Konfüçyüs’a atfedilen sözde toplumlar için en tehlikeli 3 durum, akıllı insanların duygusuz, duygulu insanların etkisiz, etkili insanların da akılsız oluşu söylenir. Günümüzde hep vurgulanan devlet yönetiminde liyakat, ehliyet eksikliğinin 2500 yıl önceki ifadesi gibidir. Buradaki ‘duygu‘ kelimesi yerine ahlakı koyarak güncellemek daha doğru olur. Kim bilir belki dünyadaki diğer toplumlarda az ya da çok durum böyle. Ama bizde çok yaygınlaşan ve artık normalleşme mesabesinde kanaatimce. Örneğin, sahteliği mahkeme kararıyla kesinleşen diplomanın sahibi bir devlet adamı (!) utanma yerine, pişkince inkâr ile ne kadar yerli milli olduğunu ispat derdinde. Vak’a bireysel olsa hadi neyse de ne yazık ki binlercesi var böyle. O yüzdendir ki toplumun her kademesinde yaygınlaşan ahlaksızlık artık ayıplanan bir durum değil bu ülkede.
Ortak değerlerin siyasette hunharca kullanılıp içlerinin boşaltılması sonucunda gelinen nokta, derin bir çürüme. Siyasi arenada tüm fikirler/ideolojiler adeta mutasyona uğramış, başkalaşmış, özünden uzaklaşmış vaziyette. Milliyetçilik çok parçalı ve kendi içinde kavgalı, siyasal İslamcılık dinden uzak modern müşrik, hurafeci tarikat ve cemaatlerin önderliğinde, devrimcilik gardrop düzeyinde yenilikçi ve halkçılık da hala elitistlerin kontrolünde. Hiçbirinin asıl gündeminde ne yazık ki demokratik hukuk devleti, çoğulcu katılımcı demokrasi, adaletli yönetim yok. İsnat ve iddialar kimden geliyor kime yöneliyora bakılıyor önce. Bizim mahalle, öteki mahalle, karşı mahalle ekseninde yan tutuluyor. Kimin ya da hangi tarafın haklı olduğuna hiç bakılmıyor. Bu bağlamda toplum kesimleri arasında çok fark kalmıyor. Gettolaşan siyasi mahallelerde değerleri kaybolan her kesim içten içe çürüyor.
Çok partili siyasi yaşama geçtiğimiz seçimlerin sloganı “yeter söz milletin” olsa da yönetimde söz bir türlü halkın olamıyor. Yaygın anlayış ve ne yazık ki halkın kabulüne göre, bu ülkede siyaset kamu eliyle kaynakları kontrol, sahiplenme ve üleşme mekanizması olmaya devam ediyor. Yeter söz milletindir diye geldiği 10 yıllık iktidarın, akılda kalan icraatları, dışa bağımlılığı kökleştiren tarımda makinalaşma ile evlerinde doğal sütten bol bir şey olmayan köy çocuklarına süt tozu dağıtma. Son dönemde aynı bilinçaltına hitapla milletin adamı sloganıyla gelinen uzun iktidarının sonunda toplumun çoğunluğu için açlık büyük dert, kıtlık da kapıda. Bu paradoksal retoriğin devamıyla gelinen nokta her alanda çürümüşlük oldu.
Elbette ki bu düzenin devamında birinci derecede siyaset esnafının yönetimi de halkın hiç mi kabahati yok bu mevzuda? Adamını bul, yolunu bul, paranın açamayacağı kapı yoktur gibi özünde haksızlık içeren darbı mesellerden beslenenlerin seçimleri etkili olmuyor mu bu sonuçta? Canı yandığında avazı çıktığı kadar adaletsizlikten şikâyet edenlerin hak ve hukuka inanç ve saygıları ne kadar mesela? Bunlar adaleti sadece kendileri için isterler, başkaları onların umurunda değildir. Makam-mevki, mülk-emlak, ihale- kaynak, mama-cukka babından hak etmediği bir kamu menfaatine asla itiraz etmezler. Müstahak olmadığına ulaşmak ve kavuşmak için de kanun, kural dinlemezler, akıllarına ahlakı da hiç getirmezler. Hal böyle olunca bu tür haksız taleplerine karşılık alamayacaklarını düşündükleri dürüst siyasetçiyi seçmez, göreve de getirmezler. Tahterevalli misali karşılıklı beslenen bir hale gelen çürüme daha da derinleşir.
İşin hakikatini anlamakta, kavramakta pasif direnenler, bütün kötülüklerin anası saydıkları mevcut sistemi, yani anayasal düzeni değiştirince her şeyin düzeleceğini sanırlar, en azından topluma böyle anlatırlar. Eski yeni (ki bunlar CB hükumet sistemine geçmemize oy ve destek verenler) muhalefet parti sözcüleri, çoğunluk baro başkanları, her kesimden hukuki yorumcular, kafa yorucular, anayasayı değiştirince hukuk devletinin kendiliğinden ve derhal kurulacağını zannederler ve canhıraş savunurlar.
Unutmayalım ki, kötü kanun iyi uygulayıcı elinde iyi, iyi kanun kötü uygulayıcı elinde kötüdür. Bu kuralsız sistemde bile istendiğinde adil bir yönetim icrası pekâlâ mümkündür. Sorun sistemden daha çok zihniyet değişikliğidir. Siyaset ve yönetici sınıf bunu istemekte ve buna hazır mıdır? Bu konuda konuşmak anlaşmak ve uzlaşmak gerekir. Bunun için evvela çoğulcu, katılımcı demokratik hukuk devleti çerçevesinin çizilmesi, temel kabuller ve değerler mutabakatı lazım gelir. Türkiye’de en çok da hukuk ve adalet anlayışı temelli bir ahlak ve kültür sorunumuz var. Son dönem yargı-yürütme uygulaması itibariyle sürekli kötüleşerek diğer alanlar gibi her geçen gün çürüyor, yargının itibarı yerlerde sürünüyor.
Demokrasinin temel unsuru olan hukuk devleti ancak ve ancak yargı bağımsızlığıyla mümkündür. Tüm değerlerin içi boşalmış bir ülkede ahlaken çürümüş geniş kütlelerin uyacağı hukuki ilkeler zamanla yok olur. Bu noktada birey, toplum ve yönetimleri hukuk dairesine çekecek ve orada kalmaya zorlayacak olan bağımsız yargıdır. Sistemin sigortası ve bireyin teminatı olan yargı adaletli yönetilen devletin de koruyucusudur. Bugün için her kesimde buna olan inanç ne kadar? Geçim derdine düşmüş halkımız bunu ne ölçüde talep eder? Düşünülmesi ve üzerinde kafa yorulması gereken nokta budur.
Kim bilir belki de işe devlet nedir sorusuyla başlayıp, olması gereken gerçekliğinde anlaşmak ve uzlaşmak icap eder. Aksi halde yönetimde yağma, toplumda da ahlaki çürüme devam eder. “Siyasette ahlak, yönetimde adalet” ilkeli bir toplumsal düzene geçmek hepimizin yararınadır ve her kesimin amacı olmalıdır.