Dr. Abdülkadir SEZGIN
Tarikatlar, İslam’ın felsefi, medenî (şehirli) entelektüel düşünce boyutunu ifade eden İslam tasavvufunun uygulama alanıdır. Bu pencereden bakıldığında tarikatlar dinî bir kurum değil, yaygın eğitim kurumları idi.
3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı Şer’iye ve Evkaf Vekâleti ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’nin ilgası ve Diyanet işleri Reisliği ile Genelkurmay Başkanlığı’nın kurulması hakkında kanunun Diyanet’le ilgili 5. Maddesinde “tekâyâ ve zevâya’nın idaresine şeyh ve sair müstahdeminin tayin ve azillerine Diyanet işleri Reisi memurdur”hükmü mevcuttu.
Bu uygulama tarikatların fiilen kapatıldığı 31. Aralık 1925 tarihine kadar uygulanmış ve Osmanlı döneminden kalan “Meclis-i Meşayih Nizamnamesi” (Şeyhler Meclisi Tüzüğü ile 8 yönetmelik) de bu dönemde yürürlükte kalmış ve Cumhuriyet’in mevzuatı arasında yerini almıştır.
1868 tarihinde başlayan ve tarikatların kapandığı 31 Aralık 1925 tarihine kadar da uygulanmış olan bu mevzuat incelendiğinde aşağıdaki sonuçlar ortaya çıkacaktadır:
1.Tarikat konusu, İslam tasavvufunun uygulama yerleri olmakla birlikte, tarikatlar dînî kurumlar değil, dünyevî kurumlardır.
2.Bu sebeple de tarikatlara ilişkin düzenleme yetkisi, şekli ve biçimi dahil, kamu düzenini sağlayan devlete ait bir görevdir. Şeyhlik ve Mürşitlik din tebliği (toplumu din konusunda aydınlatma görevi)ne ilişkin temel ilkeler, tarikatlar için de geçerli ilkelerdir.
3.Tarikatların öncelikle güvenlik, maliye ve din denetimi (dine ve tarikat kurallarına uygunluk denetimi) gibi üç temel denetime tabi olduğu görülecektir.
4. Şeyhler ve dervişlerin kayıtlarının tutulacağı ayrı ayrı defterler olacağından, kimin tarikat şeyhi veya üyesi (talip veya derviş) olduğu açıkça ve herkes tarafından bilinebilecektir.
5. Devlet kendisine müracaat ederek, elinde şeyhlik, Dedelik, Çelebilik, … gibi belgesi olan ve/ya şeyh olmak isteyenleri, öncelikle eğitime tabi tutarak, kendi alanlarında yetiştirme ve bunlar içerisinde bu işi yapabileceklere şeyhlik belgesi vererek, yahut şeyh olarak nerede görev yapacağını belirleyerek, tarikata girmek isteyenlerin beklentilerine doğru cevap verilmesini sağlamış olacaktır.
6. Alevilikten – Nakşiliğe hiçbir tarikatın siyaset yapmasına imkan bırakılmamış olacağından siyaset-tarikat ilişkisi kesilecek, ülke gerçekten laikleşmiş olacaktır.
TARİKATLAR EBEDİ OLARAK KAPATILMAMIŞTI
12 Eylül sonrasında yasaklanan siyasi partilerin serbest bırakılması sonrasında, DSP Genel Başkanı Merhum Bülent Ecevit’le, Oran’daki evinde yaptığım görüşmede Sayın Ecevit’in yaptığı açıklama birkaç kere muhtelif yayın organlarında da yayınlanmıştır.
Kendisiyle Alevilik konularını görüştüğümüz Sayın Ecevit, CHP’den ilk milletvekili olduğunda, CHP Gurup Toplantılarının birinde yaptığı konuşmada,
“Tarikatların kapatılmasından sonra, aynı misyonu yerine getirmek üzere kurulan Halkevleri’nin etnografik malzeme, dil ve kültür üzerine, özellikle de türkü derlemelerinde başarılı olduğunu, fakat halkın yaygın eğitiminde başarılı olamadığını, tarikatların ise, yaygın eğitim kurumları olduğunu anlatarak, tarikatlar yeniden açılmalıdır” konusunu gündeme getirmiş, Genel Sekreter Merhum Kemal Satır ve arkadaşları kürsüye (Sayın Ecevit’in üstüne) doğru yürümüşler. Merhum İsmet Paşa ortalığı yatıştırmakta zorlanmış.
