da kafası kendi parti programının ikide bir değiştiği meselesiyle, o kadar dolmuş ki, Vatan Partisi ideolojik kısır döngüsü zihnini bulandırmış. Demek ki diş ve zihin çürümesinin sebebini bulduk. Elbette kişi yattığı yerden belli olur. Madem anlamadınız, o kadar okuyup da anlayamayacağınıza, bizlerden yardım isteyebilirdiniz. Öncelikle partimizin siyasal çizgisiyle başlayalım. Zafer Partisi Genel Başkanı diyor ki;
“Zafer Partisi siyasetin neresindedir? Merkez sağ mı yoksa aşırı sağ mı? Zafer Partisi ne merkez sağ veya sol ne de aşırı sağ bir partidir. Zafer Partisi Türk siyasetinin merkezindeki partidir. Siyasetin merkezini belirleyen şey, o devletin kuruluş felsefesi üzerinde şekillenir. Devletin kuruluş felsefesi, o devletin siyasetinin merkezini oluşturur. Bu anlamda Türkiye’de cumhuriyetin kuruluş felsefesini tavizsiz savunan, Atatürk çizgisinde Türk milliyetçiliğini hiçbir noktasında taviz vermeden savunan Zafer partisi, Türk siyasetinin de merkezindeki partidir. Zafer Partisi, milli-üniter-laik merkez partisidir. Ve Cumhuriyetimizin AKP FETRET Devri sonrasında kuruluş esasları üzerinde yenilenerek 21. Yüzyılda varlığını sürdürmesi için radikal reform politikaları öneren bir partidir.” (Özdağ, 2024)
Geldikleri Gibi Gidecekler!
Bakın isteyince anlaması/ anlatılması ne kadar kolaymış. Şimdi eğer Atatürk’ü de dilinize meze etmediyseniz, yıllardır Atatürkçülük adına parçaladığınız onca lügat, partinizin sırf suni nefes alma aygıtı değilse, bu ifadelerden hangisine karşısınız? Atatürk’ün herşeyine “kerhen” evet de bir milliyetçiliğine mi külliyen hayır diyorsunuz? Türk Kurtuluş Savaşı mücadelesinde, Kemalist ordunun temel özelliği neydi? Nasıl geçerdi ordumuz ve Atatürk’ün önderlik yapısı yabancı yayın organlarında? Söyleyelim: Milliyetçi- Kemalist önderlik ya da devrimci- milliyetçi önderlik olarak değil mi? Biz Atatürk’ün devrimciliğine, yaptığı devrimlerle birlikte sahip çıkıyoruz. Zira burjuva demokratik dizgesinin kurulması ekseninde İttihat Terakki’nin başlattığı savaşı, Kurtuluş Savaşı kadrolarının eksiksiz sürdürdüğünü, çok partili yaşama geçişle beraber, hızla büyüyen karşı-devrimci akımın, burjuva demokratik devrimini akamete uğratmaya çalıştığını iyi biliyoruz. Zafer Partisi bu çarkı mutlaka tersine çevirecek ve devrimleri tamamlayacak, Türk halkının milliyetçi üçüncü seçeneğini oluşturan tek partidir. Yerimizle ilgili, açıklamaya devam:
“Üçüncü seçenek, Zafer Partisi, gitmezler denilen ülkemize bombalandıkları için değil gelmeleri için bombalanan ve ülkemizi örtülü bir istila ile iç savaşa sürüklemenin aracı olarak kullanılan 8 milyon sığınmacı ve kaçağın son bireyine kadar ülkesine dönmesidir. Emperyalizm 100 sene önce zırhlıları ve işgal orduları ile gelmişti. Şimdi stratejik göç mühendisliği ile gelmiştir. 100 sene sonra biz de Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediğini söylüyoruz: ‘Geldikleri gibi giderler.!’ Zafer Partisi, Türk Milletine İstiklal Marşımızın dizeleri ile seslenmektedir.
