Hasip Sarıgöz
Hasip Sarıgöz

ABDÜLHAMİT…

ABDÜLHAMİT...

Şurası bir gerçektir ki, Abdülhamit: Birilerinin dediği gibi bir “Kızıl Sultan” değildi.

“Hain”… Hiç değildi.

Ahmak, cahil ve salak da değildi.

Peki, Abdülhamid; son yıllarda adeta göklere çıkarıldığı gibi “Ulu” bir “Hakan” mıydı?

Veya Türk Devleti’ni yönetenlerin en yetkili ağızdan dile getirdikleri gibi bu Hakan tahtta kaldığı 33 yıl boyunca bir karış toprak bile kaybetmedi mi?

Yoksa tarihi gerçekler gözümüze sokulmaya çalışılandan çok mu farklı?

Merak etmiyor musunuz?

Kim merak etmez ki?

Hadi öyleyse, rotamızı Türk tarihinin Abdülhamit dönemine çevirelim ve kısacık da bir zaman yolculuğuna çıkmak suretiyle, konuyu tarihi bilgi ve belgeler ışığında biraz daha açalım.

Geçmiş zaman olur ki, Yıldız Sarayında bir Türk bahçıvan, bahçedeki çiçekleri sulamakta iken oradan geçmekte olan Arnavut asıllı subayın üzerine su sıçratır!

Bunun üzerine subay; “- Dikkat etsene pis Türk!” Diye tepki gösterir.

Hadiseyi pencereden seyretmekte olan Abdülhamit subaya döner ve “- Unutma ki ben de bir Türküm!” diyerek subayı azarlar.

Bu ve buna benzer durumlarda sergilediği tutum bizim için çok önelidir.

Çünkü Abdülhamid Türk tarihinde ben Türk’üm diyebilen 7 padişahtan birisidir.

Sakın ola ki gözden kaçırmayın.

Neden?

Çünkü bugün dahi, Türk Devletini yöneten en yetkili ağızlar “Ben Türk’üm, hem de Türk oğlu Türk’üm” diyemezken Abdülhamit “Ben Türk’üm” diyebilmiş bir Sultandır.

Kendisinden para karşılığı devlet toprağını satmasını istemek için gelen Yahudilere verdiği cevap ise tam bir tarihi ders niteliğindedir:

“Tahsin! Onlara de ki: Devletin borçları onun için bir ayıp değildir. Çünkü, Fransa gibi başka devletlerin de borçları vardır ve borçları onlara zarar vermemektedir. Kudüs-i Şerif’i İslam’a ilk önce Hz. Ömer (r.a.) fethetmiştir. Burayı Yahudilere satma kara lekesini ve Müslümanların korumam için bana tevdi ettikleri emanete ihanet etme suçunu yüklenemem. Yahudiler, mallarını kendilerine saklasınlar. Devleti Aliye’nin İslam düşmanlarının mallarıyla yapılan kalelerin arkasına sığınması mümkün değildir. Emret çıksınlar! Bir daha benimle görüşmeye veya buraya girmeye uğraşmasınlar. …Doktor Hertzl’e bu konuda yeni adımlar atmamasını öğütleyin. Çünkü ben bir karış toprak dahi veremem. Orası benim kendi mülküm değil milletimin mülküdür. Milletim bu yer için savaşmış ve orayı kanı ile sulamıştır. Yahudiler milyonlarını kendilerine saklasınlar. Bir gün gelir de İmparatorluğum parçalanırsa işte o zaman Yahudiler, Filistin’i para ödemeden alabilirler. Fakat ben sağ olduğum müddetçe bedenimin neşterle yarılması Filistin’in İmparatorluğumdan koparılmasından benim için daha kolay bir hadisedir. Bu imkânsız bir şeydir. Ben daha sağ iken bedenimizin üzerinde otopsi yapılmasına asla müsaade edemem.”

Düşünün lütfen, bugün Abdülhamit’i rehber aldıklarını söyleyeyip yere göğe sığdıramayanlar ne yapıyorlar?

Gayrimülklerimizi daire daire, arazilerimizi parsel parsel ve dahi vatandaşlığımızı işportaya çıkarırcasına, haraç mezat yabancılara satmıyorlar mı?

Fakat kabul etmek gerekir ki, Abdülhamid döneminin devlet politikası gereği; insanların beyinlerinde hürriyet, adalet, eşitlik ve milliyetçilik fikirlerini yeşertecek eylem ve ideolojik düşünceler de yasaklanmıştı.

Sadece Türkçe, yani içinde Arapça ve Acemce bulunmayan veya çok az bulunan makalelerin yayınlanması dahi bu dönemde yasaktı.

Hatta bazı kitaplar bile, “olabilir ki Türk tarihinin incelenmesine ve Türk milliyetçiliğinin gelişmesine yol açabilir” gerekçesiyle yayınlatılmamıştır.

Yine o dönemde kurulan Hamidiye Alayları yolu ile; Kürtçülük ve Kürtlük bilinci geliştirilmiş ve bu alayların yaptığı birçok başıbozuk hareket, katliamlara varan Türkmen zulmüne neden olmuştur.