Daha sonra Sayın Ecevit’i odasına çağıran Merhum İsmet Paşa,
“ – Biz tarikatları ebedi olarak kapatmadık. Zamanı gelince açılacaktır. Öyle anlaşılıyor ki, bizim arkadaşlarımız bile bunu henüz anlamamışlar” diye Sayın Ecevit’in gönlünü almış.
Bu tarihi hatıra, kişisel ve toplumsal hak ve özgürlükler ile sosyo-kültürel gelişmeler Merhum İsmet Paşa’nın belirttiği zamanın geldiğini, hatta biraz da geçtiğini göstermektedir.
ALEVİLİK VE TÜRDEŞLERİ İLE İLGİLİ HUKUKİ DURUM
A. Alevilik ve türdeşleri için en önemli hukuk metni 30.11.1925 tarihli ve 677 sayılı “tekke ve zaviyelerle türbelerin seddine ve türbedarlıklar ile bir takım unvanların men ve ilgasına dair kanun”dur.
B. Tarikatları yasaklayan ilgili 677 sayılı kanunla şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik ile bu unvan ve sıfatların kullanılması ile bu unvan ve sıfatlara ait hizmet ifası ve kıyafet giyilmesi yasaktır.
Yukarıda sayılan sıfat veya unvanlar bütün tarikatlarda kullanılan ortak sıfat veya unvan olmakla birlikte, “müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık ve halifelik” doğrudan Alevilik ve Bektaşilikle ilgilidir.
Çelebilik daha çok Mevlevi ve Alevilerce kullanılır. “Alevi Dede”lerinin Hacı Bektaş Pir Postu Vekili “Serçeşme” olarak kabul ettikleri “Çelebi” Hacı Bektaş Veli’nin soyuna mensup olanlar arasından Osmanlı döneminde “Ferman-ı Humayun” (kararname) ile atanmış kimsedir.
“Mevlevilik”te de Çelebi, Mevlana’nın soyundan gelenler arasından aynı şekilde atanan kimse idi.
Bunların ataması tarikat şeyhi olarak değil, “Dergâh veya Tekke Mütevellisi” şeklinde olurdu.
Tarikatlarla ilgili yasak sonrasında, son atanmış çelebilerin “Hakk’a yürümesi” sonrasında aile içi seçimle veya yaşayan Çelebi’nin kendisinden sonrasını işaret etmesi ile belirlenmiştir.
C. Anayasanın 174. Maddesi ile anayasaya aykırılığı iddiasında bulunulamayacağı hükme bağlanmış 8 inkılâp kanunu ile ilgili metindir.
Bu madde genellikle yanlış olarak “değiştirilemez” şeklinde yorumlanmakta veya anlaşılmaktadır. Burada sayılan 8 kanundan bazılarında zaman içinde değişiklikler yapıldığı hatırlanmamaktadır.
D. 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu “ Atatürk İlke ve İnkılâplarının ve Laik Devlet Niteliğinin Korunması” üst başlıklı ve “Atatürk İlke ve İnkılâplarının Korunması” matlaplı84. Maddesi:
“Madde 84- Siyasi partiler, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarmak ve Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğini korumak amacını güden” sekiz inkılap kanunu sayıldıktan sonra,
“Hükümlerine aykırı amaç güdemezler ve faaliyette bulunamazlar” demektedir.
Alevi Çalıştaylarının etkin ve sorunu çözebilecek kökten çözümlere yönelememiş olmasının temel hukuki engeli de bu kanun maddesidir.
Bu hüküm sebebi ile Alevilik ve türdeşleri olan Tarikatlar probleminin çözümünü siyasi partiler veya doğrudan Bakan eliyle çözümü mümkün gözükmemektedir.
Çözüm bürokratik mekanizmanın uzlaşması ve önerisi ile yapılabilir, şeklinde düşünüyor ve bunun altını da, çizmek istiyorum.
HUKUKİ VE FİİLİ DURUM ARASINDA PARADOKSAL YAPI
Alevilik/Bektaşilik dahil bugün yaşadığımız problemlerin özü 677 sayılı kanunla gelmiş yasaktır. Kanun çoğunlukla uygulanmasa da problemin ana kaynağı bu yasak ve yasadır.