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın,
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Üçüncü seçenek, Zafer Partisi, Türk Milletini çarmıha gerilmesiyle eşanlamlı olan ‘ya o ya bu’ anlayışına onurluca ‘ne o ne bu’ cevabını vermektir. Üçüncü seçenek, Zafer Partisi, Türk Milletinin özgürlüğünün milletimizin değerlerine sırt çevirmeksizin de savunulabileceğini göstermektir. Üçüncü seçenek, Zafer Partisi, ekmek davasının en az milli güvenlik meseleleri kadar adanmış bir tarzda sahiplenilebileceğini ispat etmektir. Üçüncü seçenek, Zafer Partisi, egemenlik prensibinden ve şahsiyetinden zerrece taviz vermeksizin de dünyayla iletişim kurulabileceğini mümkün kılmaktır.
Ve üçüncü seçenek, Zafer Partisi bütün vatanseverlerin Birinci Meclis ruhu ile Türkiye için birlikte mücadele etme kararlılığının bir ifadesidir. Zafer Partisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği istikamette, Cumhuriyet değerlerimizin çizdiği çerçevede ve Türk milliyetçiliğinin öncülüğünde birleşenlerin, birleşmek isteyenlerin eseridir.
Bugün Türkiye’de özgürlük istemeyen tek kesim özgürlüklerimizi ellerimizden alanlardır. Biz özgürlüğü en geniş ve en kavrayıcı açılımıyla yorumluyoruz. Bunun için temel hak ve özgürlükleri sıralamakla yetinmiyoruz. Özgürlüğün kâğıt üzerinde olmaktan çıkıp fiilen özgürlük olmasını istiyoruz.” (ZP: 14- 19)
VP ve Sosyalizm Derslerine Giriş
Üstelik ne kadar acıdır ki bu programın açıklanışının üzerinden daha iki yıl bile geçmeden yukarıda ifade edilen sığınmacı sayısı 8 milyonun 1.5 katından fazlasına çıkarak 13 milyona dek tırmanabilmiştir. Sınırları eleğe dönen Türkiye’de, yukarıdan Afgan- Pakistanlı, aşağıdan Suriyeli pekçok kaçkın ülkemizi istikrarsızlaştırmak için şöyle bir dokunup, kendilerini sınırın öteki tarafına atıyorlar. Ne dur diyen var ne hemşerim buraya neden geldin? Bu ülkenin hangi “bitmez tükenmez” kaynakları seni buralara çekti? Mustafa Kemal Atatürk, “Türkiye Türklerindir” diye kükrediğinde çoğu kişi bu sözün kıymetini anlayamamıştı. Şimdi, sokaktaki insan bunu idrak ediyor. Biz bu ülkeyi sokakta bulmadık. Türkler, binlerce yıllık yürüyüşlerinde sığındıkları son limanda özgürce ekip biçmek, özgürce üretip bölüşmek istiyorlar. Türk milleti dünyadaki her devlete verilmiş, kendi kaderini tayin hakkından kıskançlıkla yararlanmak, Anadolu’nun kıt kaynaklarını hakça bölüşmek istiyor. Hangi sosyalizmin kitabında, çalışmadan çökmek, üretmeden tüketmek yazar. Bildiğim kadarıyla “ulu liderlerinizden” Karl Marx 1844 El Yazmalarında, Marxizm’in ideal ve öncelikli hedeflerini şöyle ortaya koymuştu: “İlk etapta herkes çalışacak ve herkes sosyalist hükümetin sağladığı refah payından çalıştığının karşılığını alacak, nihai komünizmdeyse herkes çalışacak ve refah payından ihtiyacı (istediği) kadar alacaktır.”
