Türkiye’de siyâseti tâkip eden aklı başında herkes ülkenin bir takım problemlerle karşı karşıya olduğunun farkındadır. Bunlar ekonomik, iç ve dış politika problemleri, güvenlik, ülkedeki göçmen sayısı vs. gibi sıralanabilir. Bunları akıllı bir politika ile hal etmek mümkündür. Ama kimsenin üzerinde fazla durmadığı bir problem var ki onu çözmek biraz değil, epey zaman alacağa benzer. Ahlâkî çöküşten bahsediyorum. On yıllardır bu konuyu kimse umursamamış.
Filmlerle, TV yayınlarıyla, sanat adı altında, basında, yabancı filmlerin kontrolsüz oynatılmasıyla, okullardaki vurdumduymazlıkla, uyuşturucu satışlarıyla ve bunlara bilhassa topluma ve gençlere örnek olması gereken şöhretlerin rağbet göstermesi gibi gerçeklerle ahlâk dediğimiz kavram erozyona uğramış, bunun sonucunda kadın cinâyetleri, âile içi fâciâlar, sebepsiz yere hayvanlara kötü muâmele, hattâ onları işkence ile öldürmeler, küçük çocukları kaçırıp ırzlarına geçme ve yapılan suç ortaya çıkmasın diye onları da öldürmeler, kadın ticâreti, küçük çocukları satmalar, iş hayatında haber olan ahlâksızlıklar, kaçakçılık, sokakta kadın ve kızlara sarkıntılık ve bunu erkeklik sayma ahmaklığı, dolandırıcılık ve bunlara benzer nice kânunsuzluk. Bunlara bir de Suriyeli göçmenlerin işlediği, restoran açıp oralarda kedi, köpek eti satma gibi halk sağlığını tehdit eden suçları katarsak durumun ne kadar vahim olduğunu her mâkûl düşünen insan anlar. Misalleri çoğaltmak mümkün, ama burada gereksiz. Görülen o ki bu gibi suçlara şimdilik yalnız güvenlik güçleri müdâhale etmektedir, görevlerini yapmaktadırlar, ama ahlâk kavramını yeniden tesis etmek güvenlik güçlerinin görevi değildir. Güvenlik güçlerinin görevi kânunsuzlukları tespit edip önlemektir. Ahlâksızlık fiile geçmediği takdirde suç sayılamaz. Yâni bir adam veyâ kadın balkonuna çıkıp “ben ahlâksızım” diye bağırsa bile o şahsı derdest edip hâkim karşısına çıkaramazsınız, çünkü suç işlememiştir. Olsa olsa gürültü yaparak etrafı rahatsız etmiştir. Deli gâliba veyâ ruh hastası der geçersiniz.
Ahlâk insanları hayvandan ayıran özelliklerden biridir. Kısaca insanların toplum içinde birbirlerine nasıl davranmaları gerektiğini söyler, iyi ile kötüyü ayıran, yazılı olmayan, kültürel kurallar manzûmesidir. Bir de siyâsî ahlak denen bir kavram vardır ki bu kavramın son dönemde Türkiye’de yerlerde süründüğüne şâhit olmaktayız. Teferruata burada girmek istemiyorum, mâlûmu îlâm olur. İşte kanaatimce Türkiye’nin âcilen yüzleşmesi ve hal etmesi gereken problem budur, bu hal olduğunda diğer problemleri hal etmek kolay olacaktır. Dindar olmanın ahlâk sâhibi olmak demek olmadığını artık herkes anlamalı. Dindar geçinenlerin ne gibi suçlara karıştıklarını herkes biliyor ve görüyor. Ahlâklı olduğunu ispat için gece geç vakit sokakta gördüğün genç bir kızı döveceksin veyâ öldüreceksin, ama işlediğin suçun ahlâk ile bağdaştığını iddiâ edeceksin. Bunun adı rezilliktir ve bu rezilliğe bir an önce son verilmesi gerekmektedir. Bu da artık yozlaşmış olan adâlet sistemine çeki düzen vermekle olur.
Siyâsetçilerin ahlaklı olmaları gerekmediğine dâir genel bir düşünce tarzı da kabul edilemez. İnsanlar bütün hayatları boyunca siyâsîler tarafından kendilerine söylenilen yalanları normal addetdikleri için bu sonuca varmış olabilirler. Ama o siyâsîleri oraya getirenler de aynı insanlardır. Demokrasilerin iyi bir tarafı yalan söylediğine inanılan siyâsîleri bir daha seçmemek ve siyâsetten uzaklaştırmaktır. Artık aramızda olmayan Demirel’i hiç sevemedim, ama zekî bir adam olduğu muhakkaktı. Onun “demokrasilerde çâre tükenmez” sözü geçerliliğini hâlâ korumaktadır.