“Portekiz’i üç ‘F’ ile yönettim; futbol, fado –Portekiz halk şarkıları-, ve fiesta…”
António De Oliveira Salazar
Futbol, insanoğlunun eski zamanlarından beri var olan, ruhi ve bedenî deşarj olma ihtiyacı ve istencinin dışavurumu olan bir spor organizasyonu şeklinde, dünya üzerinde kendisine hatırı sayılır bir mevki edinmiştir. Resmi olarak patent ve têlifini alan Britanya İmparatorluğundan çok daha önce; bizim atalarımızın da, Divan-ı Lügatit Türk’te ‘tepük’ olarak rivayet edildiği gibi, topla oynanan bir ayak oyunu olan bu spor dalını icra ettikleri vâkidir. Kayıtlı dünya tarihinden münezzeh bir şekilde futbolun köklerinin çok eski zamanlarda olduğu bir gerçekliktir.
İngiltere’de modern futbolun ortaya çıkışı ise, endüstriyel kapitalizmin geliştiği döneme rastlamaktadır. Futbol oyununa kurallar konulması, kapitalizmin gelişim sürecine paralel olarak gerçekleşmiştir. 1845 yılında futbol kuralları, ilk kez İngiliz Rugby Okulu tarafından yazılı olarak belirlenmiştir. Böylece futbol müsabakalarında, oyun alanlarına iğne ya da demir parçalarının atılmasının önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Rugby Okulu’nun futbola koyduğu kuralların benzerleri, 1849 yılında bu okulun en büyük rakibi olan Eton Okulu tarafından belirlenmiştir. Eton Okulu, futbolda “elle müdahale”yi yasaklamıştır. Böylece futbolda, sportif davranma, rasyonellik, kurallara bağlılık ve niteliklilik konularında önemli adımlar atılmıştır.[1] Bu şekilde ekonomi-politik-toplumsal süreçlere paralel olarak pek çok yönden ‘şekil ve esası’ değişen bu oyunun oynanmasında ve rağbet bulmasında, hâlâ bir rahatlama-mutlu olma- gündelik dertlerden ve sıkıntılardan uzaklaşma amacının olduğu ve günümüze kadar taşındığı görülmektedir. Saydığımız ‘anti-depresan’ özellikleri yanında futbol, gerçekten insanlar nazarında büyüsel özelliklere sahip bir spor dalı haline gelmiştir ve bu özellikleri kullanılarak -akılcılaştırılarak- günümüzün düzeninde kapitalist bir işletme haline getirilmiştir. Kısaca, futbolu masumca oynanan bir oyun olmaktan çok, seyredilen ya da izlenen bir kapitalist etkinlik haline getiren şey, modern bireyin özlemlerine ve pek tabii ki arkaiklerine seslenen büyülü atmosferidir. Futbol karakteristik özellikleriyle kentli bir spor haline gelmiştir. Kentlerin, kapitalist ekonominin şekillendirdiği modern hayatın görünürdeki en önemli yaratımları olduğu bilinmektedir.[2] Bunun için boşalmış köylerin ve daha küçük yerleşim birimlerinin aksine futbol, kentli yaşamın bir vazgeçilmezi, kişisel yoksunlukların ve problemlerin unutulduğu bir ‘yığın’ alışkanlığıdır. İnsanların zaaflarından ve alışkanlıklarından para kazanmayı, ya da insanlara yeni alışkanlıklar ‘satmayı’ kutsal bir görev bilen sermaye merkezleri, kimi zaman insanların hayallerine tahakküm eden bir sistem dayatmakta asla beis görmemekte, hatta bunu son derece meşru addedilen kanallarla yapmaktadırlar. Gelinen noktada futbol pazarındaki pasta devasa boyutlara ulaşmış bulunmaktadır. Günümüzde 250 milyar dolarlık futbol endüstrisinin varlığı dillendirilmektedir.[3]
Taraftarlarca tamamen sâfiyane hisler, ‘son derece fıtri’ bir duygusallık ve aidiyetin tezahürü olan bu duygusallık, para kazanmak isteyen çevreler için sermayelerinin asıl kaynağını teşkil etmektedir.
