Bu hafta bir arkadaşımın gönderdiği tivit bağlantısıyla haberdar olduğum bir toplantı çok dikkatimi çekti. Toplantı 18 Aralık Cuma günü, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu başkanlığında yapılan Göç Kurulu toplantısı. Dikkatimi çeken sözler de Bakan Soylu’nun açılış konuşmasındandı. Konuşmanın tamamında önümüzdeki dönemin politikalarına dair ipuçları var. PKK açılımına paralel Suriyeliler açılımının emarelerini taşıyordu.
Malum, en önemli sorunlarımızdan birisi de “Düzensiz Göç ve Suriyeli sığınmacılar” meselesi. Düzensiz göç yasada “yabancıların yasa dışı yollarla Türkiye’ye girişini, Türkiye’de kalışını, Türkiye’den çıkışını ve Türkiye’de izinsiz çalışmasını ifade eder” şeklinde tanımlanıyor.
Dünyada en çok düzensiz göç alan ülke olduğumuzu bizzat İçişleri Bakanı’nın kendisi söylüyor. Düzensiz göçmen sayısı 2019 yılında yakalanan 454.662 kişi. 2020 için 500 binin altına inmez diye düşünülürken kovit yüzünden 113.865 olmuş. Yakalananların resmî sayısı bu kadar, ya yakalanamayanlar? Sınırlarımız yolgeçen hanına dönmüş, neredeyse salgına şükreder hâle gelmişiz anlaşılan.
Suriye’de 2011 Mart’ında başlayan olaylar çok büyük hızla iç savaşa döndü. Nisan ayından itibaren de sınırlarımızdan içeriye Suriyeliler girmeye başladı. Kasım ayına kadar on binlerle ifade edilen sığınmacı sayısı 2013 sonunda milyonu geçmişti. Ama daha sonra tamamen kontrolden çıktı ve artık hangi şehirde ne kadar olduğu bilinmez hâle geldi. Tek sebep de takip edilen Açık Kapı Politikası idi. Sadece komşularımızdan değil Afrika, Afganistan uzak yakın her ülkeden kapağı Türkiye’ye atanlar, şehirlerde boy göstermeye başladı. Bakanın toplantıda söylediği “Türkiye göçle mücadele etmek yerine göçü yönetmeyi tercih etti” ifadesi kısmen doğruydu. Türkiye, düzensiz göçle mücadele edememiş dolayısıyla da göçü yönetememişti.
Ne olacak bu Suriyeli Sığınmacıların hâli?
Özellikle Suriye’ye sınır illerde nüfus yapısı Türk Milleti aleyhine bozulmuş vaziyette. Suriyeli Sığınmacı sayısı Türk sayısını geçti. Yakın olanlarda da sosyolojik ve siyasî dengeyi bozacak kadar etkili sayıya ulaşmış vaziyette.
Eğitim çağındaki çocuk ve genç nüfus çok fazla. Göç İdaresi’nin verilerine göre 5-17 yaş arasındaki Suriyeli çocuk sayısı 1 milyon 60 bin (Suriyeliler Barometresi 2019). Ve Suriyelilerdeki doğum oranı müthiş yüksek. 600 bin civarında Türkiye’de doğmuş çocuk var. Millî Eğitim Bakanlığı verilerine göre 2019- 2020 eğitim yılında 368.728 çocuk devlet okullarında okuyor. Ama bunların yanında Suriyelilerin kurduğu dernekler vasıtasıyla açılmış okullar da var ve eğitim dili Arapça.
İnternette Suriyelilerin kurduğu dernek yazdığınızda karşınıza çok sayıda haber giriyor. Bunlardan birisinde “Hatta Suriyeli Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (SSTKB) adıyla üst bir birlik de kuruldu. Derneğe başka birçok ülkede kurulan Suriyeli dernekler de bağlı” bilgisi geliyor. Ki bu haber de 2014 yılına ait!
Üniversiteler, Suriyelileri yabancı öğrenci kontenjanından daha önce sınavsız alırken, gelen tepkilerden sonra yapıyormuş gibi bir sınavla almaya başladılar. Türk gençleri yıllarca terlerken, hangi okuldan mezun olduklarını sadece beyan eden Suriyeliler sıradan bir sınavla yükseköğretime başlıyorlar.