Bir diğer “pir ve ulularınızdan” Lenin ise, kendisi için sınıf ve kendiliğinden sınıf diye, hemen her alana uygulanabilecek çok başarılı bir ayrıma ulaşmıştı. Tamamen bilinçlenme ve yararlı ayrışmaya sebep olan bu kategori, milletlere de uygulanabilir. Osmanlı döneminde sağlıklı bir milli bilince sahip olmayan Türk milleti, Atatürk’ün önderliğinde kanını döke saça, çok da pahalı bir bedel ödeyerek, kendisi için millet olmayı öğrenmiştir. O günden bu yana istismarcı ve hırsız yönetimler tarafından cebi, var olma hakkı hatta milli bilinci ıskat edilmeye çalışılmış/maktadır. Siz Türk milletinin kendisi için bir programa sahip, edimli ve istençli bir millet olma davasına karşı çıkıyorsunuz. Nereden peydah eylediğiniz belli olmayan nevzuhur Arap seviciliğinizle, aslında İsmet Paşa Hazretlerine, vermekten başka çaresi olmayan ödünleri, cebine koyduğunu, ancak günü geldiğinde; bunları teker teker Türkiye’ye iade edeceğini söyleyen Lord Curzon arasında, kendinizi hangisine yakın hissediyorsunuz? Biz yerimizi ödünleri kopararak ve çok zor bir sınavdan utkuyla çıkan Mustafa Kemal’in dava arkadaşı, İsmet Paşa ve Türkiye’nin yanıbaşında alıyoruz. Acaba siz hakikaten bize yakın mısınız? Yoksa neredesiniz?
Madem konumuz bizler olduğu kadar sizlersiniz de, o zaman Sosyalizm derslerine devam. Siz sahi Rus önderliğinden ziyade Çin devrimini kabul ediyordunuz. O zaman anladığınız, benimsediğiniz dilden hasbıhal eyleyelim. İstanbul Üniversitesi’nde Can Kakışım’ın 2014 tarihinde savunduğu doktora tezinden aktarıyoruz, konu edilen zaman dilimi sizin sosyalist “uluların ulusu” addettiğiniz Mao’nun, Kültür Devrimi’nin sonuçlarıyla ilgili:
Kapanış: Mao Bu Durumda Ne Yapardı?
“Bu düzenlemeler, azınlık haklarıyla ilgili devrim öncesinde çizilen çerçeveden de en radikal sapmayı temsil etmektedir. Bu çerçevede, Çin’in çokuluslu bir ülke olduğu reddedilmiş, milliyetler sorununun çözüldüğü ve bu konuda yeni bir politikanın gerekmediği belirtilmiştir. Ulusal özerklikler, bağımsız bölgeler yarattıkları ve ulusu böldükleri gibi gerekçelerle eleştiriye uğramış ve birçok yerde özerk birimler lağvedilmiştir. Yerel diller, alfabeler, adet ve gelenekler çağdışılıkla itham edilmiş ve neredeyse tüm azınlık okulları kapatılmıştır. Azınlıkların geleneksel tatilleri yasaklanmış, bu günlerde kutlama yapanlar karşı devrimcilikle suçlanarak tutuklanmıştır. Bazı bölgelerde, azınlıkların ulusal kıyafetlerini giymeleri ve azınlıklara özgü ürünlerin satılması da yasaklanmıştır. Yine birçok bölgede, azınlıklar dinsel geleneklerinden vazgeçmeye zorlanmıştır. Toplantılarda sadece Çince’nin konuşulabileceği belirtilmiş ve yerel dillerin kullanımı bir kabahat gibi görülmeye başlamıştır.” (Kakışım, 2014: 38)
Şimdi Mao hayatta olsaydı, yurdu hakkında sorumluluk sahibi olduğunu bildiğimiz, bu devrimci önder bunu nasıl karşılardı? Yani komünist Çin’in sınırlarının kapısına, 8 milyon Suriyeli sığınmacı koysanız acaba, “müteveffa” ne derdi? Bunlar Doğu halkları, ne olmuş canım vatanlarını savunamamışlar da savaşta kaçmışlar, gelir bu deneyimlerini bizimkilerle de paylaşırlar, hoş geldiler mi derdi, yoksa kendi ülke yurttaşlarının yaşam hakkını mı savunurdu? Aklımızda deli sorular. Sahi ne yapardı acaba? Biz de aynısını yapalım mı?
