Terörizm ve Dış Politika İlişkisi – Mehmet Gençtürk

Mehmet Gençtürk

Ülkemizde gerçekleşen bölücülük ve terörizm faaliyetlerinin, dış politik dinamikler ile bağlantılı olduğunu iddia etmek yanlış olmayacaktır. Bölücü terör örgütünün, uluslar arası alanlarda gerçekleştirdiği faaliyetlere bir göz atacak olursak; örgütün yurtdışında yürüttüğü faaliyetlerin, Türkiye’de yürütülen faaliyetler kadar yoğun olduğu anlaşılabilir. Avrupa’nın birçok ülkesinde konuşlanmış olan PKK’nın, ekonomik gelirinin önemli bir kısmını yurt dışı faaliyetleri ile elde ettiği veriler ile sabittir. Başta uyuşturucu kaçakçılığı olmak üzere, gerçekleştirilen tüm illegal faaliyetler, terör örgütünün varlığını ve eylemlerini devam ettirilebilmesi için kullanılmaktadır. Bugün Avrupa’da dönen uyuşturucu trafiğinin önemli bir kısmında, bölücü terör örgütünün doğrudan veya dolaylı olarak ilişkisi olduğu bilinmektedir. Avrupa’da ve pek çok dünya ülkesinde kurulmuş PKK bağlantılı tüm yasa dışı suç şebekeleri, terör örgütünün kasanına girdi sağlamaktadır.
Yurtdışında konuşlandırılmış suç şebekeleri dışında, başta Avrupa kıtası olmak üzere pek çok ülkede yapılandırılmış siyasi kadrolar, bölücü terör örgütünün yurtdışındaki siyasi ayağını oluşturarak, terör örgütüne uluslar arası bir pozisyon kazandırmaktadır. Terör örgütünün uluslar arası düzlemde propagandasını yapmak ve meşruiyet kazandırmaya çalışmak, gerçekleştirilen faaliyetler ile yabancı unsurları Türkiye aleyhine kışkırtmak ve terör örgütü ile yabancı servis bağlantılarını sağlamak, genellikle bölücü terör örgütünün yurt dışındaki siyasi kadrolarının işidir. Bölücü terör örgütünün; dernek ve enstitü çatısı altında, Avrupa’nın pek çok ülkesinde faaliyet gösteren birçok yan kuruluşu olduğu ve bu kuruluşların büyük ölçüde Avrupa ülkeleri tarafından himaye gördüğü artık inkâr edilemeyecek bir gerçektir. TBMM başkanı Cemil Çiçek’in, geçtiğimiz günlerde “Almanya’da Kandil’dekinin iki misli PKK’lı, DHKP-C’li var” söylemi, esasında oldukça doğru bir saptamadır. Ancak, bu konuda ki en çarpıcı gerçek, sorunun bilinmesine rağmen gerekenlerin yeteri düzeyde yapılmamasıdır. Pek çok yabancı ülkenin, PKK faaliyetlerini himaye ettiğinin veya bu faaliyetlere izin verdiğinin bilinmesine rağmen gereken dış politik baskıların yeteri düzeyde yapılmaması, konuyu daha da karmaşık kılmıştır. Türk yetkililer, konu hakkındaki ilgilerini ve girişimlerini söylemlerden öteye taşıyabilmelidir. Buradaki en önemli nokta, muhtemel olarak Türkiye’nin son 70 yılına damga vurmuş, zayıf ve çekingen dış politik yaklaşım tarzıdır. Son günlerde devletin zirvesinden, mesele ile ilgili çeşitli çıkışlar duysak da, bu konudaki çekingenliğin günümüzde de aşıldığını söyleyemeyiz. Bu konuda gerektiğinde istisnai ve radikal kararlar alınabilmelidir.
