13 Eylül özel bir gün. (Türkiye) Büyük Millet Meclisi’nin Kayseri’ye taşınma tartışmalarına başlandığı, çok zor günlerin yaşandığı, zorlu şartlarda yokluklarla mücâdele edildiği sırada, başarıya giden yola girilen gün. Türk Milletinin batı karşısındaki geri çekilişimizin durdurulduğu, makûs talihimizin döndürüldüğü gün. 1921 yılında, Sakarya Irmağı kıyısında durdurulan, durdurulamasaydı daha nereye kadar çekileceğimizi, bugün, hayal bile edemeyeceğimiz Sakarya Meydan Muharebesi’nin yıldönümü.
Bir milletin hayatında böyle durumlara pek sık rastlanmaz. İstiklâl Marşımızın şairi merhum Mehmet Akif’in dediği gibi inşallah bir daha yaşanmaz da.
Tarihî geri çekilme
Ağız tadıyla bu zaferi yazmak, zaferin sarhoşluğunu doya doya yaşamak vardı. Ama içinde bulunduğumuz şartlar, sıcacık bir evden eksi bilmem kaç derecedeki soğuğa çıkıldığındaki gibi etki yapıyor. Tıpkı bir kırbacın bütün dehşetiyle vücudumuza inmesi gibi, acı verici şekilde beynimizi zonklatıyor…
Bizim kuşağın yetiştiği dönemde tarihe yanlış bakmak popülerdi. Mesela “II. Abdülhamit döneminde toprak kaybedilmedi” çok sık konuşulan bir cümleydi. Sonraları bu “Efendim, savaşla kaybedilmedi”ye döndü. Bugün de o günkü gibi toprak kaybediyoruz, savaşsız. 18 adamıza Yunan Bayrağı çekilmiş vaziyette. Bu durum Cumhuriyetin ilanından bu yana ilk. Derhal gereği yapılacakken hiç bütün uyarılar bir duvara yapılmışçasına davranılıyor. Yani Sakarya’da durdurulan geri çekilme bugün yeniden başlamış durumda, tazyik de devam ediyor.
20’nci yüzyılın başında üzerimize çöken o günkü Düvel-i Muazzama bugün de açıkça karşımıza çıkmış vaziyette. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, İsrail… Bunlar yetmiyor Arap ülkeleri de I. Cihan Harbi öncesinde olduğu gibi bizi yalnız bırakmış durumda. Yine önce, Trablusgarp (Libya)’a gittik.
Arap ülkeleri peş peşe İsrail’le anlaşma yapmaya başladılar. Filistin de anlaşma yolunda. Başbakanlık uçağı ile düğün davetiyesi götürülen Ürdün’den bile bir ses yok. Müslümanların devletleri her geçen gün birer birer bizden daha da uzaklaşıyor. Uzaklaşmaları da, çoğunlukla, “Müslümanların dünyasına lider olma” ütopyası yüzünden. Lider olacaktık olmasına ama ortağımız(!) da onların bir parçası olan İhvancılardı. Bunun yanında batılı devletlerle sürdürdüğümüz ve mütemadiyen değişen siyaset de yalnızlığımızı tetikleyen önemli bir faktördü. Bu değişkenlik, aynı zamanda, Türkiye Cumhuriyetinin güvenirliğini de oldukça etkiledi.
3 Kasım 2002’de yapılan seçim sonrasında ilk ziyaretin Atina’ya olacağı açıklanmıştı. Devletten, hükümetlerin ilk ziyaretlerinin KKTC’ye olmasının devlet teamülü olduğu hatırlatılınca önce Lefkoşe’ye sonra Atina’ya gidilmişti. Dönemin başbakanı Simitis ile büyükelçimizin olmadığı küçük bir heyet hâlinde görüşüldü. Ardından Avrupa ülkeleri dolaşıldı. Almanya’da dönemin başbakanı Schröder’in basın toplantısındaki “Türkiye’nin Yunanistan’a verdiği sözlerin takipçisi olacağız” sözleri seçimden yeni çıkmış olan Türk kamuoyunun dikkatlerinden kaçmıştı.
Başlangıçtan bu yana Cumhuriyet dönemi ve Türk kimliği ile çatışan bir siyaset ile bugünlere gelindi.
