Arap Baharı ile birlikte daha önce dar bir akademik çevre ile ilgili diplomatik çevrelerde konuşulan İnsani Müdahale veya İngilizce ifadesi ile Right to Protect (R2P)(Koruma Hakkı) kavramı gazete okuyan hemen herkesin öğrendiği bir kavram oldu. Çünkü NATO, Libya’ya insani müdahale kavramına dayanan bir askeri müdahale gerçekleştirerek, Kaddafi’nin önce devrilmesinin sonra öldürülmesinin önünü açtı.
Buna rağmen insani müdahale kavramı, uluslararası ilişkiler alanına yeni girmiş, tartışmalı ve tehlikeli bir kavram/eylemdir. Çünkü kimin kimi, hangi şartlarda ve nasıl koruyacağının bir hukuki çerçevesi olmadığı için rahatlıkla insani görünümlü milli egoist planların aracı olabilmektedir.
Bu konuda önemli iki farklı yaklaşımı savunan, dünyanın en çok satan dış politik dergisi olan Foreign Affairs’de yayınlanan iki makale, konuyu insani müdahalenin faydaları ve zararları zemininde tartışmıştır. Bu makaleler derginin Kasım/Aralık 2011 sayısında yayınlanan WESTERN, Jon, GOLDSTEİN, Joshua S., “Humanitarian Intervention Comes of Age: Lessons From Somalia to Libya” yazdığı ve insani müdahaleyi savunan makale ile VALENTİNO, Benjamin A., yazdığı “The True Costs of Humanitarian Intervention: The Hard Truth About a Noble Notion” adlı ve insani müdahaleye karşı çıkan makaledir.
Türkiye’de ise 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü tarafından çıkarılan 21. Yüzyıl dergisinin 34. sayısında Prof. Dr. Füsun Arsava’nın kaleme aldığı “Kuvvet Kullanma Yasağı-Egemenlik Prensibi ve İnsani Müdahale” adlı makalesi, Gözde Kılıç Yaşin’in “Araçsallaştırılan İnsani Müdahale ve Siyasallaşan Uluslararası Hukuk” adlı makalesi ve Dr. Sait Yılmaz’ın “Uluslararası Müdahale ve Meşruiyet, Libya Örneği” adlı makalesi büyük önem taşımaktadır. (Dileyen okurlar bu üç makaleyi http://www.21yyte.org’dan okuyabilirler.)
İnsani müdahale ile ilgili tartışmaların Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi için bu ülkeye yapılması planlanan/tartışılan “insani müdahale” tartışmaları sırasında yeni bir aşamaya taşındığı görülmektedir. Amerikan Deniz Kuvvetleri Akademisi öğretim üyesi ve National Interest dergisinin eski editörü Nikolas K. Gvasdev, 1933 Montevideo Anlaşması ile egemenlik hakları belirlenen uluslararası sistemdeki ulus-devlet anlayışının aşıldığını iddia etmektedir. Gvasdev, “Suriye Olayının” , “Suriye Normu” diye anılan ve devletlerin otoritesini reddedenlere karşı kuvvet kullanma hakkını sınırlayan bir anlayışı ortaya çıkardığını ileri sürmektedir. (Nikolas K. Gvasdev,The Realist Prism:Syria, Kosovo Highlight Sovereignty’s Enclave Problem, World Politics Review, 17 February 2012)
Nikolas K. Gvasdev, Suriye Normu’nun kısa bir süre içinde Türkiye’de PKK’ya, Kolombiya’da FARC’a, Filipinler’de komünist ve İslamcı asilere karşı uygulanan isyan bastırma uygulamalarının sorgulanmasını beraberinde getireceğini ifade etmektedir. Gvasdev’e göre bunun sonucu, devletlerin topraklarının bir bölümünde egemenliklerinin sınırlanması olacaktır. Üstelik bu konuda Güney Kafkasya’da üç egemen devletin yanında üç, uluslararası sistem tarafından tanınmayan devletçiğin (Dağlık Karabağ, Abhazya, Güney Osetya) birlikte yaşaması bunun olabilirliğini göstermektedir.
İnsani müdahale sürecine çok hevesli görünen AKP Hükümeti, “Suriye Normu” şeklinde ortaya atılan anlayışın ışığında kısa bir süre sonra Türkiye’nin önüne ne türlü sorunlar koyabileceğini tekrar düşünmelidir. Ankara’daki karar alıcıların bir de bu açıdan bakmasında Türkiye’nin milli birliği ve menfaatleri açısından büyük fayda vardır. Çünkü çok kısa bir süre sonra Suriye’de iç savaş başlar, Suriye Kürtleri Suriye’den ayrıldıklarını ve K. Irak ile birleştiklerini açıklar ve PKK, Hakkari-Şırnak-Diyarbakır ekseninde kent merkezlerini de kapsayan bir ayaklanma başlatır ise Türk Ordusu ve Emniyet Genel Müdürlüğü, bugün Humus’ta Suriye Ordusu’nun içine düştüğü duruma düşürülebilir.
Bazıları buna “Türkiye’de demokratik seçimler ile gelmiş bir hükümet var. Suriye ile meşruluk açısından karşılaştırılamaz” cevabını verebilir. Sizce Nikolas K. Gvasdev Türkiye’de demokrasi olduğunu bilmiyor mu?