“Ben bir Türk’üm” diyen Abdülhamit, aynı zamanda “Ben Kürtlerin Babasıyım” sözünü de kullanmıştır.

Ne olursa olsun, yaklaşık 33 yıl hüküm süren ve İmparatorluğu ayakta tutmayı, imparatorluğun ömrünü uzatmayı başarabilen Abdülhamit Han döneminde yapılan birçok değerli icraat ve hizmet vardır. Ama bunun aksine birçok sıkıntılı icraat, durum ve çok acı kayıplar da vardır.

Şüphesiz ki, Abdülhamid Han’ı değerlendirirken günümüzün Yeni Türkiyecilerinin veya Yeni Osmanlıcıların yaptığı gibi terazinin sadece bir kefesine değil bütün kefelerine bakmak lazımdır. İşte o zaman gerçek Abdülhamid’e ulaşma ve anlama imkânını kaçırmamış oluruz.

Önce o dönemde yapılan faydalı işlere bakalım:

Dünyanın ilk metrolarından birini Karaköy-Taksim arasına (Tünel) yaptırmış ve atlı ve elektrikli tramvaylar kurdurmuştur.

• ilk modern eczanemizi açtırmıştır,

• İlk defa elektrik altyapısını bu dönemde kurulmuştur.

• İlk otomobili getirmiştir,

• Eksik, gedik ve dar da olsa; yaklaşık 5 bin kilometrelik kara yolunun onun döneminde yapıldığı yazılıp çizilmektedir.

• Kudüs-Yafa, Ankara-İstanbul ve Hicaz demir yollarını yaptırmıştır,

• Ülkemizin ilk Kuduz Hastanesini (İstanbul Darü’l-Kelb Tedavihanesi) açtırmıştır,

• Midilli adasını eşi Fatma Pesend Hanım’ın şahsi mülkünden ısrarla verdiği para ile Fransızlardan geri almıştır,

• Israrla yerli kumaş giymiş, Hereke bez fabrikasını kurdurmuştur,

• Ziraat Bankası o dönemde kurulmuş; ilk Ticaret, Sanayi ve Ziraat Odaları aynı dönemde açılmıştır.

• Yıldız Çini fabrikasını, Beykoz ve Kâğıthane kâğıt fabrikalarını kurdurmuştur,

• Modern matbaa makinelerini Türkiye’ye getirtmiş, 6 bin kadar kitabın çevirisini sağlamış, Beyazıt kütüphanesini kurup 30 bin kitap bağışlamıştır,

• Gül yetiştiriciliğini teşvik etmiştir, Isparta’daki gül yetiştiriciliği de O’nun öncülüğünde başlamıştır.

Bugün kapatılmış olan GATA’ya “Gülhane” adını veren de Abdülhamit’tir. Talihin cilvesine bakın ki, Abdülhamit’i çok sevdiklerini iddia edenler, Abdülhamit’in koyduğu Gülhane adını kaldırıp aynı yere “Abdülhamit” adını verenlerdir.

• Türkiye’nin birçok yerindeki saat kulelerini Abdülhamit yaptırmıştır.

• Yalova Termal kaplıcalarını kurdurmuş, Terkos’un sularını İstanbul’a taşıtmış, sadece İstanbul’a 40 çeşme yaptırmıştır,

• Doğu Türkistan’a gönderdiği askeri yardım ile Çinlilere karşı onları örgütlemeye çalışmıştır.

• Telefonun Avrupa’dan 5 yıl sonra ülkemize gelmesini sağlamıştır,

• Darülacezeyi yaptırmıştır.

• Çocuk hastanesi (Şişli Etfal [çocuklar] Hastanesi) açtırmıştır,

• Posta ve Telgraf teşkilatını kurdurmuştur, (Sirkeci Büyük Postane binası)

• İlkokulu zorunlu tutmuş (kız ve erkeklere), ilk kız okullarını açtırmış, 15 tane okulda karma eğitime ilk defa geçilmesini sağlamıştır,

• Lise eğitimi için İdadiler açmış (109 tane), (İstanbul Erkek-Kabataş Lisesi vb.)

• İstanbul’da Darülfünun!u (Üniversite) açmış, Dünyanın ilk Dişçilik okulunu kurdurmuştur,

• Tarımda yabancı devletler tarafından oynanan oyunları fark edip, ilk GDO girişimlerine, tarım ve ziraata zararlı haşeratın Anadolu’ya getirilip yaygınlaştırılması hareketlerine karşı ilk tedbirleri alan ve mücadele eden padişah da Abdülhamid’dir.

İlk Hasat makinesinin ülkeye getirilmesiyle tarımda makineleşme başlatılmıştır.

• Deniz Mühendis Okulu, Askeri Tıp Okulu (GATA’nın atası), ve daha birçok askeri ve sivil okul onun döneminde kurulmuştur. Ve tabi ki yapılan hizmetler bunlarla da sınırlı değildir.