Bölücü terör örgütünün bitirilememesinin önemli nedenlerinden birisi de, terörle mücadelenin dış politik ayağında yapılan hatalar olmuştur. Bir diğer bakış açısı ile de, dış politikada yapılan çeşitli hataların, terörizmi ve bölücülüğü azdırdığı söylenebilir. Bu konuda ki en bariz örnek, 1. Körfez savaşının yarattığı sonuçlardır. Körfez savaşının ardından, 36. paralelin kuzeyinde konuşlanan Amerikan ve İsrail faaliyetlerinin, KDP ve KYP’nin yanı sıra PKK’ya da ciddi anlamda güç kazandırdığı bilinmektedir. Türkiye’nin o dönemde izlediği yanlış politik tutum, bölücü terör örgütünün en çok can aldığı dönemi de beraberinde getirmişti. Komşu ülkelere ve terörle mücadeleye yönelik izlenen hatalı politikalar, yanlış terörle mücadele ve iç güvenlik stratejileri ile de birleşince, binlerce güvenlik görevlisinin ve vatandaşın hayatını kaybettiği sancılı bir döneme yol açtı. Irak’ın yanı sıra, İran ve Suriye’de konuşlanmış olan terörist kitleleri, Türkiye’nin başını ciddi anlamda ağrıtmıştı. Türkiye’ye komşu pek çok ülke; doğrudan veya dolaylı olarak, terör örgütüne destek vermiş ya da himaye etmişti. Suriye, 1998 yılında Türkiye’den gelen ciddi bir ültimatomla bu konuda caydırıldı. İran ise, PKK’nın kendi topraklarında ki kolu olan PJAK’ın faaliyetleri neticesinde kendi mücadelesini başlattı. Ancak Irak, hala daha Türkiye’ye yönelik bir terör üssü olmaya devam ediyor. “Kadim(!)” müttefikimiz ABD’nin ve Peşmerge güçlerinin ikili politikaları sonucunda, bölücü terör örgütü Irak’ın kuzeyinde rahatça hareket edebiliyor.
Geçmişte, özellikle terörle mücadele konusunda izlenen hatalı ve pasif politikalar sonucunda, terör örgütünün nasıl güçlendiğini ve atağa geçtiğini görmüştük. Ve ne yazık ki, bazı hatalar yeniden tekrarlanmak üzere.
Amerika Birleşik Devletleri’nin ve Batı dünyasının, İran ve Suriye’ye yönelik izledikleri baskı ve yalnızlaştırma politikası sonucunda, her iki ülkede Türkiye’ye yanaşma güdüsü içindeydi. İran, terör örgütünün kendi topraklarında ki faaliyetlerine karşı mücadele başlatmış, hatta büyük ölçüde başarı kazanmıştı. Suriye ise, ABD ve Avrupa baskısı sonucunda, terör örgütünün kendi topraklarında ki faaliyetlerini bloke ederek, Türkiye’nin gözüne cici görünmek istiyordu. Ta ki, son günlerde gündeme oturmuş “Arap baharı” ve NATO’nun “füze kalkanı” projesine kadar.  Suriye ve Beşar Esad yönetimi, kimilerine göre “Arap baharı” kimileri göre de “Büyük Ortadoğu Projesi” olan kitlesel hareketlerde sıranın kendisine geldiğini gayet iyi biliyor. Batı medyasının Suriye’ye yönelik başlattığı karşı propaganda faaliyetleri, sırada ki hedefin Suriye olduğunu gözler önüne sermektedir. Türk hükümeti bu konuda tek taraflı olarak Suriye yönetimin karşısında yer almış ve net bir tavır ortaya koymuştur. Hal bu ki; Türk hükümeti ve Dışişleri bakanlığı, son yıllarda Suriye ve Beşar Esad yönetimiyle ciddi anlamda bir yakınlaşma içerisindeydi. Türkiye’nin Suriye’ye yönelik izlediği politikada böylesine keskin bir manevra yapması; pek çok kişi tarafından, Ankara’nın bu konuda Washington’dan ciddi anlamda etkilendiği biçiminde yorumlandı. Türkiye’nin Suriye’ye yönelik son günlerde izlediği politika, terörle mücadele açısından da etki gösterecektir.
İran faktörünün ise, daha kırılgan ve keskin bir boyutta olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. ABD’nin önderliğinde ki, NATO gücünün Türkiye’ye “Füze kalkanı” projesi kapsamınsa bir radar savunma sistemi kurmak istemesi, İran’ı ciddi anlamda kızdırmıştır. Söz konusu projenin hedefinin zikredilmemekle beraber, İran olduğunu söylemeye gerek dahi yoktur. İran üzerinden gelebilecek tehditlere karşı, başta İsrail olmak üzere Avrupa’yı ve ABD unsurlarını koruma amacı güden bu projede, Türkiye’nin “Batı” yanlısı bir tutum izlemesi, İran ile olan ilişkilerimizi ciddi anlamda etkileyecektir.
