Alın benden size bir söğüt hikâyesi. Ama şimdiki benden değil, 25 yıl önceki 14–15 yaşlarında çocukluğun sonuna gelmiş, delikanlılığın başındaki benden bir söğüt hikâyesi. Sadece Anadolu bozkırında yetişenler bilir ki, söğüt sadece bir ağaç değildir. O sadece söğüttür. Hatta söğütte değil, onun adı söoottür. Biz onun, o da bizim farkımızda değildir. O bizim, biz de onun için doğalız. Onun can suyu, olmazsa olmazıyız. Farkımıza ancak biz onu terk edip, büyük şehirlere göçüp, köyleri viran bıraktığımızda varır ve birkaç sene içerisinde de kurur yok olur gider. Şimdi denilebilir ki köyler boşaltıldığı için bakımsızlıktan kururlar. Hayır, biz köydeyken de bakımsızdır o.
Kuruma sebebi bizsizliktir. Dalında kuzu çobanlarının "kuzuları çocuklar otlatır (bozkırda kuzuyu kuzular otlatır)" dolanmaması, dalını kesip büyük bir iş yapıyormuş gibi deynek yontmaması, onun parçasından cin düdüğü ve kabuk düdüğü yapıp öttürülmemesidir. Diğer bütün ağaçların sonuna "ağacı" sıfatı gelir. Ama söoot, söoottur. Söoot kelimesinden sonra söot ağacı denmez. Elma ağacı denir, armut ağacı, çam ağacı, dut ağacı, alıç ağacı, süsülük ağacı, karamık ağacı vardır ama söğüt ağacı yoktur sadece söğüt vardır.
Odunu olmaz, kerestesi çıkmaz, yaprağından em, kabuğundan boya, dalından deynek olmaz, meyvesi desen zaten hak getire. Peki, biz bu söğüdü niye eker dikeriz? Niyesi, söğüt dikmek, bozkırda hayatın olağan akışı olduğundandır. Biz ne yaptığımızı, niye yaptığımızı da bilmeyiz. Söğüt orada olması gerektiği için dikeriz. O yerindeyse varlığının farkına bile varmayız. Ancak ondan ayrı kalıp, yolumuz gurbete düşerse onun olmadığını anlar, hasretini çekip adına türküler yakarız. Söğüt niye var? Kuzu anasını niye emiyor, tavuk niçin yumurtluyor, çekirge niçin ötüyor, arı ne diye bal yapıyor, çoban niye koyun güdüyor, balık neden suda yaşıyorsa söğütte onun için var. Yani niyesi yok, olması gerektiği için var o kadar.
Biz bozkır balıklarının suyudur, denizidir söğüt. Tomusun sıcağında gündüzleri gözlerimiz sürekli onun gölgesini ararken, geceleri ecinni korkusundan kesinlikle altından geçemez, geçemediğimizi de kimseye çaktırmayız. Mecbur kalıp geçeceksek bile koşar adımlarla, salâvatın biri bin para yürek ağızda geçeriz Söğüt siluetlerinin altından.
Tırpancılar onun gölgesine çakıp örsü, tırpanı orada çekiçler. Suda boğulan insanın son bir gayretle başını dışarı çıkarıp, ciğerlerine havayı doldurduğunda aldığı en kıymetli nefes gibidir söğüt gölgesi. Hatta çocukluğumuzda meyve ağaçlarının yokluğunu, meyvenin hasretini çeker, kendi kendimize hayal kurardık. Kurduğumuz hayallerde de etrafımızda envai çeşit meyve ağaçları olurdu. Fakat onların adı "kayısı söğüdü, elma söğüdü, erik söğüdü, kiraz söğüdü" şeklindeydi. Büyüklerimizin vakti zamanında meyve söğüdü ekmemesine kızar, hayıflanır, onların yapamadığını biz yapmaya kalkar, sonrada dikeceğimiz meyve söğütleri çok uzun yıllar sonra meyve vereceğini düşünüp vazgeçerdik. Bu sefer de etrafta hazır yetişmiş söğüt ağaçlarına meyve aşısı yapıp, onun aşılarını tutup tutmayacağını tartışırdık. Hayal gücümüzü kullanarak söğüt ağaçlarından sarkan şeftaliler, narlar, erikler, hayal ederdik.
Koyun bile onun gölgesinde kırkılırken, narkozlu hasta misali kendini çobanın kollarına bırakıp, adeta yünlerini kırklık değmeden önce salıp kendi kendine soyunur. Öyle huzur veren bir gölgedir söğüt gölgesi.
Hedikler şörüksüz yerinden onun gölgesinde yenir. Gençler onun gölgesinde halka yapar, bağdaş kurar, uzun oturur. Yeni yetmeler o halkaya gireceği günün sabırsızlığıyla salyaları akarak uzaktan izler onları. Abiler bir yumuş buyurup, bir şey istediğinde görevi alan, seçilmiş kişi edasıyla koşarak gidip gelir. Askerden izinli gelenler martavalları onun gölgesinde sallar, onun gölgesinde kendine kıs kıs gülünür. Onun gölgesinde mevlit yemeklerinin tadı, lezzeti, sevabı bile sanki daha fazlaymış gibi gelir. Söğüt gölgesinde kuş oynanıp, en sevdiğin arkadaşın onun gölgesinde sıpakürük çıkartılır. Anlayacağınız söğüt anlatılmaz, yaşanır. Ne mutlu onun altında yaşamış olanlara.
Söğüt medeniyettir, yaşamdır, atan kalp, tüten tandırdır. Bozkıra herhangi bir yerden bakın, ister uçak veya helikopterden ister bir tren, otobüs camından gözünüz alabildiği kadar uzaklara bakın dağ başlarında, dere yataklarında, çataklarda bir tutam yeşillik göreceksiniz işte orası bozkır medeniyetinin, atan kalbin, tüten tandırın olduğu yerdir. Orada hayat var demektir. Orada çocuklar oynar, gençler yetişir, memleketin isimsiz kahramanları tartışmasız gerçek sahipleri orada söğüt dibindedir. Çanakkale’ye, Galiçya’ya, Yemen’e gidenlere kınalar orda yakıldı. Hakkâri’ye, Şırnak’a, Mardin’e, Siirt’e, Batman’a gidene orada yakılıyor. Musul’a, Kerkük’e, Karabağ’a gideceklere de orada kınalar yakılacak. Onun için söğüt dibi vatandır, toydur, düğündür, dernektir, hesaplaşmadır.
Velhâsıl-ı kelam söğüt Türkmen’in bozkıra vurduğu mühürdür.