Açıkça itiraf etmeliyiz ki, 677 sayılı kanunla yasaklanmış olmasına rağmen, ülkemiz falcılar, büyücüler, gaipten haber verenler, gizli tarikatlar, ne bildikleri, ne kadar bildikleri belli olmayan şeyhler ve meczuplar ülkesi haline gelmiştir.
Aksini iddia etmek mümkün de değildir. Bazı kamu kurumları ile GSM kurumları, TV.ler ve Gazeteler fallar, büyüler yayınlamakta, bu kurumların profesyonel “astrolog”ları bulunmakta, Cd.lerle benzer şeyler hizmet(?!) olarak yapılıp satılmaktadır.
Müştereken kabul ettiğimiz ortak bir ahlâktan nerede ise bahsetme imkânımız kalmamıştır. İslam ahlâkı diyemiyoruz, irticacı diyorlar. Türk ahlâkı diyemiyorsunuz, ırkçı yaftası hazır bekliyor. Sadece ahlâk diyoruz. Dini, cinsiyeti, mensubiyeti belli olmayan; sadece nasıl yemek yenir, nasıl dans edilir, içki nasıl içiliri öğreten görgü kuralları “ahlâk” adıyla kalmış görünüyor.
Ayıp gitti, günah ortadan kalktı diyenler haksız da sayılmıyor.
Merhum Atatürk’ün “olmasın” diye, “olamaz” diye belirttiği kötülükler ortalığı siyaset ve ticaret adına kapladı. Bizim tarikat iyi tarikat havasında prim yapıyor.
Önümüzdeki seçimlerde de Alevisi, Bektaşisi, Kadirisi, Nakşisi, Halvetisi, Cerrahisi, ile tarikatlar çok önemli rol oynayacak. Bu işteki rantla ilişkisi olanlar, sivil toplum örgütü imiş gibi davranmaya, gerektiğinde siyasi partiler dahil, hükümet ve/ya devleti tehdit etmeye devam edeceklerdir.
Unutmayalım ki, dünyanın her yerinde “yasağa rağbet fazladır”. Rağbetin fazla olduğu yerde rantın da büyük olduğu unutulmamalıdır.
Mevcut paradoksal yapı dikkate alındığında ülkemizin “laiklik ilkesini kabul etmiş bir devlet” görüntüsü verip vermediği tartışmaya değer durumdadır.
Görsel medyada son bir yılda en çok tartışılan konular arasında “tarikat-cemaat-siyaset- ticaret ilişkileri”nin olması da bu paradoksal yapının en anlamlı delili olmalıdır.
Başka bir sebep olmasa bile sadece bu paradoksal yapının tasfiyesi için bile tarikat-siyaset ilişkisinin kesilmesi gerektiğini takdirlerinize sunmak istiyorum.
ÇÖZÜM VE LAİKLİK İLİŞKİSİ
Fiili durum ve tarikatla siyasi partiler arasındaki gayri resmi ilişkiler ve etkileşim sebebiyle tarikatlara ilişkin yasağın uygulanamadığı ve uygulanamaz durumda olduğunda kuşku yoktur.
Çözüm, türdeşlerin tamamını içine alan, âdil, objektif ve kamu düzenine zarar vermeyecek, aksine güçlendirecek biçimde olmalıdır.
Türdeşleri içinden sadece birinin cımbızla çekilip alınarak, sadece buna hak, özgürlük veya serbestlik verilmesi, anayasanın 10. Maddesinde ifadesini bulan, “hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” kuralına aykırı olacaktır. Kaldı ki, aynı maddeye göre, “Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar”.
Çözüm düşünülürken bu hüküm göz önünde bulundurulmak zorundadır.
Bilimsel olarak, 1925 yılında tarikatların yasaklanması ne kadar lüzumlu ve doğru idiyse, şimdi aynı gerekçelerle bunları devletin gözetim ve denetimine alarak, siyaset dışı bir alanda serbest hale getirmek o kadar zaruri ve gerekli hâle gelmiştir..
Mevcut durumda sosyal, kültürel, sosyo-kültürel hayat ile dinî hayat ve laikliği illegal tarikatların ve tarikatçıların baskısından, başka türlü kurtarma imkânı da kalmamış görünmektedir.