Ege ve Doğu Akdeniz’de yakın tarihteki gelişmeler
2004’den bu yana Ege’deki 18 adamıza Yunan Bayrağı çekilmiş durumda ve Yunan askerleri topraklarımızda misafir olarak bulunuyorlar. Arada bir Yunan Genelkurmay Başkanları, bakanları veya başbakanları geliyor. En son Yunan Cumhurbaşkanı Eşek Adası’nı ziyaret etti. Topraklarımızda misafir (işgalci) olan Yunan askerlerini ziyarete gelmişti. Türkiye’den konuk ve ziyareti hakkında herhangi bir açıklama gelmedi. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan 2017 Aralık ayında Yunanistan ziyaretinde Lozan’ın güncellenmesi gerektiğini de söylemişti.
3 Ağustos 2020’de, medyada, Lozan’ın güncelleme görüşmeleri için Yunan heyetinin Ankara’ya geldiği haberi çıktı. Haberde “1923 tarihinde imzalanan Lozan, 1947’da imzalanan Paris Antlaşmaları’nda gayri askeri statüleri kabul edilmiş olan adaları adım adım silahlandırdığını, 23 adadan 16’sınında asker ve silah yığınağı yapıldığını ortaya koyuyor. Türkiye’nin, iki antlaşmayı hatırlatması üzerine Yunanistan, Lozan’ın yeniden ele alınmasını istediği söyledi. (Sözcü Gazetesi, 3 Ağustos 2020)” Haberde iki tarafın da açıklama yapmayacağı belirtiliyordu. Yani devletimizin kurucu senedi olan Lozan tartışılıyor ama Türk Milletine bilgi verilmiyordu. Hâlbuki 1923’ün şartlarında dahi böyle olmamıştı.
Cumhurbaşkanı, Savunma ve Dışişleri bakanları her fırsatta iyi komşuluk ilişkilerinden bahsederek, meselenin görüşmeler yoluyla çözülmesi gerektiğini söylediler.
Doğu Akdeniz’de geldiğimiz yerde Oruç Reis gemimiz çalışmalarını Navteks ilanının son tarihinden bir ay erken bitirip Antalya limanına demirledi. Bu arada Yunan Cumhurbaşkanı Meis Adasındaki askerlerini ziyarete geldi. Yunanistan Meis yakınındaki Karaada’ya asker çıkardı (13 Eylül 2020). Karaada’nın sahipliği de –bizim olmakla birlikte en azından- tartışmalıydı.
Savunma Bakanı Hulusi Akar, Kaş sahilinden canlı yayınla “Biz diyalogdan yanayız… Biz gerçekten buradaki sorunlarımızın barışçıl yöntemlerle siyasi çözümlere kavuşmasını arzu ediyoruz.” dedi. Akar ayrıca…Yunanistan’ın talebinin… Türkiye’nin artık Ege’ye çıkamamasının, Akdeniz’e çıkmaması anlamına geldiğini belirtti.” (13 Eylül 2020, AA)
Akdeniz’deki tehlike
Aşağıdaki satırlar 2016 yılında Millî Düşünce Merkezi (MDM)’nin internet sayfasında çıkan bir yazımdan: “Şimdiye kadar çok yanlış yönetilen uzak ve yakın komşularımızla olan ilişkilerimizde, her yönüyle Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren bu yeni dönemde de, eskisine benzer şekilde ideolojik yaklaşımlar tercihleri belirlememelidir. Tarih ve akıl ile millî menfaatler kılavuzumuz olmalıdır. Aksi takdirde bu gidiş, Kıbrıs’taki müzakerelerle beraber değerlendirildiğinde Akdeniz’e çıkamaz olma ve bin yılda kazanılmış olanları 15 yılda verme istikametindedir.” (Rakka Operasyonunda nihaî hedef İskenderun’dur, 26 Mayıs 2016)
Bu da MDM’nin strateji merkezi MİSAK’ın sayfasındaki 2018 yılı değerlendirme yazımdan: “Bütün bunlar Türkiye’nin bir kara devleti hâline gelmesi sonucuna doğru götürmektedir.” (Yönetilemez hâle getirilen devlet: Türkiye, 7 Ocak 2019)
Bu sözler de Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın: “Hedefleri, Akdeniz’e en uzun kıyıya sahip olan ülkemizi sadece oltayla balık tutacak bir kıyı şeridine mahkûm etmekti.” (12 Temmuz 2020, gazeteler)
23 Kasım 2002’den bu yana her uyarı, “Siz iyi bilseydiniz vatandaş size oy verirdi. Millî irade bizi uygun gördü” cevabı ile karşılaşıyordu. Gelinen yer de burası.