“Bize karşı çıkan ırkçıdır, faşisttir(!)”
Uzun zamandan bu yana ne oluyoruz diyenin toplumsal linçe maruz kaldığı dönemler yaşıyoruz. Ve her aşamada da, Türk Milleti, sıtmaya mahkûmmuş gibi ölüm gösterilmekte. Ama hedefe yolculuk da kararlılıkla devam ediyor.
Suriyeli geçici koruma altındaki sığınmacılar meselesinde de böyle. Yürünen hedefte önemli bir unsur olarak görünüyor. Özellikle şu sözler de İçişleri Bakanına ait (Uyum Kurulu toplantısında); “Göçün sıkıntıları var mı, elbette ki var … göçü faydalı hâle getirecek anahtar ise uyum ve entegrasyondur. Bu sebeple bir süredir bu faaliyetlere ağırlık verilmiştir.” İşin rengi değişiyor. Daha yakın zamana kadar ülkelerine geri gönderileceği yine Bakan tarafından söyleniyordu.
Büyük şehirlerde Arapça tabelalar, girilemeyen Suriyeli mahallelileri, Suriyelilerin gettolaşması, Suriyelilere vergi muafiyetleri haberleri… Sınır şehirlerinde cami ve belediyelerden Arapça anonslar… Suriyelilere ücretsiz sağlık ve para yardımları… Bütün bunlara bakarak uyum ve entegrasyon üzerine düşündüğünüzde, sanırsınız ki sığınmacı konumundaki Suriyelilerin Türklere değil, Türkler Suriyelilere entegre oluyor. Bir alıştırılma dönemi yaşanıyor gibi.
Sığınmacıların uyum ve entegrasyonu için “Türkiye’deki yabancılar, kanaat önderleri, ev sahibi toplum üyesi(nin)” katıldığı sosyal uyum alanında toplantılar yapılmakta. İlginçtir, Bakan’ın konuşmasında, bu toplantıları başka bir devlet tarafından mı yapılıyor acaba diye sorduran ifadeler bunlar. Hatta iki defa geçen “ev sahibi toplum üyesi” ifadesinin birisinde “yönelik bilgilendirme yapıldığı” söyleniyor. Bu konularda AB fonlarının kullanımı bilinmeyen bir husus da değil.
Devletin yapısı mı değişecek?
Görünen o ki, toplantıları kim düzenlemiş olursa olsun şimdiden eşit iki topluluktan bahsedilmekte.
Görünen o ki, bu iki toplumdan(!) birisinden seçilmiş kişilerle Suriye’nin kuzeyinde bir yapılanmaya gidiliyor. Geride kalanlar arasında da “uyum ve entegrasyon”la yeni bir yola giriliyor.
İçişleri Bakanının konuşmasındaki ayrıntılar, Cumhurbaşkanının 9 Kasım’da 12’nci Büyükelçiler Toplantısında söylediği “411 bin Suriyeli kardeşimizin memleketlerine geri dönüşünü temin ettik … 4,5 milyon mülteciyi ülkemizde barındırıyoruz. Bir o kadarını da Suriye’de bakımını yapıyoruz.” sözleri ile birlikte değerlendirildiğinde biraz daha anlam kazanıyor.
Önceki üç yazımda yeni(den)(!) PKK açılımının emarelerini analiz ederken ilkinde, “…Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimi, Suriye’de Fırat’ın doğusunda PYD/PKK devletçiği ve batısında ihvancı bir Arap devleti oluşturup bir federasyon oluşacaksa, bu yapıya Türkiye’den de bir bölge dâhil olacak demektir.” demiştim. Burada da Fırat’ın batısındaki parça devlet(!) ile onun ayrılmaz parçası(!) Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılara bakmaya çalıştım.
Yine görünen o ki Türk Milleti, büyük fırtınanın kalbine doğru sonu belirsiz bir maceraya pupa yelken yol alıyor.
——–
Suriyeli Sığınmacılar ve düzensiz göç meselesi hakkında çok geniş incelemeler için Gülcan Havva Eraslan’ın MİSAK’taki Sığınmacılar ve Türkiye’de göç olgusu ile takip eden dört yazısına bakılabilir.
Yorumlar kapalı.