Tarikat kaynaklı zaman zaman medyada görülen ve millet vicdanını rahatsız eden görüntülerden ayrı olarak, çıkması muhtemel sosyal çatışmalar, bölünme tehditleri kamu düzeni ve sosyal barışı ciddi şekilde tehdit edecek potansiyel bir yapı ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Burada bahsedeceğimiz hukuki tedbirler aynı zamanda sosyolojik zaruri bir sonuç olarak değerlendirilmektedir.
Tarikatların tehdidi altında olduğunda şüphe bulunmayan laikliğin, gerçekten uygulanabilir hale getirilmesi de, tarikatların siyaset dışı alana çekilmesiyle mümkün olacaktır.
Başlangıcından itibaren İslam (Müslümanlık)ın devleti ele geçirme gibi bir amacının olmadığı topluma yeteri kadar anlatılmamış ve laiklik kelimesinin yabancı kökenli oluşu sebebiyle halk tarafından yeteri kadar anlaşılmamış olması zihin karışıklığına sebep olmuştur.
Din açısından devlet Azerbaycan Türkçesinde üç gurupta tasnif edilmektedir:
1.Dinî Devlet, din kuralları ile yönetilen devlet, Vatikan devleti örneği.
2.Dünyevi Devlet, dünyevi kurallarla (sosyal, kültürel veya ihtiyaçlara göre dünyevi kurallarla yönetilen) devlet Türkiye ve Azerbaycan örneği.
3. Ateist Devlet. Eski Sovyetler Birliği.
Bu tanımlamada yanlış ve zihin karışıklığına ihtimal bırakılmamıştır.
Eskiden tarikatların yasak olduğu ülke olarak Sovyetler Birliği, Suudi Arabistan ve Türkiye sayılırdı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra eski Sovyet bölgesinde bu yasağın uygulandığı ülke kalmadığı gibi, ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra da Suudi Arabistan’da da yasak kalkmış görünmektedir. Türkiye tarikat yasağı bulunan tek ülke durumunda kalmıştır.
Bütün dinlerde farklı mezhep ve tarikatlar vardır ve devletlerin gözetim, denetim ve/ya koruması altında faaliyetlerini sürdürmektedirler.
Şu anda ise, hemen hemen her mahallede birbirinden farklı birkaç tarikat ve bu tarikatlara bağlı vatandaşlarımızın bulunduğu bilinmektedir. Ancak bunlar, resmen tarikat olarak görünmediği, çoğunlukla dernek, vakıf, hatta şirket görünümü altında ve çoğunlukla da sivil toplum örgütü görünümü ile faaliyet yapmakta ve itibar görmektedir. Yani hukuken kapalı, fiilen açık bir hayat…
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI NELER YAPMALIDIR?
“Diyanet İşleri Başkanlığı neler yapmalıdır”dan önceki soru, “niçin Diyanet İşleri Başkanlığı?” sorusudur.
Devlet bir takım strüktürlerin toplamından ibaret bir organizasyondur. Bu organizasyonda yetki ve sorumluluklar strüktürleri arasında belli sınırlarla ayrılmıştır.
Bu noktadan bakıldığında dinle ilgili konularda devletimizin temel (ana) organı Diyanet İşleri Başkanlığı’dır.
Alevilik konusu da öncelikle dinle ilgili bir konudur. Bu sebeple de sorunun ana merkezi Diyanet İşleri Başkanlığı’dır.
Ülkemiz laikliği kabul etmiş ve hazmetmiş bir ülkedir. Anayasanın 136. Maddesine göre de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bulunduğu alan aynı zamanda siyaset dışı alandır.
Bu iki özellik Alevilik konusu doğrudan Diyanet İşleri başkanlığı ile ilgili olmalıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ilk ve öncelikle yapacağı kendi personeli arasındaki görüş farklarını gidermeye yönelik faaliyetler olmalıdır. Bunun yapılacağı yer, 633 sayılı kanunda son yapılan değişiklikle yetkileri sınırlandırılmış olmasına rağmen, Din İşleri Yüksek Kurulu’dur.
Din İşleri Yüksek Kurulu kendi içinde yapacağı bilimsel toplantılarla, kendi içinde bir görüş birliği sağladıktan sonra, kurum içi çalışmalarla bu faaliyet devam etmelidir.
Kurum içi çalışmalar devam ederken, Diyanet İşleri Başkanlığı anılan kuruldaki çalışmalara devletin güvenlik ve istihbarat kurumlarının ilgili ve yetkilileriyle birlikte yapacağı toplantıların hazırlıklarını da yapmalıdır.
