SSCB’nin çöküşü Rusya’yla birlikte ABD’yi de kökten sarsmıştı. Rusya hinterlandını ABD
ise düşmanını kaybetmişti.
Putin, “komünizmin bitişine üzülenin akılsız, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliği’nin bitişine üzülmeyeninse kalpsiz olduğunu” söylemişti. SSCB’nin ortadan kalkışını
20. Yüzyılın en büyük felaketi olarak ilan etmişti.
Richard Cohen “SSCB çökünce biz Amerikalılar bir düşmandan daha çok şey
yitirdik. Anlam arayışımızda bizimle işbirliği yapan bir çalışma arkadaşını yitirdik.”
Rakipsizlik ABD gibi bir güce yapılabilecek en büyük kötülüklerden birisiydi.
SSCB’nin dağılmasıyla ABD en büyük rakibini kaybetti.
Diğer yandan komünist ideolojinin yayılmasını engellemek amacıyla Batı tarafından
oluşturulmuş olan askeri pakt NATO da rakibi Varşova Paktının kendini feshetmesiyle
işlevini kaybetti.
Varlık nedenini kaybedenler yeni düşman/rakip bulmak ve bunu halklarına kabul
ettirmek sorunuyla karşı karşıya kaldılar.
ABD tek küresel güç olarak bu süreçte hem SSCB’nin çekilmek zorunda kaldığı
hinterlandı hem de küresel arzı kendi emperyalist amaçlarına göre tek başına istimlak etti.
ABD bu oluşumu George Soros’u devreye sokarak uzunca bir süre yumuşak
yöntemlerle gerçekleştirmeye çalıştı.
Böylece Yugoslavya’da Buldozer Devrimi (2000), Gürcistan’da Gül Devrimi (2003),
Ukrayna’da Turuncu Devrim (2004), Lübnan’da Sedir Devrimi (2005), Kırgızistan’da Lale
Devrimi (2005) gerçekleştirilmiştir. Birbirinin ardı sıra, sivil toplum kuruluşları aracılığıyla
ve aynı yöntemler kullanılarak gerçekleştirilmiştir.
Bütün bu devrimler sürecinde Rus yetkililer Renkli Devrimleri savaş durumunun yeni
biçimi olarak tanımladılar. Devlet Başkanı Putin daha 2014 yılında Renkli Devrimlerin
önlenmesi gerektiğine dikkati çekerek “Biz Renkli Devrimlerin trajik sonuçlarını
görüyoruz. Bu tür girişimlerin Rusya’da olmasını engellemek için ne gerekiyorsa
yapmalıyız.” Demişti.
Putin, SSCB’nin dağılmasının ürettiği şoku atlatır atlatmaz Rusya’nın hinterlandına
konuşlanan ABD/NATO etkinliğine karşı harekete geçti. Avrupa’nın doğusunda ve
Avrasya’da SSCB’nin dağılmasından önceki durum gibi Rusya’nın etkin ve hâkim olmasını
istiyor. Bu anlamda Putin’i “komünist olmayan bir küçük Stalin” olarak tarif edenler çok
da haksız değiller. Onun amacı mümkün olabildiği kadar “Komünizmsiz Sovyetler
Birliği’ni” inşa etmektir.
Kırım’ın ilhakı, Ukrayna’ya ve Gürcistan’a müdahale Suriye’ye ve Libya’ya güç
aktarımı Rusya’nın amacının ne olduğunu açıklar niteliktedir. Putin, Rusya’ya kaybettiği
büyüklüğü yeniden kazandırmak istiyor.
Bu arada Çin ile ilişkilerini sıklaştıran Rusya çeşitli atraksiyonlar da geliştiriyor.
Geçtiğimiz ay Rusya, İran ve Çin’in Hint Okyanusunda tatbikat yapması bu bağlamda
değerlendirilebilir.
Bu bakımdan Rusya’nın ABD’den talepleri Donbas ya da Kırım gibi sorunlardan
ibaret değildir.
-Rusya’nın sınırlarından ve SSCB topraklarından ABD/NATO’nun çekilmesini,
-Sınırlarında NATO askeri olmamasını,
-NATO’yla Rusya arasında tampon bölge olmasını,
-NATO füzeleri, askerleri, üsleri ve tankları kendilerine ait olan bölgede olmamasını
istiyor.
Rusya, NATO'nun Ukrayna'yı ittifaka kabul etmeyerek ve doğuya doğru
genişlemesini durdurarak kendisine güvenlik sağlamasını istiyor.
Putin, açıkça “Ukrayna, NATO’ya girerse Rusya ile NATO arasında savaş
çıkar” açıklamasıyla ortaya ciddi bir kararlılık koymuştur. Diğer yandan Rusya her türlü
gelişmeye karşı hazırlıklarını sürdürürken AB’yi ABD’nin kendilerine karşı kullandığını
söylüyor.
Aynı kararlılık ABD/NATO ülkelerinde yoktur. Almanya’nın ABD/NATO
bağlamında Ukrayna’ya 5 bin miğferin dışında herhangi bir yardım yapmamış olması, Fransa
Cumhurbaşkanı Macron’un daha bir süre önce “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir”
sözleri, Moskova’daki uzun masa görüntüsü ABD/NATO blokunda Rusya’ya karşı kararsızlık
olduğunu gösteriyor. Dahası Almanya’nın doğalgaz bağımlılığı Rusya’yı rahatsız edecek
adım atmaktan alı koyuyor.
Sanıldığı gibi ABD/NATO arasındaki sorun Ukrayna ile Rusya arasındaki sorunlardan
ibaret değildir. Aksine sorun ABD ile Rusya arasındadır.