Bu kadar sosyalizm size de, kafayı Zafer Partisi ile bozmuş tüm yoldaşlara da yeter herhalde. Partimizin “Anadolu Kalesi Projesine” dil uzatan sayın Cengiz, “Zafer Partisinin Sorun ve Çözüm Tarifi” arabaşlığının hemen üstünde, muhtemelen partimizin fikirlerini gözden düşürmek amacıyla, çözümlerimizi ırkçılıkla niteledikten hemen sonra, VP’nin bilinen hastalıklı ideolojik tekerlemesini programımıza yönelik olarak tekrarlamış. Buna göre Zafer Partisi Türkiye’yi tehdit eden asıl güçler yani ABD, İsrail, AB’nin içinde bulunduğu Atlantik güçlerinin hizmetindeymiş. Üstelik Prof. Dr. Sn. Ümit Özdağ da bunu iftiharla kabulleniyormuş. Sayın Çağdaş Cengiz bu kadarla yetinmiyor ve göçmenlerin Türkiye’deki az gelişmişlik sorununun kaynağı değil, çözümü olacağını ifade ediyor. Sözü, varlığını emperyalist kimliğine borçlu İngiltere’ye getirip, “Bir göçmen işçinin yirmi yaşına kadar yetişmesi kendi ülkesinin ulusal ekonomisine aşağı yukarı 2000 sterline mal olmuştur. Dış ülkeye giden her göçmen işçiyle az gelişmiş bir ekonomi, gelişmiş bir ekonomiye bu kadar yardımda bulunuyor demektir. Fakat sanayileşmiş bir ülkenin bu durumda elde ettiği kazanç bundan çok daha fazadır. (…) Başka bir ülkede yetişmiş emeğin kullanılması, şehirleşmiş toplumlarda yılda 8 milyar sterlin tasarruf etmesi demektir” diyor. (Cengiz, 2024: 55)
Teori Cumhurbaşkanı’yla Aynı Saflarda
Cengiz açıkça, hem de bir sosyalist olarak, üstelik hiç yüzü kızarmadan insanların sömürülmesinden bahsediyor. Üstelik kendisinin bu sözleri, birkaç gün evvel AKP lideri Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Türklerin doğurma oranı düştü. Yani Türklerin ani nüfusun kendini yenileme eşiği olan 2,1 seviyesinin altındadır. Bu Türkiye açısından varoluşsal bir felakettir, tehdittir. Mevcut durum ülkemiz açısından tolere edilebilir durumdan çıkmıştır” (Yeni Şafak, 2024) çıkışıyla örtüşüyor. Sayın Erdoğan burada, piyasanın gereksinim duyduğu ucuz işgücünü, yakın bir dönemde Türklerin karşılayamayacağını belirterek, Suriyeli milyonlara göndermede bulunuyor. Erdoğan’ın yaptığı gönderiyi parlatıp da, çözüm olarak gösterme garabeti de Vatan Partisi Propaganda Büro Şefi’ne düşüyor. Herşeyden önce Türkiye’de işsizlik düzeyi TUİK’in “iyimser” hesaplamalarına göre Ocak 2024 itibarıyla, yüzde 9.1 olarak verilmektedir. Üstelik bu hesaplamaya mevsimlik işsizlik dahil edilmemiş olup, özel kuruluşlarca yapılan çalışmalarda, aynı oran yüzde 15’lere varabilmektedir. (TUİK, 2024) Türkiye işsizlik-istihdam sıralamasında, TUİK’in, “iyimser” hesaplaması dikkate alındığında bile, 2023 sonu itibarıyla OECD ülkeleri arasında sondan dördüncü sıradadır. Genç ve yetişmiş, çoğu üniversite veya teknik okul bitirmiş gençler arasında, zaman zaman yüzde 20’leri yakalayan işsizlik oranı, Türkiye’nin olmayan işgücü açığını kapamak için ucuz göçmen işgücüne gereksinim duymadığını göstermektedir. Doğallayın sayın Cengiz’in bahsettiği işgücüne, ülke olarak ne ihtiyacımız bulunmaktadır, ne de ondan alacağımız herhangi bir kazanç. Zira beş gencinden biri işsiz olan Türkiye’de bahsedilen tarzda bir istihdam politikası, Suriyeli- Afgan işçilerin vahşi kapitalizm tarafından korkunç bir şekilde sömürülmesi ve onlar üzerinden iş arayan Türk insanının, gençlerimizin de aynı sömürü çarkının insafına terk edilmeleri anlamına gelmektedir.