Bu ilgili kurumlarla birlikte yapılacak toplantılar sonuçlanıncaya kadar çalışmalar basına kapalı olmalıdır.
Basınla paylaşılması, halkın yaygın bilgilendirilmesi ilgili kurumlarla yapılacak toplantılarda tespit edilecek usul ve esaslar çerçevesinde yapılmalıdır.
Bu basına kapalı çalışmalarda hangi kanunlarda nasıl değişiklikler yapılması gerektiği, geçiş döneminde uygulanacak esaslar ve asıl çözüm uygulamalarının hayata geçirileceği dönemler en ince noktalarına kadar planlanmalı, boşluk bırakılmamalıdır.
Yapılacak şey, tarikatları Diyanet’in tabi olduğu siyaset dışı alana çekerek, devletin gözetim ve denetimi altında serbest yaygın dinî eğitim kurumu olarak kabul etmektir.
Bu husus gerçekleştirilirken, getirilen serbestliğe rağmen izinsiz tarikatçılık yapanlara ilişkin ceza caydıracak kadar artırılmalıdır.
Tekke, Dergâh (Cem Evi), Zaviye ve cami ve mescitler, 3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı kanunda olduğu gibi Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yönetilmeli; Çelebi, Dedebaba ve Şeyhlerin atama, nakil ve görevden alınmaları Diyanet işleri Başkanlığınca yapılmalıdır.
Kapatılan mekanlardan kamuya ait binalar eski maliklerine Tekke, Zaviye, Dergah olarak iade edilmeli; mesela müze olan Hacı Bektaş Veli Dergahı yasak öncesi olduğu şekilde mütevellisi eliyle, hizmetleri de Dedebaba tarafından yönetilmelidir.
Bunu yapmak için 677 sayılı kanunda gerçekleştirilecek değişiklikle birlikte Diyanet işleri Başkanlığı Din Hizmetleri Genel Müdürlüğüne bir Tarikatlar Dairesi Başkanlığıeklenmelidir.
Ayrıca, tarikatlarla ilgili 677 sayılı kanunda yapılacak değişikliklerle siyaset yasağının
kalkması hemen devreye girmekle beraber, serbestliğin nasıl uygulanacağı, bu konuda tüzük ve/ya diğer yönetmeliklerin hazırlanması, tarikatlarla ilgili taleplerin, şeyh olmak isteyenlerin mevcut bilgi ve belgelerinin derlenmesi, gerektiğinde bunlara verilecek eğitimlerin muhtevası, şekli, metodu gibi hususların tespiti ve benzeri işler için üç yıldan fazla olmamak üzere bir geçiş dönemine ihtiyaç olacaktır.
(Gerektiğinde bu süre Bakanlar kurulu veya idare tarafından bir yıl süreyle uzatılabilmelidir, bu uzatma iki defadan fazla da yapılmamalıdır).
Her tarikatın farklı kollarının birinci adamları veya vekillerinin katılacağı bir “Şeyhler Kurulu” yönetmelik ve benzeri idari hazırlıkların taslaklarını incelemeli, uygulamaya yönelik hükümlerde idareye yardımcı olmalıdır.
Böyle bir yapı hem Diyanet’e güç katacak, hem alınacak kararların uygulanmasında ciddi kolaylıklar sağlayacaktır.
Katılımcı bir anlayışla oluşturulacak bir heyet tarikatlararası çatışmaları asgariye indireceği gibi, demokrasi ve öz yönetim açısından böyle bir kurul yararlı olacaktır.
Bu çözüm, millî, devlete, Cumhuriyete ve Atatürkçü düşünceye de, ekonomiye de, kalkınmaya da, ülkenin dünya devleti olmasına da güç katacak, çevre ülkelerindeki aleyhte faaliyetleri sona erdireceği gibi, onları bize bağlı hale de getirecektir.
677 sayılı kanunda yapılacak bu değişiklikte, falcılık, büyücülük, gaibden haber vermenin yasaklığı korunmalı, yasağa rağmen bu işleri yapacak olanları caydıracak biçimde cezalar artırılmalıdır.
Siyasi faaliyette bulundukları yapılacak soruşturma ile tespit edilen Şeyh, Baba, Dede, Halifebaba, Çelebi, Dedebaba, vs.nin icazetlerinin iptal edileceği ve yerlerine yenilerinin atanacağı kanunda yer almalıdır.