İnsanoğlu bu, yalnız evlerde, sıcaklarda, kucaklarda değil soğuklarda, umutsuzluklarda ve sokaklarda da yaşar. Evlerde kendisine yer bulamayanların yerleridir sokaklar. Kovulmuşların, reddedilmişlerin, ötelenmişlerin, kendilerini ve akıllarını taşıyamayanların sığındıkları mekânlardır oralar.
Dahası bilimin, sosyalin, okulun, caminin olduğu gibi sokakların da dili vardır. Yalnız dilleri değil felsefeleri, hayatı yorumlama biçimleri ve dünya görüşleri de farklıdır oraların. Sokaktaki her duvar okul, her canlı Yunus’tur.
Sokakta insanlar baskıdan, öfkeden, bağımlılıktan uzaklaşmış olarak gök kubbenin altında sansürden, yasadan, emirden talimattan azade yaşarlar. Onların yalnız sınırları değil sinirleri de yoktur. Toplumun biçimsel (resmi) olmayan yüzleridir onlar. Aç ve açıktadırlar ama özgürdürler de. Gürültünün göç ettiği, devletin çekildiği, aydınlığın karanlığa dönüştüğü anlar onların kendilerini ifade etme zamanlarıdır.
Sokaktakilerin okulları duvarlar, yatakları mukavva, yorganlarıysa gök kubbedir. Duyguları saf, art niyetsiz söylemleri içten ve özgürdür. Onların ne otorite ne yarın ne itaat ne biat ne de hesap kitap dertleri vardır. İçlerinden geldiği, güdülerinin el verdiği şekilde yaşarlar.
Bu bakımdan sokağı okumak hayatı okumaktır. Gerçekte milleti tanımak biraz da sokağı tanımaktan geçer. Sokaktakilerin gecenin geç saatinde duvarlara yazdıkları kısa, özlü ve sansürsüz özdeyişler toplumun bilinçaltının ifadesidir. Toplumun sağlıklı olup olmadığı, sosyal sorunları, aile çelişkileri, çıkmazları, umutları, sevgileri, nefretleri, çaresizlikleri öğrenmek isteyenler her yerden ve her şeyden önce sokaklara müracaat etmeliler.
Evlerde suskun, iğdiş edilmiş, içe kapalı insanlara “ağzı var dili yok” derler. Sokakların hem ağzı hem de dili vardır. Tabi okumasını bilenler için. Kendisine özgü jargonu, üslubu ve felsefesiyle kamyonların olduğu gibi sokakların da bir edebiyatı vardır. Sokakların çığlığı eğri/büğrü sloganlarla hemen her günün şafağında duvarlara yansır. Çoğu insan gündüzün aydınlığında şöyle bir göz ucuyla bakıp geçtiği, o an okuyup irkildiği, sonra da unutmaya terk ettiği sokak yazıları yakından irdelenmeyi hak ediyor.
Sokaktaki narsizm ve sitem!
“Canım kendim”: Sokakta herkes kendisinden sorumludur. Sevgisini de doğal olarak herkes kendisine yöneltmiştir.
“Ben size çok fazlayım”: Evde sukutu hayale uğramışların sokakta megalomanca yaptığı bir sitem. Bu söylemin devamı niteliğinde haddinden fazla önemsenen sevgiliye karşı “Biz geceyi seviyoruz diye kimse kendisini yıldız sanmasın!” ikazı yapılıyor.
Çıktığı aile ve yaşam yolunda karşılaştıklarına yönelik olarak “Bir bana mıydı yolların dikeni!” sloganı duvara boydan boya işlenmiş.
Hayal kırıklığı, ayrılık, sitem ve intikam gibi duygularını “Elbet karşılaşırız ama pişman ama düşman!” yazısını çöp konteynirin yüzeyine yazmış… Karşı duvara da şöyle yazılmış: “Herkese yol verirken, sana değer verdim bu yüzden kaybettim.”
Yolu boydan boya takip eden iki metrelik bir duvarın üzerine şairin şiirinden bozularak “Sana bir şiirler olmuş sevgilim, yüzün gözün söz içinde…” yazısı adeta nakşedilmiş.
Sevgisine karşılık alamayan ise “Bi havalar bi havalar sanırsın ejderhası var!” cümlesini spreyle kaldırıma yazmış.
Yalnızlığıyla bambaşkalığı “Önce babam terk etti sonra sevdiklerim.” Şeklinde yazıvermiş binanın girişine. Sonuçta sokaktaki “Benim de elimden tutan olmadı, herkes düştüğü gibi kalsın!” diyerek kendine gelmiş gibidir.
Halkın diliyle “Hayat buysa üstü kalsın!” bir yanda Mevlana’yı hatırlatan “yaşamak öldürür” sloganı diğer yanda…İçinde bulunduğu hali pürmelali de “Bu akşam ayrı bir hoşsun, sanırım sarhoşsun!” şeklinde ki yazıyı kayıtlara değil ama duvarlara geçirmişler! Yaşamaktan yorulmuş birisinin çakır keyif bir kafayla “Ben bittim siz devam edin!” şeklindeki iç sızlatan yazısı yürek titretiyor. Titrediğimiz kadar insan olduğumuzu fark ediyoruz!