“İstihdam Sorunu ve Sömürüyü Çözüm Gören Bir Sosyalist Zihniyet”
Böyle bir yapılanma gençlerimizin güvencesiz, sağlıksız şartlarda karın tokluğuna çalıştırılmaları, fabrika- işyeri ve çalışma mekanlarında hergün daha fazla kaza, çalışma saatlerinin alabildiğine artmasına karşın, Türk emekçi sınıflarının alımgücü- hayat standartlarında korkunç bir düşüş demektir. Biz sığınmacı karşıtları olarak, Suriyeli ve Afganların bile böyle bir sömürü çarkının dişlilerine verilmesini onaylamazken, sizler sosyalist olarak buna nasıl göz yumup, “karın tokluğuna adam çalıştırmak çözümün parçasıdır” diyebiliyorsunuz? Sizin rehberiniz yazınızda bahsettiğiniz “4’lü sülükler” mi, yoksa sosyalizm mi? Biz sosyalizmi önce refahı yaratmak sonra üleştirmek ister diye bilirdik, okullarda öyle öğrettiler; yoksulluğu, yoksunluğu tabana yayarak, üstelik bunu ülkedeki, milyonlarca kaçağı kullanarak halka dayatmanın adı, olsa olsa, “Neo- con sosyalizmi”dir.
Saniyen Türkiye’de işsizlik sorununun temelinde, istihdam yaratmayan çarpık büyüme yer almaktadır. Yani Lenin’in ünlü “Emperyalizm” tezinde belirttiği, dünyanın kapitalist güçler tarafından yeniden paylaşılması ve kağıt üzerinde reel istihdam yaratmayan bir sanal kağıt ekonomisi, az gelişmiş ülkeleri önce şişirmekte, daha sonraysa içini boşaltmaktadır. Böyle bir ortamda ülkeye giren kaçak işgücü yani Suriyeli- Afgan milyonlar, o da eğer çalışmak niyetleri varsa, çözümün bir kaynağı olmaktansa sorunun başat nedeni olurlar. Üstelik bunların kalıcılaşması halinde sığınmacılar, Türk ve kaderini Türklerle birleştirmiş olan ülkemizin asıl unsurlarının, her geçen gün daha fazla sömürülmelerinin, sigortası haline gelirler. Düşünün Türkiye bir açıkhava süpermarketi midir ki, cebine aylık ödeme, beleş hastane, market kartı, vergisiz işyeri açma hakkı ve yan gelip yatma imkanı tanınan bir sosyal ya da etnik grup, üzerine bir de vatandaşlık dağıtımıyla mükafatlandırılırsa çalışır mı? Ya da “vergilendirilmemiş kazanç suçtur, vergi kaçağını engelleyeceğiz” diyen bir hükümet, özellikle dar gelirli, ücretli yurttaşlarını acımasızca vergilendirirken, bu kadar kaçak iktisadi faaliyete göz yumması, ekonomi politikalarını sürdürülebilir kılmaktan uzaklaştırmaz mı? O yüzden Zafer Partisi diyor ki:
“Zafer Partisi, bu konuda Türk Milletine ihanet eden, susan, ’evet-ama’ şeklinde milli omurgası olmayan politikalar ile Türk halkına yalan söyleyen partilerden farklı olarak Türk Milleti’nin VAR OLMA İRADESİNİN TEK VE GERÇEK temsilcisidir. Zafer Partisi, Suriyelileri Suriye’ye, Afganları Afganistan’a ve diğerlerini yollama konusunda kesin kararlıdır.
