Çatışma duygusunun yerini işbirliği, ihtilafın yerini uyum, ön yargının yerinin de algının alması başarının ilk şartıdır.
Bir şeyin bütününe sahip olmak bireysel, siyasi ya da sosyal egoizmin gereğidir. “Ya hep ya hiç” biçimindeki bir tavır bunu anlatır. Elbette bir yönetimin, sistemin ya da siyasetin tamamına sahip olmak yarısına ya da üçte birine sahip olmaktan daha iyidir. Ancak böyle bir sahiplenme duygusunun ortaya çıkaracağı riski de göze olmak gerekir. Kaldı ki “bütün iktidar Sovyetlere” dediğiniz zaman siyaseten bu iktidarı sürdürecek gücünüzün de olması gerek.
Fildişi kulelerde üretilen siyasetler iflas etmiştir!
21. yüzyılda paylaşmasını bilen, katılımcılığı esas alan, “ben” yerine “biz”i geçiren siyasi ve sosyal anlayışlar yükselen değer olarak öne geçmiştir. Yine bu yüzyılda “klik”, “kısım” ya da sınıf esasına dayalı anlayışların giderek önemini yitirdiği gözlenmektedir.
Ülkede iktidara talip olan siyasi partilerin toplumların geldiği aşamayı göz ardı ederek siyaset üretmeleri de giderek imkânsızlaşmaktadır. Fildişi kulelerde üretilmiş olan siyasetlerin topluma dayatılmasının karşılığı yoktur. Aksine toplumsal taleplerden kaynağını alan siyasetlere kitleler destek vermektedir.
Topluma rağmen tavan (elit) siyasetinin demokrasilerde yeri yoktur. Aksine toplumla beraber ve toplum için siyasetin hem halk hem de demokrasilerde karşılığı vardır!
Dar alanda siyaset dönemi kapanmıştır!
Son yıllarda siyasi gelişmeler incelendiğinde dar alanda siyaset üretmeye çalışanların büyük ölçüde başarısız oldukları görülmüştür. Etnik unsuru ön plana alan ya da mezhep üzerine siyasetlerini bina edenlerin uğradıkları hezimetin temel sebebi toplumun ulaştığı sosyolojik aşamanın bu partiler tarafından fark edilememesidir.
Ülkenin birliği, bütünlüğü, sürekliliği ve milletin bölünmezliğini temele koymak kaydıyla ülkenin yararına olacaksa siyasi anlamda verilen tavizlerin ayrıntıdan başka bir anlamı olamaz. Siyasette başarı yaygın kanaatlerin aksine “almasını” bilenler tarafından değil neyi, ne kadar, ne zaman ilkesini dikkate alarak “verme”sini bilenler tarafından sağlanır. Bu daha çoğu elde edebilmek için azı vermek şeklinde olabileceği gibi durum ve şartları dikkate alarak geleceği kurtarabilmek için bugün taviz vermeyi de içerebilir.
Herkese ve her kesime yönelik politikalar üretmek, ülkede yaşayan her insanı kucaklamak siyasetçilerin en temel görevidir. Marjinallikler, ayrıntılar, farklılıklar hukuken ve idari olarak elbette teminat altında tutulmalıdır. Ancak marjinaller ya da farklılıklar üzerine siyaset ya da dünya bina edilemez. Farklılık içinde fakat birlik altında yaşayacak biçimde tutum ve davranışlar yönetilmelidir. Zira gerçekler ve gerekçeler çok köşelidir onların doğruluğu hangi köşede durduğunuza ya da hangi köşeden baktığınıza bağlıdır.
Ucuz ve uçuk politikalar dönemi kapanmıştır!
Kin, nefret, antipati, saplantı ya da ön yargılar ancak savaşlarda işe yarayabilir. İş yapmak, uyumu, uzlaşmayı, birleşmeyi ve birleştirmeyi gerekli kılar. Duygularını aklın etkinleştirilmesinde ve dinamik hale getirilmesinde bir araç olarak kullanabilenlerin çağı başlamış bulunuyor. Aklını yedeğe alan ya da başkalarının aklının gölgesinde yaşamayı içine sindiren insanlar bu anlamda çağın dışında kalacaklardır.
Duygudan akıla geçiş aynı zamanda hayalden gerçeğe dönüştür.
Ucuz ve uçuk politikalarla başarılı olabileceğini sananlar siyasi ve sosyal tarihi iyi okuyamayanlardır. Bu tür davranışları kurumsallaştıranları ciddiye almak da gerekmez. Siyaset yalnız yandaşlara değil aynı zamanda karşıtlara da hakkını vermekle meşru bir zemine oturtulabilir.
Siyasette esas olan, insana ve sorunlarına odaklanmaktadır. İnsan odaklı davranmanın ideolojisi, tarafı, partisi olamaz. İnsanı ya da insanları yönetmeye kalkanlar hizmet etmek ya da saygı göstermek için yurttaş olmayı yeterli görmelidirler.