Soma’daki madenin derinlikleri yüzlerce can ile birlikte uygulanan taşeron sistemini, işletme biçimini ve bir zihniyeti de yutmuştur. Orada toprağın altında yalnız canlar değil iş ve sosyal güvenlik sistemi de kalmıştır. Devletin küçültülmesi, kamunun faaliyet alanlarının daraltılması, etkinlik, verimlilik ve karlılık kavramları ile desteklenen özelleştirme ve taşeronlaştırmanın madencilik alanında Türkiye’yi getirdiği yer burasıdır.
Dünyanın 140 dolara mal ettiği kömür çıkarma işlemini 23.8 dolara çıkarttığını söyleyenler aslında Soma’da meydana gelen felaketin en önemli nedenini de ifade etmiş olmaktadırlar.
Çok açıktır ki maden ocaklarında iş ve sosyal güvenlikle ilgili yatırımların yeterince yapılmaması, eski teknolojilerle üretime devam edilmesi kazaların en önemli nedenidir. Kısa sürede hızlı ve yüksek kazanç için üretim zorlamaları, kazalara davetiye çıkartmaktadır. Bu tür uygulamaların aynı zamanda madencilik sektörünü küçülttüğü ve nesillerin bilgi ve deneyim birikimini yok ettiği de açıktır.
Hayatlara mal olan çoğu kaza, yetkililerin görevlerine gerekli özeni göstermemelerinden kaynaklanmaktadır. Sorumsuz yetkili, kontrolsüz iş, kâr hırsı ve kötü yönetim meydana gelen felaketlerin başlıca nedenleri arasındadır. İnsanı değil kazancı iş hayatının merkezine koyan anlayışlar bu tür felaketlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. İşini birinci sınıf yapmayan yönetimlerin faturasını masum emekçiler canlarıyla ödemektedir.
İnsan hayatı söz konusu olduğunda, işyerlerinde “sıfır hata” ile çalışacak bir mekanizmaların kurulması şarttır.
Madencilik, doğası gereği içerdiği riskler nedeniyle özellik arz eden, bilgi, deneyim, uzmanlık ile sürekli denetimi gerektiren dünyanın en ağır iş kollarından birisidir.
Türkiye İstatistik kurumunca geçen mart ayında yayınlanan ve iş kazalarının sektörel dağılımının yer aldığı rapora göre, Türkiye’de iş kazalarının en fazla yaşandığı sektör olarak “maden ve taş ocaklığı” gösterilmiştir.
Yaşanan maden kazalarının %44’ünün göçük, %34’nün grizu, %14’ü yangın, %4 Patlama, %3’ü gaz boşalımı, %1’i diğer kazalar yüzünden meydana gelmektedir.
Geçen yıl iş kazalarının %10,4’ünün madencilik ve taş ocağı sektöründe görüldüğü ifade edildi. İnşaat sektöründe bu oran %4,3’tür.
DPT’nin Özel İhtisas Komisyonu’nun 2009 tarihli çalışmasında maden ocaklarının yeniden yapılandırılmasından söz ediyor. “Kazaların önlenebilir sorunlardan kaynaklanması, denetim ve yaptırımların gözden geçirilmesi” gerektiği tespitinde bulunuyor.
Kâr dürtüsünü yönetimin odağına koyan kapitalist zihniyet, ne söylenenlere ne de iş güvenliği ve sağlığına yeterli önemi vermesi söz konusu olmaktadır. Bir yandan sendikasızlaştırma diğer yandan hep daha fazlasını ürettirmeye zorlayan sistem facialara neden olmaktadır.
Türkiye’nin ölümlü maden kazalarında dünyada ilk sırada yer alması bu konuda Çin’i bile geride bırakması, kazaları madenciliğin doğası ya da yazgı ile açıklanmasının bir saptırma olduğunu ortaya koymaktadır. ILO’nun verilerine göre yüz bin maden işçisinden iş kazalarında ölen işçi sayısı Çin’de 106 iken Türkiye’de 133’tür.
TEPAV’ın, 2010 tarihli raporuna göre de bir milyon ton taş kömürü üretimi başına can kayıpları bakımından, 2008 yılında en büyük üreticilerden ABD’de 0,02; Cin’de 1,27 iken Türkiye’de 7,22’dir. Bir milyon ton kömür üretiminde Türkiye’de Çin’in beş katı can kaybı yaşanmaktadır.
Bu utanç duyulacak bir durumdur.
Diğer yandan ILO’nun 176 sayılı sözleşmesinin dünyada 24 ülke onaylarken Türkiye’nin halen bu sözleşmeyi onaylamamış olması da dikkat çekicidir. ILO’nun 176 sayılı sözleşmesinin onaylanması halinde madenlerde iş sağlığı ve güvenliği konusundaki eksikliklerini gidererek çalışma şartlarını uluslar arası standartlara ulaştırılması söz konusu olabilecekti.
Sözün özü bu devran böyle sürdükçe Türkiye bir yanda tabut kaldıran öbür yanda zaman öldüren bir ülke olmaktan kurtulamayacaktır!