Anafartalar Zaferinin (10 Ağustos 1915) yıldönümünde kahramanlarına rahmet ve şükranla…
Waterloo Savaşı bir imparatorun ve imparatorluğun kaderini belirleyen, tarihin akışını etkileyen bir savaştır. Bu savaş Fransızlarla İngilizler ve İngilizleri destekleyen Prusya Ordusu arasında geçmiştir. Stefan Zweig, “Yıldızın Parladığı Tarihsel Anlar” kitabında savaşı çok güzel anlatır.
Savaşın en şiddetli ve sonuna yaklaşıldığı bir anında, hangi tarafın çok az bir üstünlük sağlasa galip geleceği anda, hangi tarafa küçük bir destek verilse savaşın sonlanacağı bir anda… Beklenilen destek İngilizlere Prusya Ordusu’ndan gelir.
Napolyon’un Prusya Ordusu’nu takip etmekle görevlendirdiği birliklerin komutanı Mareşal Grouchy, duyulan top sesleri karşısında karargâhının derhal yardıma gitmeliyiz görüşlerine rağmen, karar anında, o çok kısa zaman diliminde istekleri geri çevirir. “Hayır, onların sadece Prusya Ordusu’nu takip görevi vardır.” Bütün ısrarlara rağmen kararından vazgeçmez, çünkü görev onlara imparator tarafından verilmiştir. Verilen emrin ya da bugünkü tabirle Status Quo’nun (statüko) dışına çıkmaya cesaret edememiştir.
Savaşın sonunda emrindeki birlikleri kayıp verdirmeden Fransa’nın son ordusu olarak ülkesine götürmekle birlikte, verilen kararın doğru mu ya da yanlış mı olduğu bugün bile tartışılabilir bir husustur. Ancak o karar anı, dakikalarla hatta saniyelerle ifade edilebilecek o an, bir milletin hayatını değiştirmiş, bir imparatorun ve imparatorluğun sonunu getirmiştir.
***
Tarihte böyle anlar enderdir ve Tanrı’nın işidir. Ve bazıları için lütuf bazıları için de cezadır sanki.
Çanakkale Muharebelerinde de böyle bir an yaşanmıştır.
İtilaf Devletleri 25 Nisan 1915 günü, gemilerin yoğun topçu desteği altında Arıburnu bölgesinden çıkarma yapar. Ordu Komutanlığı’nın çıkarma yapıldığından haberi yoktur. Bölgede 27. Alayımız vardır.
Arıburnu yönünden top seslerinin gelmesi üzerine, 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal bir çıkarma yapıldığını anlayıp durumu Ordu Komutanı’na bildirir, ancak bir yanıt alamaz. Durum çok kritiktir.
Mustafa Kemal 27. Alayın da, ağır kayıplar verdiği haberini alınca, düşmanın Conkbayırı-Kocaçimentepe çizgisi ve uzantısını ele geçirmesi durumunda, onarılamayacak durumlarla karşılaşacağını kavrar. Ordudan emir gelmemiş olmasına karşın inisiyatifi ele alıp tüm sorumluluğu yüklenerek, 57. Alayı bir batarya ile Kocaçimentepe yönünde harekete geçirir.
Kendisi de durumu izlemek üzere Conkbayırı’na çıktığında, Arıburnu kesiminden bazı askerlerin çekilmekte olduklarını ve düşman birliklerinin de bunları izlediklerini görür. Bunlar, 261 Rakımlı Tepe’den sahilin gözetlenmesi ve korunmasıyla görevli olan askerlerdir.
Durumun vahametini gören Mustafa Kemal kaçan askerlerin önüne çıkarak sorar:
— Niçin kaçıyorsunuz?
— Efendim düşman!
Gerçekten de düşmanın bir avcı kuvveti 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve tam bir serbestlik içinde ileriye doğru yürümektedir. Düşman tepeye gelmiş ancak 57. Alay’ın askerleri istirahat etmek üzere geride bırakılmıştır.
