Ülkeyi on dokuz yıldır açıklığı, hesap verebilirliği, şeffaflığı olmayan kerameti kendinden menkul bir iktidar yönetiyor. Bu durum iktidarın başka muhalefetin daha başka halkın ise bambaşka gerçeklerinin oluşmasına neden oluyor. Her grup olanı biteni kendi gerçeğine göre değerlendiriyor.
Bu ülkede ayakkabı kutularından milyonlarca Euro fışkırdı. Bu paraların gerçeğini kimse öğrenemedi. Daha bir ay önce milletvekili danışmanının aracının bagajından tomar tomar dolar görüntüleri medyaya yansıdı. Bu paraların orada ne işi olduğuna yönelik açıklamalardan da kimse ikna olmadı. Yine bir başka siyasetçinin danışmanı “pudra şekeri” çekerken görüntülendi. Bu olgunun arka planını da kimse öğrenemedi. Daha da ötesinde “sıfırla” kavramı bu ülkenin siyasi literatürüne girdi.
Halkın kendisini doğrudan ilgilendiren gerçekleri ve gelişmeleri öğrenme, haberleri alma hakkı yoğun bir siyasi ve medyatik propagandayla engelleniyor.
Bu ortam milletin “suç örgütü lideri”nin söylediklerini, iddialarını ve anlattıklarını dinlemek için Pazar günlerini beklemesine neden oluyor.
Düşünebiliyor musunuz? Adam ülkenin resmi otoriteleri tarafından “suç örgütü lideri” olarak ilan ediliyor ama toplum onu siyasi liderlerden daha fazla izliyor hatta ikna edici buluyor.
Siyasetçilerin söylediklerinden daha çok “suç örgütü” dediğiniz adamın söyleyecekleri halk tarafından merak ediliyor.
Toplum, siyasi gücünü kullanarak zenginleşenleri meşru makamlardan değil “suç örgütü lideri”nden öğreniyor.
Adam Türkiye’de en az otuz senedir aynı işleri yapmaktayken “saygın bir iş adamı” ama yurt dışına çıkınca üç ay içinde birden bire “organize suç örgütü lideri”ne nasıl dönüştüğünü millet çok ama çok merak ediyor!
Adam sitemi iktidara ediyor: Kendisine operasyon yapılmasına neden olduğunu düşündüğü siyasilere adeta ‘seçim masraflarınız için para verdim’, ‘seçimler sırasında dağıttığınız kahveler benimdi’, ‘sizin için mitingler yaptım, tehditler ettim’ diyor.
Dahası suç örgütü lideri denilen bu şahsın tecavüzden cinayete, intihardan siyasetin finansmanına, istihbarattan yargıya, ihalelerden sermayenin el değiştirmesine yönelik bu kadar çok inandırıcı hatta kozmik bilgiye sahip olması olayların tam odağında olduğunu gösteriyor.
Gerçeğe susamış bir toplumda ifade edilen bu iddialar bile milletin merakını celp etmeye yetiyor.
Gelinen bu aşamada yasal görevlilerin insanlara karşı artık “duymadım, görmedim, bilmiyorum” türünden üç maymunu oynamaları mümkün değildir.
Bilindiği gibi yasal örgütler ya da yasa adamı görevini yapmazsa yerini suç örgütleri ya da liderleri alır. Devlet adaleti sağlayamazsa ortaya ihkak-ı hak kavramı çıkması gibi bir şeydir bu.
Bu aşamada “suç örgütü lideri” olarak adlandırılan şahsın anlattıklarının ortaya çıkardığı gerçeklere yoğunlaşmak gerekir.
Adamın anlattıkları özü itibarıyla ülkeden uygulanan adalet, ekonomi ve siyasi sistemin ne kadar çürümüş olduğunu gösteriyor.
Peker, bize yasayla yasa dışılığın, meşru ile gayrimeşruluğun iç içe girdiği, gazeteciyle devlet görevlilerinin, siyasetçilerle suç örgütü mensuplarının birbirine karıştığı bir dünyayı tasvir ediyor. Sonuçta ‘hiç kimse masum değil’ demiş oluyor!
Adalet ‘herkese hakkını vermek’ idealini terk ederek ‘güçlünün hesabına işleyen’ bir sisteme dönmüştür.
Ekonomi üreten emekçinin değil ticaretini yapan aracının lehine çalışmaktadır. Bu durum devletin adil ve işlevsel sorunlarının olduğunu gösterir.
Siyaset toplumsal sorunların çözümünün değil sorununun bizzat parçası haline gelmiştir. Bu durum sistemin bozuk olduğunun kanıtıdır.
Aslında suç örgütü lideri yayınladığı videolarla sisteme, siyasetçilere ve devlet yöneticilerine “beni siz delirttiniz” dediğinin kendisi bile farkında değil.
Sorun kişilerden daha çok sistemle ilgilidir.
2003 yılından bu yana Türkiye’de ihale kanunu 190 kez değiştiriliyorsa sözün bittiği yerdesiniz demektir.
Sonuçta sistemin tepeden tırnağa arınmaya ihtiyacı vardır.