Ancak maalesef ki o dönemde yapılan birçok yanlış da vardır.

Tahta çıktığındaki ilk icraatı meclisi kapatmak olmuştur.

Güçlü bir Türk donanması bu dönemde Haliç’e hapsedilerek adeta çürümeye terk edilmiştir ki, biz bunun acısını özellikle Balkan Harbinde çok çektik ve ağır diyetler ödemek zorunda kaldık.

Duyunu Umumiye İdaresi bu dönemde kuruldu ve ilk defa Avrupalı devletlerin mali denetimi altına girip yarı sömürge bir devlet haline geldik. Yani ekonomik bağımsızlığımızı bu dönemde yitirdik.

Uhudu Atika namı altında birçok kapitülasyon bu dönemde başlamış ve devleti acze düşürmüştür.

Bir devlet düşünün ki, kendi devletindeki yabancıları yargılayamaz; kendi ahalisinden aldığı vergiyi yabancılardan alamaz hale gelmiştir.

Yine bu dönemde ülkede birçok misyoner okulunun açılmasına izin verilmiş ve bu okullar özellikle Rum ve Ermeni ayrılıkçı hareketlerinin fesat yuvası ve Türk düşmanlarının eğitildiği yerler olmuştur. 1845 yılında 34 misyoner, 12 yerli görevli, 7 okul ve sadece 135 öğrenci varken, Abdülhamid’in saltanatının sonuna doğru yani 1904 yılında bu sayı 187 misyoner, 1057 yerli görevli, 465 okul ve 22867 öğrenciye ulaşmıştır. Peki, bu gaflet değil midir?

02 Şubat 1904 tarihli anlaşma neticesinde ilk defa Balkanlarda Osmanlı Jandarma sayısı azaltılmış ve Makedonya’da yabancı subay bölgeleri oluşturulmuştur. Serez Fransız, Drama İngiliz, Selanik Rus, Üsküp Avusturya ve Manastır İtalyan subaylarının tahakkümü altına girmiştir.

Girit Adası’nı, Midilli Adası’nı (daha sonra satın alındı), Mısır’ı Tunus’u Kıbrıs’ı Sırbistan’ı Karadağ’ı Romanya’yı, Eflak’ı, Boğdan’ı, Batum’u, Kars’ı, Ardahan’ı, Bosna ve Hersek’i maalesef ki bu dönemde kaybettik!

Kaybedilen vatan topraklarının yüzölçümü 1,5 milyon kilometreden fazladır.

Bu rakam günümüz Türkiyesinin iki katı toprak kaybı anlamına gelmektedir!

Bulgaristan ilk defa özerkliğini bu dönemde kazandı!

Ruslar Çatalca’ya ve hatta bugünkü Florya (Yeşilköy)’ya kadar bu dönemde geldiler, Ayestefanos Antlaşması bu dönemde yapıldı ve Ruslar Florya Şenliköy’e kocaman bir zafer anıtı diktiler! Yıl 1898 idi…

Görüldüğü gibi, “Abdülhamit döneminde bir karış toprak dahi kaybedilmemiştir” diyenler tarih bilmemektedirler.

Birileri cumhuriyeti kuranlara ayyaş yakıştırması yapabiliyor ama:

Osmanlıdaki ilk “rakı” fabrikası Abdülhamid döneminde Tekirdağ’da kuruldu.

Türkiye’nin ilk “bira” fabrikası yine Abdülhamid döneminde kuruldu. Adı Bomonti idi.

Osmanlı’nın ilk “şampanya” fabrikası da Abdülhamid döneminde kuruldu.

Kendisinin ise “rom” içtiği bilinmektedir.

Bu topraklardaki ilk “genelev” yine bu dönemde açıldı.

Abdülhamit dönemi aynı zamanda sürgünler dönemidir. Namık Kemal de sürgün edilenler arasındadır.

Aslında bu konular, üzerinde ciltlerce kitap yazılabilecek kadar uzundur. Fakat ana hatlarıyla durum işte böyledir.

Prof.Dr. İlber Ortaylı’nın deyimiyle “Osmanlının son hükümdarı, son evrensel imparatoru II. Abdülhamit’dir.”, Prof.Dr. Yılmaz Öztuna’nın deyimiyle de “Milletimiz bu hükümdarın dehasına çok şey borçludur”. Mehmet Akif Ersoy’un şiirlerinde ise “zalim”, “gölgesinden korkan ödlek” ve “kızıl kafir”dir.

Aslında Abdülhamid han; ne bir hain, ne bir kızıl sultan, ne bir ahmak, ne bir kafir, ne bir cahil ne de şaşalı anma törenleri düzenlenerek göklere çıkarılan bir Ulu Hakan değildir.

Onun döneminde dikilen Beyazıt Saat Kulesi gibi gurur kuleleri olduğu gibi, Florya Şenlikköy’e dikilen utanç abideleri de vardır.

Görülen odur ki; O’da, günahları ve sevaplarıyla bir Türk Padişahıdır.

Yine de takdir Yüce Türk milletinindir.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!