Anadolu Kalesi’nin Satırbaşları: Ya Da Haydi Bir Orantı Denklemi Kuralım
ANADOLU KALESİ projesi çerçevesinde “Geçici Koruma Altındaki (GKA) Suriyelilerin Vatanlarına Geri Dönüş Planı ve Stratejileri” hazırlanmıştır. Belge hazırlanırken iç hukukumuz ve uluslararası hukuk dikkate alınmıştır. Türkiye’de bulunan sığınmacı ve kaçakların güvenli geri dönüşlerine yönelik iş ve işlemler bütüncül bir insan hakları yaklaşımı temelinde planlanmıştır. Belge çalışmaları kapsamında, ilk olarak ‘Onurlu ve Güvenli Geri Dönüş’, ’Geri Dönüşe Yönelik Uluslararası ve Toplumsal Bilgilendirme’, ‘İşgücü Piyasası’, ‘Sosyal Destek (sosyal hizmet ve yardımlar)’ ve ‘Eğitim’ konuları olmak üzere 5 tematik alan belirlenmiştir.
Şam hükümeti ile derhal ve amacı Suriyelilerin 1 yıl içinde ülkelerine dönmelerini hedefleyen doğrudan resmi görüşmeler başlayacaktır. Ankara, Suriye’ye dönecek Suriyeli sığınmacıların Rusya ile birlikte 5 sene boyunca BM adına güvenliğinin denetlenmesinden sorumlu olma misyonunu kabul ettirtmeye çalışacaktır. Türkiye, Avrupa Birliği’nin finanse edeceği projeler ile Suriye’nin kuzeyinin inşasını üstlenecek, Türkiye’den dönen Suriyeliler için iş alanları açacaktır.” (ZP program: 52-57)
Sanırım basit matematik işlemlerin ve orantı hesaplamasının altından kalkabiliyorsunuzdur. Çok basit bir hesap yapıp ilerleyeceğiz, Şu anda Almanya nüfusu 84 milyon civarında. Bunun içinde 1 milyon 600 bin kadar Suriyeli ve Afgan sığınmacı yer alıyor. Alman yetkililerin 2024 yılı itibarıyla, Euronews ile paylaştıkları verileri, Türkiye için örnek kabul edeceğiz. Şöyle bir orantı hesabı kuralım: Eğer 84 milyonluk Almanya, objektif ölçülere göre 1 milyon 600 bin sığınmacı kabul edebiliyorsa, 85 milyonluk Türkiye kaç sığınmacı alabilir? Küsuratları yuvarlarsak 1 milyon 620 bin kişi. Haydi diyelim bir kriz var ve uluslararası sorumluluklarımız gereği bu kadar göçmene kucak açmamız lazım. Peki, o zaman ülkemizde 1 milyon 620 bin adet sığınmacı olması gerekirken, tam 13 milyon sığınmacı ne arıyor? Avrupa’da, Atlantik ülkelerinde, sınırlarını eleğe çevirtip, orta vadede her türlü güvenlik riskiyle karşılaşmayı şimdiden kabul eden başka bir ülke var mıdır? Sizin göçmen işçi hikayesine göre sanırsınız Suriyelilerin yoğun ucuz emekgücü sebebiyle Atlantik ülkeleri, “Aman Zafer Partisi bunları göndersin de biz kapalım” diye 40 takla atıyor. Tam tersine onlar, bu sizin çok karlı bulduğunuz (artık o nasıl bir sosyalist anlayışsa, yani içinde sömürünün kol gezdiği fikri, bu kadar rahat kabullenip savunabilmek) göçmen işgücü ülkelerine uğramasın diye, Afrika’da üç kuruşa muhtaç devletlere, göçmenleri yollamanın hesaplarını yapıyorlar.