Bundan sonrası Yarbay Mustafa Kemal’in kendi anlatımından:
“Düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman benim yere gelse kuvvetlerim çok kötü bir duruma düşecekti. O zaman artık bilemiyorum, bilinçli bir düşünme ile midir, yoksa önsezi ile midir, bilmiyorum. Kaçan askerlere:
– Düşmandan kaçılmaz, dedim.
– Cephanemiz kalmadı, dediler.
– Cephaneniz yoksa süngünüz var, dedim.
Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırına doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile dağ bataryasının yetişebilen askerlerinin ‘marş marşla’ benim bulunduğum yere gelmeleri için, yanımdaki emir subayını geriye yolladım. Bu askerler süngü takıp yere yatınca, düşman askerleri de yere yattı. Kazandığımız an, bu andır…”
Yarbay Mustafa Kemal o sabah, o birkaç saniye içinde verdiği kararla; önce Çanakkale Muharebelerinin sonra kendisinin ve daha sonra Türk milletinin kaderini etkileyeceğini elbette bilmemektedir. Ancak kesin olan bir husus vardır ki bu an da tarihin akışının belirlendiği an’lardan biridir.
Trajik bir durumdur da aslında. Bir yanda yüzlerce, binlerce insanın ölümüne yol açabilecek bir emri veriyor, diğer yanda bir savaşın dolayısıyla bir milletin kaderini değiştiriyorsunuz. O emrin verildiği anda böyle bir sonucun şuurunda mıdırlar, bilinmez fakat Conkbayırı’nda o “süngü tak” emrinin Yarbay Mustafa Kemal’i Atatürk yapan yolun başlangıcı olduğu kesindir.
Çünkü; Mustafa Kemal Paşa Samsun’a Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal olarak çıkmıştır.
Yarbay Mustafa Kemal olmak ya da…
Türkiye, bugün, milletin arasındaki küçük fikir ayrılıklarının derin uçurumlara döndürüldüğü günlük hayatında, dört bir yandan çevrilmiş ateş çemberi içinde büyük sıkıntılar yaşıyor. Milletimiz bizzat yöneticiler tarafından “Biz ve öteki” ve “Dost ve düşman” olarak ayrılmış durumda.
Birbirinin kardeşi, asker arkadaşı, can yoldaşı, evdeşi, kan kardeşi, yol arkadaşı vesaire her şeyi olan insanların arasındaki sevgi, hürmet ve dostluk bağları onulmaz bir şekilde zarar görecektir. Hatta bu bağların bir kısmı neredeyse yok olmuş hâlde.
Türk milleti de ökseye tutulmuş bir kuş gibi. Fakat o kadar ilginçtir ki sanki hipnotize edilmiş gibi çırpınmadan avcısını bekliyor. Hatta ökseden haberi yokmuşçasına şakıyanlar var ve en güzel şarkılarını da avcıları için söylemekteler.
Waterloo Savaşı’nın o kısacık kader anında karar alamayan Mareşal Grouchy misali izledikleri yolda ısrar eden ve her türlü uyarıya kulak tıkayan siyasiler de tartışılacaktır. Çünkü etrafımızdaki ateş çemberi daralıyor. Türk milleti, tıpkı 20. Yüzyıl’ın başında, Balkan ve 1. Dünya Savaşları’nda olduğu gibi toprak ve nüfus kaybetmek üzeredir.
“Tüm atmosferdeki elektriğin bir paratonerin tepesinde toplanması gibi, bir sürü olay da zaman diliminin en küçük aralığında birikir. Başka zamanlarda yavaş, sakin huzur içinde art arda ve yan yana geçen olaylar, bir anda her şeyi belirleyerek yönlendirir. Evet, tek bir ‘hayır’ sözünün zamanından erken ya da geç söylenmesi, bu bir tek an’ı yüzlerce nesil için geri getirilemez kılar ve bu an bireyin, bir ulusun ve hatta bütün insanlığın yazgısını belirler. (Stefan ZWEİG, Yıldızın Parladığı Tarihsel Anlar)”
Artık yapılanların bir kısmının yapılmaması, yapılmayanların da yapılma zamanının geldiği andır. Yani, Karar Anı’dır.