Topluma hizmet etmenin sonsuz denecek kadar yolu vardır. Siyaset topluma hizmet etmenin en önemlisidir ama tek yolu da değildir. Sonuçta siyaset amaç değil topluma hizmet aracıdır.
Topluma hizmetle sorumlu olan siyasetin topluma inanç, mezhep, ahlak, değer, ideoloji dayatmaları amaç dışına çıkmaları anlamına gelir. Kâr ticaretin, hak/batıl inancın, iyi/kötü ahlakın konusudur. Devlet işlerini düzenleme ve yönetme ise siyasetin konusudur.
Türkiye’deki siyasetin bir yanı “ben varsam kahraman yoksam hain”, öbür taraf ise “ben varsam demokrasi yoksam diktatörlük vardır”, demesi yanlıştır. Gelişmemiş toplumlarda ancak siyaset “hak/batıl”, “hain/kahraman”, “demokrasi/diktatörlük” sorunu olarak pazarlanır.
Siyaseti bir arz ya da garaz sorunu olarak algılamak hem yanlış hem de arkaik bir yaklaşımdır. Buna değineceğiz.
Türkiye’deki siyasi algının kökenlerini Augustinus, beşinci yüzyılda devleti “yeryüzü devleti” ve gökyüzü “Tanrı Devleti” olarak ikiye ayırmasında görmek mümkündür. Ona göre yeryüzü devleti geçici olup “Şeytanın Krallığı”dır. Tanrı devleti ise kalıcı olup ilahidir. Eninde sonunda gökyüzü devleti galip gelecektir.
Türkiye’de siyaset bu arkaik mantığa göre ele alınmaktadır. Türkiye’de siyaset iktidar mantığına göre mutlak doğrularla mutlak yanlışların, hakla batılın mücadelesi şeklinde yapılıyor. Taraftarları liderlerine “dokunmanın ibadet”, partilerine “verilecek desteğin, kıyamet gününün beraat belgesi”, liderlerinin “yaratıcının vasıflarına sahip” olduğunu itiraf etmeleri, yaptıklarının siyaset değil inanç pazarlaması olduğu anlamına gelir.
İktidar Tanrısal devleti yeryüzüne indirdiğini, muhalefet ise tam tersi kendilerinin gökyüzü devletini yeryüzüne indireceklerini adaleti, insan haklarını, demokrasiyi, eşitliği, adil paylaşımı sağlayacaklarını, yoksulluğu ve yolsuzluğu yok edeceklerini savunuyorlar. Ancak bunu nasıl gerçekleştireceklerini somut ve ikna edici biçimde ortaya koymuş değiller. Siyaseti bu sığ alandan çıkarmak gerekir.
İktidarı ve muhalefetiyle gurup toplantıları demokrasi, adalet, eşitlik, insan hakları, hukukun üstünlüğüne kendisini adamış siyasetçilerle doludur. Bütün siyasi partiler Gökyüzü devletini yeryüzüne indirmeye yemin etmiş gibi bir yaklaşım içindedirler. Sanırsınız ki etrafta cehaletin gırtlağına bilimin yumruğunu indirmeye hazır siyasetçiler bekliyor.
Hâlbuki durum böyle değildir. Herkes durduğu yeri ve kendi savunduğu siyaseti ülke için tek doğru ve tek çıkış yolu olduğunu; karşıt siyasi düşünceleri de çok kötü, çok yanlış ve çok haince olduğunu propaganda etmeye siyaset diyor. Kendisini hak kendi dışındaki her türlü düşünceyi batıl sayan bir anlayış siyasetin öznesi olmuş durumdadır.
Gelinen süreçte siyaset zenginlik, statü ve güç elde etmenin aracı haline gelmiştir. Dahası halka hizmet için iktidar ile muhalif siyasetçiler birbirlerinin elini bile sıkmıyor, selam vermiyor, bir masanın etrafından oturup ülke sorunlarını konuşamıyor.
Bu Türkiye’de siyasilerin siyaseti siyasetten ibaret görmediğini gösteriyor. Kimileri siyaseti “Günah işleme”, kimisi “devlet yıkma” kimisi de “sebepsiz zenginleşme” özgürlüğü olarak görüyor. Bu yaklaşımlar yanlıştır.
Siyaset karşıtlara garaz etme meselesi olarak değil bir arz meselesi olarak ele alınmalıdır. Siyaset, Türkiye’de yapıldığı gibi kendini hak ilan etme ya da rakibi yok etme, şeytanlaştırma meselesi değildir. Devlete ve millete garaz etme de siyasetin konusu değildir.
Medeni toplumlarda siyaset bir arz meselesidir. Halkın ve ülkenin meseleleriyle ilgili konularda siyasiler yapacaklarını, öncelik verecekleri konuları ve sorunları nasıl çözeceklerini topluma arz ederler. Bu arzlar toplumda kabul görürse o siyasi partiye halk iktidarı verir. Rakibe garaz ederek yapılan siyaset değil ihanettir. Kime mi? Demokrasiye…
Sanırsınız ki iktidar ile muhalefet arasında kan davası var.
Söylemde halka hizmet etmenin, gerçekte çıkarını maksimum kılmanın etkili yolu olarak siyaset kullanılmaktadır.