Sorunu Doğu Halkları Çözecek
Zafer Partisi göçmenleri yollayacağını söyleyerek, Atlantik bloğunun gündüz düşlerini ülkemiz yararına karabasana çevirirken “Aman göçmenler Türkiye’de kalsın” fikrini, sizin deyiminizle Amerikancı, AB’ci, NATO’cu AKP, onun destekçisi partiler ve siz savunuyorsunuz. Siz yabancı emperyalist güçlerin Türkiye’deki savunucusu olacaksınız da, göçmenleri göndermeyi planlayan biz mi emperyalizmin uşağı olacağız? Lideriniz, gayet haksız bir biçimde FETÖ kumpası sebebiyle suçsuz yere hapis yatıp çıktıktan sonra, AKP’ye yanaşan biz miyiz siz misiniz? Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimleri arifesinde, Türk sosyalizmini Erdoğan’da birlik olmaya çağıran sizin lideriniz mi, bilerek veya bilmeyerek 4’lü sülüğün ekmeğine yağ sürmekteydi, yoksa kararlılıkla muhalefetin adayını destekleyen Ümit Özdağ ve Zafer Partililer mi?
Evet, Anadolu Kalkanı projesinde AB, Uluslararası kuruluşlar ve Suriye’nin meşru liderine savaş açarak enerji politikaları sebebiyle, Ortadoğu’yu kana bulayan tüm sorumluları göreve davet ediyoruz. Ülkemizin başına göçmen belasını saranlara, “Bu tartı bu yükü kaldırmaz, herkes sorunun gerçek çözümüne katkıda bulunsun” diyoruz. Bugün Esad, ülkesinin yüzde 70’ine hakim. YPG ve ÖSO sınır güvenliğimiz açısından ciddi birer tehdit. Ancak bu örgütlerin yarattıkları tehlike yavaş yavaş sönümleniyor. Artık Türkiye’deki göçmenler, dini bayramlarında hatta yaz tatillerinde ellerine şeker kutularını alıp, takıp takıştırarak memleketlerine gidip gelebiliyorlar. Ne misafirliklerinin ne hayatlarının tehdit altında olmadığını gösteren gelişmeler bunlar. Ben bir Rumelili çocuğuyum, ailemin üçte birini Şıpka geçidinde bırakarak, Osmanlı devletine sığındık. İnanın ne bayramlarda dönüp görebileceğimiz bir vatanımız, ne de sınırın öte yanında can güvenliğimiz vardı. Ailemden Bulgaristan’a giden ilk ben oldum, o da 100 yıl sonra. Kimse pişkin pişkin suratıma bakıp, “Efendim onlar yaşam hakkını savunarak gelmişler, insan hakları, hümanizma” mavalını okumasın. Suriyelilerin gelmesini gerektirecek koşulların çoğu ortadan kalktı ve Zafer Partisi bölge ülkeleriyle ortak bir plan dahilinde işin içine Rusya- Türkiye- Suriye’nin meşru yönetimini de katarak, bölgesel bir çözüm arayışında. Sizin bir Avrasya projeniz vardı: Rusya’yı da işin içine katan. Öğrenmek istiyoruz koruduğunuz AB ülkeleri mi Doğu halkları kalıbına sığıyor, yoksa Zafer Partisi’nin işbirliği planında geçen Suriye ve Rusya Federasyonu mu? Gelen sığınmacıların önemli kısmı Arap da, yıllardır emperyalizme karşı mücadele verip, tüm olumsuzluklara karşın ayakta kalmayı başaran Suriye Arap devleti, Beşar Esad Arap lideri değil mi? Savaş şartları altında toprak bütünlüğü, uluslararası anlaşmalarla sabit meşru Arap devleti mi kendi yurttaşlarının kaderini tayin hakkını daha iyi savunur, yoksa ülkemizdeki savaş kaçkınları mı?