Gerek İran, gerekse Suriye yönetimlerinin, Türkiye’nin son aylarda kendilerine yönelik takındığı dolaylı veya doğrudan tutumlar karşısında rahatsız olduğu açıktır. Bunu her iki ülke yetkililerinden gelen sert açıklamalardan anlayabiliriz. Oluşan tehditler karşısında sıkışan bu iki ülkenin, karşı misilleme hamleleri olarak yeniden PKK’ya ve yan kuruluşlarına destek verebileceği ihtimali bulunmaktadır. Bu olasılığın gerçekleşmesi durumunda, terör örgütünün yeniden atağa geçebileceği ve artan bir eylem trafiği ile Türkiye’nin başını ağrıtabileceği göz ardı edilmemelidir. Terörle mücadele konusunda İran ve Suriye ile girişilebilecek bir ortaklık, bölge coğrafyasında vuku bulan terörizm faaliyetlerinin kökünü kazıyabilecekken, bu iki ülke ile de yanlış dış politik yaklaşımlar sonucunda ters düşmek, ne derece mantıklı olacaktır? Türk hükümeti ve yetkilileri bu hassas konu üzerinde tekrar ve tekrar düşünmelidir. Bize bu konuda ABD ve Peşmerge kanadından fayda gelmeyeceği açıktır. Bu can alıcı gerçeğe rağmen, konu hakkında akılcı ve reel politik olmayan bir yaklaşım tarzı benimsemek, Türkiye’nin kısa ve uzun vadede ancak zararına olabilir. Suriye’de tetiklenen iç karışıklıklarda, Beşar Esad yönetiminin hatalarını ve meselenin insani boyutunu tartışabiliriz. Fakat doğrudan İran ile ilişkilerimizi etkileyecek olan radar sisteminin Türkiye’de konuşlanmasına müsaade etmenin, başlı başına bir hata olduğunu itiraf etmek zorundayız.
19 Ekim’de Çukurca’da gerçekleşen saldırılarda, bölücü terör örgütü içindeki Suriye kökenli grupların etkisinin olduğu gerçeği, gün yüzüne çıkmış durumda. PKK’nın, Suriye’de yeni bir yuvalanma gerçekleştirmek istediği ve bu konuda Suriye istihbaratı ile temas halinde olduğu iddiası da, her geçen gün gerçeklik kazanıyor. Şüphesiz ki bu durumda, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik aldığı keskin tavrın etkisi vardır. Beşar Esad yönetimi, Türkiye’den gelen sert çıkış ve yaptırımlara karşı misilleme yapma gereği duyacaktır. Esad yönetimi önümüzdeki günlerde devrilse bile, terör örgütünün Suriye’ye karşı olan ilgisi değişecekmiş gibi gözükmüyor. Türkiye’nin bu konuda yapması gereken; Suriye’de gerçekleşen olaylara karşı, bu derece keskin tavırlar sergilememesidir. Türkiye, terörle mücadele konusunda İran ve Suriye’nin desteğini alarak büyük yol kat edebilir. Ancak, bu iki ülke ile olan ilişkileri bir anda bozmak, meselenin aleyhimize dönmesiyle sonuçlanabilme ihtimalini içinde barındırmaktır. İran faktörü ise bu konuda daha da önemlilik arz eder. Çünkü İran, pozisyon ve konjoktür itibariyle, Suriye’den çok daha üst boyutta bir ülkedir.
Gerçekleştirilen ve izlenen dış politikaların, terörle mücadeleyi ciddi anlamda etkileyebileceği bir dönemin içindeyiz. Yapılacak hatalar ve yanlışlar, terör örgütünü geçmişte hiç olmadığı kadar güçlü hale getirebilir. Özellikle, İran ve Suriye faktörlerinin bu konunun kilit noktası haline gelmeleri muhtemel görünüyor. Türk dış politikası, tüm bu gerçekliklerin ışığında saptanmalıdır. Terörle mücadeleyi, düzgün ve sağlam dış politik hamlelerle desteklemeden, bu meselenin çözülemeyeceği artık gayet iyi bilinmektedir.

Van Depreminin Gösterdikleri

23 Ekim’de Van’da gerçekleşen ve yüzlerce vatandaşın hayatını kaybetmesi ile sonuçlanan deprem felaketi, yarattığı sancıların dışında, pek çok acı gerçeği de yüzümüze vurmuştur. Özellikle resmi kurumların ve birimlerin, ciddi anlamda organizasyon ve koordinasyon sıkıntısı içinde olduğunu bir kere daha görmüş olduk. 17 Ağustos 1999 depreminde binlerce insanını kaybeden bir ülkenin, bu konularda hala daha ders almamış olduğunu görmek, bizim için kara bir lekeden farklı değildir. Yetkililer ve ilgili kurumlar bu konuda kendini derhal toparlamalı ve gereken kurumsal adımları atmalıdır. Bu mesele artık ülkemizde sorumsuzluktan öte bir mesele halini almıştır.
 Bölücü terör örgütünün hain saldırıları sonucunda can veren tüm şehitlerimizin ve deprem felaketi sonucunda hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımızın ruhu şad olsun. Bize düşen görev, her iki olayı da unutmamak ve hatalardan ders alabilmektir.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!