Düşünün ortada iki kesim var: İki kesimden biri diğerini “hırsız”, öbürü de onu “casus” olarak suçluyor. Bunlar al birini vur öbürüne dedirtecek kadar vahim isnatlardır. İfrattan tefrite uzanan bu tavrı inananlar “hüsnü zan” ilkesi bağlamında düşünmek durumundadır.
Siyasetini kurt kanunu üzerine bina edenler kurtlar sofrasında yem olmayı da göze almalıdır. Zira kurtlukta düşeni yemek kanundur. Stratejisi de düşmemek düşürmek üzerine kuruludur.
Güçlü iken acımasız, insafsız ve vicdansız tavırları siyasetinin öznesi yapanlar, güçsüz düştüklerinde merhamet dilemeye hakları yoktur. Merhamet dosttan dilenir düşmandan değil. Dahası siyaset söz konusu olunca -dost ve düşman fark etmez- merhamet vicdanlardan göç eder.
Diğer yandan siyaset gerçekte erdem sanatıdır. Erdem onursuzluk kaldırmaz. Şu veya bu gerekçeyle onursuzlukla itham edilenlerin bunu onur meselesi yapmaları elzemdir.
Onurlu bir insana hırsız, rüşvetçi ve yolsuz demek hırsızlık yapmak kadar kötüdür. Bu tür itham, iftira ya da iddialar tam da “şüyu vukuundan” (olması söylentisinden) beter denilen türdendir. Bu iddialara -gerçek olup olması bir yana- muhatap olunması bile onurlu insanlar için züldür.
Şu veya bu nedenli bu tür iddialarla karşı karşıya kalanlar şeffaflık, hesap verebilirlik, ağırbaşlılık, ikna edicilik, nezaketli üslup ve samimilik ilkelerinden hareketle görüşlerini ortaya koymaları gerekir.
Ama Türkiye’de böyle olmuyor. TBMM’de vahim iddialar altında kalarak istifa etmek zorunda kalan bakanlar öfkeli, hırçın, saldırgan ve itham edici tavırlarıyla adeta savunma değil saptırma yaptılar. İstifa eden bakanların haklarındaki iddialarla ilgili olarak soruşturma komisyonu kurulmasına ilişkin görüşmelerin bu yönü çok daha önemliydi.
Meclis televizyonunun açık olduğu saatler, aylarca tartışılan rüşvet ve yolsuzluk iddiaları, ithamları ve suçlamalarına cevap verilmesi için bulunmaz fırsattı. Halktan saklayacak, gizleyecek ya da kaçıracak bir şeyleri olmayanlar bu fırsatı kullanarak kendilerine atıldığını düşündükleri iftiraları çürütürlerdi.
İktidar partisi rüşvet iddialarıyla ilgili soruşturma komisyonu kurulmasına ilişkin tartışmaları meclis televizyonunun kapalı olduğu ve yasama faaliyetlerinin yapılmadığı pazartesi gününe denk getirmesi her şeyi açıklamaktadır. Bunun bir tek nedeni vardır. O da iktidar partisinin geniş kitlelerin rüşvet ve yolsuzlukla ilgili olarak TBMM’de konuşulanları duymasını istememiş olmasıdır!
Yolsuzluk ve rüşvet iddiaları yüzünden istifa etmek zorunda kalan bakanlarla ilgili olarak soruşturma komisyonu kurulması ise zevahiri kurtarmaya yöneliktir. Bu komisyonda iktidar partisi çoğunluktadır. Kararlar çoğunluğun iradesiyle alınacaktır. Daha şimdiden komisyonun bir AKlama komisyonu olacağı bellidir. Bu haliyle kurulacak olan, soruşturma komisyonu değil savuşturma komisyonu olacaktır.
AKP “güç bende” diyor. Yolsuzluk ve rüşvet iddialarıyla ilgili olarak kurulan komisyondan ‘benim istediğimi bir sonuç çıkmayacak’ mesajını yandaşlarına veriyor.
Rüşvet ile ilgili iddialar söz konusu olunca tam iki bin yüz yıl önce bir kraldan rüşvet aldığı iddiasıyla soruşturma geçiren Roma’lı Scaurus’un hikâyesi akla gelmektedir. Bu hikâye dünden bugüne rüşvet konusundaki yargılamalarda çok fazla bir şeyin değişmediğini göstermektedir.
Hikâye şöyledir: M.Ö 90’da Roma’da önde gelen senatörlerden olan Scaurus, düşman krallardan birinden rüşvet almakla suçlanmıştı. Bu davaya savcılık yapan kişi ise sıradan bir adam olan Severus’tu.
Severus, halka şu soruyu sorar; Savcı Severus, senatör Scarus’un bir kraldan rüşvet aldığını ve bu yüzden Roma halkının imperiumuna ihanet ettiğini iddia ediyor. Scarus ise bunu inkar ediyor. Kime inanmayı tercih edersiniz? Buna halk ‘Scarus’a inanırız’ cevabını verir. Bunun üzerine Severus halkın alaylı bakışları altında mahkemeden ayrılır ve dava da düşer.