Sonuç: Kendi Kaderimizi Tayin Hakkını Emperyalizm İle Bölüşmeyelim
Son olarak, bizim endişelerimiz Türk milletine güvenmediğimiz için değil sayın Sueda Babacan. Zira siz 80 milyonun içine doğurganlığı bu kadar yüksek 13 milyon insan sokarsanız, ülkemizde 2050 senesinde sadece Türkler değil, Türklere güvenerek bu topraklarda yaşayan tüm unsurlar, azınlığa düşmüş olacaklar. Daha şimdiden Reyhanlı ve Hatay’da Suriyeliler çoğunluğu oluşturdu, ruhunuz duydu mu? Sessiz İstila tam olarak bu değil mi? Emperyalizm ele geçiremediği ve karşısında savaşmanın maliyetinin çok yüksek olacağını (kahraman Türk ordusuyla yüzleşmemek maksadıyla) hesapladığı ülkeleri, sizin gibilerin de gafletiyle önce “etki ajanlığı” sarmalına boğup, sonra ulusal bağları zayıflatmak için elinden geleni ardına koymuyor. Emperyalizm burada ülkemize zehrini saçıyor. 13 milyon sığınmacıyı ülkeye sokar ve bu kadar rahat şartlarda barınmalarına izin verirseniz, onların okulda, sınıfta, sokakta Türk kadınına, çocuğuna, öğretmenine baskı yapmasına, hatta ulu-orta lise öğretmeni öldürmesine tepki göstermezseniz, bugün Türk kolluk güçleri onlarla başeder. Ne var ki, toplumsal hafızada derin bir iz kalır.
Önce modernleştirmeci sultanlar, ardından Talat- Enver- Cemal Paşalar, ardından Mustafa Kemal Paşa’lar, nihayetinde bu ülke için toprağa düşmüş tüm şehirler bize şunu öğretti: Vatan için ölünür. Siz 13 milyon kişiyi savaşmadıkları için ülkeye kabul ederseniz, ileride aynı zorunluluk (Tanrı esirgesin) hasıl olduğunda, bizim gençlerimizin küçük bir kısmı bile olsa ister istemez düşünebilir: “Yani burada savaşıp ölmektense en yakın ülkeye kapağı atsam, ben de beleş yemek kartı, süpermarket kartı, beleş yaşam hatta yurttaşlık sahibi olabilir miyim?” Bu da bireysel olarak insani bir düşüncedir. İnsani olmayan bu düşüncenin genç kuşaklarımızın kafasına sokulmasıdır. Bugün emperyalizm bunu yapıyor. Unutmayalım Irak ilk savaşta emperyalistleri durdurmuştu ve aradan geçen zamanda o kadar büyük baskı gördüler ki, ilk savaşta çözülmeyen Irak ordusunun, ikincisinde nasıl çözüldüğünü Irak önderliği bile algılayamadı. Eğer sizin bu sergüzeşttik ve çürük dişinizden dökülen haksız suçlamalara yol verilirse, ileride bir bölük askerimiz bile yeise kapılsa, bu ülkeden kopacak o vatan parçasını, cebinize doldurduğunuz çakıl taşlarıyla mı yerine koyacaksınız? Selam ile…
Kaynakça:
Babacan, Sueda (2024), “Nazi Propaganda Filmlerinden Sessiz İstilaya Irkçılığın Serüveni”, Teori Yıl: 41 sayı: 411, İstanbul.
Cengiz, Çağdaş (2024), “Zafer Partisi’nin Arap Düşmanlığının İşlevi”, Teori Yıl: 41 sayı: 411, İstanbul.
Kakışım, Can (2014), “Sosyalist Hareketlerin Etnik Kimlik ve Azınlık Meselelerine Yaklaşımlarının Geçmişi ve Bugünü: Bir Paradigma Değişimi, TC İstanbul Ünv. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Yayımlanmamış Doktora tezi, TC İstanbul Ünv. İstanbul.
Özdağ, Ümit (2024), “Zafer Partisi Siyasetin Neresindedir?”
___________ (2024), “Almanya’ya Geçen Yıl İltica Edenlerin Oranı Yüzde 51 Arttı”, https://tr.euronews.com/2024/01/08/almanyaya-gecen-yil-iltica-edenlerin-orani-yuzde-51-artti-turkiyeden-gelenler-2-sirada, ET: 25.05.2024.
____________ (2924), TUİK İşsizlik Verileri Ocak 2024.
—————— (2021), Zafer Partisi Programı, Zafer Partisi. Ankara.