Geçmiş Silicilik ya da “Yeni Türkiye”

Oniki yıldır tek başına iktidar olan AKP, on iki yılın sonunda “Yeni Türkiye’ye” geçildiğini açıkladı. Bürokratik vesayet, darbeci gelenek ve kötü siyaset gibi olguların “eski Türkiye’ye” ait olduğunu ilan ederek geçmişte kaldığını ilan etti. Yeni Türkiye’de halkla cumhurbaşkanı arasındaki kopukluğun ortadan kalktığına özellikle vurgu yapıldı.
 
Bu tür bakış açılarıyla -AKP’nin kudret elitlerinin yaptığı gibi- geçmişe olumlu ya da olumsuz sıfatlar yüklenebilir. Ancak geçmişi günün şartları içinde değerlendirerek günah keçisi ilan etmek; her türlü ilerleme ve iyiliğin kaynağı olarak da yeniyi ilan etmek ne kadar isabetlidir? Biz işin bu yönü üzerinde durmayacağız. 
 
Bir Türkiye’yi eski ve yeni olarak ayrıştıran anlayış üzerinde duracağız.  “Eski” ve “Yeni Türkiye” kavramları aslında çok köklü tartışmaların da kaynağıdır. O tartışmalara girmeden olguyla ilgili gerçekliklere dikkat çekeceğiz.
 
Eskiyi unut yeni yol tut” söylemi sürekliliğe meydan okumak anlamına gelir.  Toplumların geçmişlerine eski, hallerine yeni vasıfları yükleyerek birbirinin karşıtıymış ya da alternatifiymiş gibi görmek ve göstermek en hafif tabirle bölücülüktür. Milletler geçmişleri, halleri ve gelecekleriyle bir bütündür.
 
Gözden ırak tutulmaması gerekir ki geçmişte yaşananlar eğer geçmişte kalmış olsaydı bugün gelenekten, töreden ve örften bahsedilmezdi. Geçmişte yaşananlar -birey/toplum/bürokrasi bağlamında- birbirlerine eklenerek devam etmeseydi bugünkü birçok sorunun ya da çözümün de kaynağını oluşturmazdı.
 
Gerçek şudur; geçmiş, geleceği gölge gibi takip etmektedir. Her örgüt ve toplum, geçmişinin az ya da çok devamıdır.
 
Devrini tamamlamış ve toplumun hafızasına devredilmiş sanılan tarihi gerçeklerin zamanı aşarak, bugünkü toplumsal şuuru yönetir hâlde olduğu asla akıldan çıkarılmamalıdır.
 
Geleceğin temellerini atacak nesillere gösterilecek istikamet biraz da yaşanmış geçmişin hafızasında saklıdır.
 
Bunun için köklü tarih bilincini anlamaya ihtiyaç vardır. Tarih, sağlıklı bilinç ve sağlıklı toplumun pusulasıdır. Hafızasını diri tutamayan toplumlar her zaman istikamet sorunu yaşarlar.
 
Unutmamak gerekir ki tarih boyunca toplumlar önce zamana, sonra düşmanlarına yenilmişlerdir. Zamanla uyumlu hiçbir organizasyonun, rakipleri karşısında başarısız olduğu görülmemiştir ve görülemez de.
 
Siyasi iktidarlar her şeyi kendileriyle başlatmak isteyebilir. Bir zamanlar Napolyon da “asalet benimle başlar” demişti.
 
Ancak tarih siyasi aktörlerin arzularına göre değil kendi mecraında akar. Bu nedenle Yahya Kemal, tarihin sürekliliğini vurgulamak için “kökü mazide olan ati” kavramını kullanır. Türkiye kavramına “eski” sıfatı yükleyerek onu her türlü olumsuzluğun kaynağı ilan etmek, şuursuzluktur.
 
Bütün olumsuz sıfatları “Eski Türkiye” kavramına yüklemek ve geçmişte kaldığını ilan etmek tarih şuuru yoksunluğunun alametidir. Geçmiş inkâr değil idrak sorunudur.
 
Sıfırdan başlamak, cahilliğe ve ilkelliğe davetiye çıkarmaktır. Geçmişi silinmiş toplumlar, gelecek inşa etme yetenek ve birikiminden mahrum kalırlar. Çok açık ki eskiye ait ne varsa hepsini eskicide bırakmak mümkün olmuyor. Eski gölge gibi yeni dedikleriniz takip ediyor.
 
Türbeleri, tarihî eserleri, camileri ve hatıraları yok etmek ya da yok saymak güncel örnekle IŞİD ideolojisine siyaseten hizmet etmektir. Hafızadan mahrum olmanın sonuçları vatandan mahrum kalmaktan daha fecidir.
 
Tarih, iktidarlarla iş başı yapmaz. “Yeni Türkiye” sloganıyla kendinden öncesini yok sayan bir anlayış her şeyden önce tarihi ve sosyal sürekliliği inkâr etmiş olur.  Benimle “Yeni Türkiye” başlar tavrı kendini milat yerine koymak anlamına da gelir. Bu bir çeşit geçmiş siliciliktir. Geçmiş silici olarak tarihe geçenlerin başında da Mao gelir. Mao’nun “en güzel şiirler, beyaz sayfanın üzerine yazılır” sözü pek meşhurdur. 

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!