Kapitalistleşen Futbol Takımları ve Kapitalist Futbol Bürokrasisi:
Eskiden, yetenek ve emek ölçüsünde başarının kutsandığı bir spor dalı olan, yani; ülke milli takımlarının ‘uçak bileti bulmadıkları için Dünya kupalarına gidemedikleri’ zamanlarda futbol, gerçekten hoş bir sportif etkinlik olarak durmaktaydı. Günümüzde kapitalizmin, hızla gelişen teknolojik imkânları kullanması, gerçek bir duygusal aidiyet kazandırmaktan ve sportif bir etkinlik olmaktan öte, bir ticarethane haline getirdiği futbol takımlarının kazanımlarına ve girişimlerine baktığımız zaman, andığımız şekilde ‘futbolun sadece futbol olmadığına’ ve o eski saf haliyle kalmadığına şahit olmaktayız. Bizim yakındığımız ve yadsıdığımız ana husus; kulüplerin, futbolun duygusal büyüsünün temsil ettiği “duygusal sermayeyi” kullanıp, ‘karnını kaşıyan’ kapitalist odaklar haline gelmesidir. Günümüz futbol dünyasının en zengin kulüplerinden olan birkaç kulübün tarihsel anlamda kapitalizmle nasıl kol kola girdiği aşağıda vereceğimiz birkaç örnekle daha açık bir hale getirilebilir. İngiltere’nin köklü kulüplerinden F.C Manchester United’ı 1995 yılında Malcolm Glazer’in 192 milyon dolara satın almasına kadar futbol hayatına sıradan bir futbol kulübü olarak devam eden takım, mülkiyet devir-tesliminden sonra şahlanmış ve dünyaya futbol anlamında “dur” diyen bir kulüp haline gelmiştir. Kurulduğu yıl olan 1878’den 1995’e kadar 10 kez Premier lig şampiyonluğu bulunan kulüp, bu tarihten sonraki 14 yıl içersinde karnesine 9 şampiyonluk katmıştır. Hayli zengin olan yeni sahibin, bu kısa tırmanıştaki etkisi analiz edileceği zaman, kapitalizmin sunduğu imkânlar göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür. Yine aynı şekilde Roman Abramovich’in 2003 yılında F.C Chelsea kulübünü satın alması ve o zamandan bu yana toplamı 500 milyon avroya varan futbolcu alımları yapması, İngiltere ve Avrupa futbolu adına bir fırsat eşitsizliği yaratmıştır. Abramoviç’in ödediği kabarık futbolcu faturaları, transfer piyasasında yalnızca zenginlerin at koşturabileceği bir düzen inşa etmiştir. Bu yeni yaklaşımlar, mali olarak “büyük” kulüplerin daha da büyümesine ve küçük kulüplerin ise daha fazla küçülmesine, dolayısıyla sportif başarılara ket vuran uluslararası bir futbol düzeninin oluşmasına sebep olmuştur. Premier lig takımlarının bu şekilde hızlandırdığı ve aralarına Real Madrid, Barcelona, A.C. Milan gibi Latin Avrupalı kulüplerin katılmasıyla endüstriyel futbol ete kemiğe bürünmüştür. Ülkemizde neden sadece Bursaspor’un Anadolu kulüpleri arasından sıyrılıp ‘tek şampiyon Anadolu takımı’ olduğu problemi burada aranmalıdır.
Kapitalist düzenin gerektirdiği şekilde kurumsallaşan kulüplerden Manchester United Genel Müdürü(!) Peter Kenyon’un, bir röportaj sırasında kendisinin de yakındığı şekliyle ‘ticarethane’ haline gelen Futbol endüstrisine kendi takımı üzerinden bir eleştiri getirmesi kapitalist bir kulübün özeleştirisi olarak gerçekten çok önemlidir: “Sorun, bir futbol kulübü olarak mı, yoksa artık küreselleşmiş bir sporda dünya çapında tanınan uluslararası bir marka olarak mı algılandığımızı bilmektir." [4] –Kenyon, şimdilerde F.C Chelsea kulübünün CEO’su, bu röportajı verdiği zaman Manchester yöneticisi idi.- Burada Kenyon’un futbolun ihtişamının finansörü olan ‘düzen’e karşı çıkma gibi bir yaklaşımı söz konusu değil, tam aksine, kapitalist bir figür ve kurmay olarak görev alanının fluluğundan ve belirsizliğinden yakınma hali mevcut. Çünkü O; Manchester sermayesinin daha işlevsel hale gelmesinin mi, yoksa futbolun romantizmi içinde seyreden bir takım mı istendiğinin netleşmesini ve işini yapmak istiyor.
Yöneticilerince tüm bu mali beklentiler ve finansal yaklaşımlar belirlenirken; İngiliz holiganizminin ateşli gruplarından Manchester taraftarları, maçların öncesinde ve sonrasında tuhaf bir aidiyet ve romantizmin dışa vurduğu faşizanlıkla, rakip takımların taraftarlarıyla ölümüne kavga edip kendilerince ‘taraftar olmaklık’ın getirdiği aidiyet gururlarını yüceltiyorlar. Bu durum insani bir psikolojinin çıktısı olsa da, kulüp yöneticileri ve siyasi güç odaklarının gözü bu yığınları kendi amaç ve istekleri doğrultusunda kullanma temayülüyle hep bu yığınlar üzerinde olmuştur. Portekiz diktatörü Salazar’ın yukarıdaki ifadesi yığınların kontrolü için futbolun ne denli güçlü ve önemli bir ‘enstrüman’ olduğunu açık bir şekilde gösteriyor. Örneğin, 1998 Dünya Kupasını kazandıktan sonra Fransa’da bir milyon kişi sokaklara çıkmıştır. Bu 1944’de Paris’in Nazi işgalinden kurtulmasının ardından yapılan gösterilerden beri gerçekleşen en büyük kutlamaydı. 1989’da anti-bürokratik sloganlarla 1 milyon insanın doldurduğu Tiananmen meydanını, yine Çin’in Umman’ı 1–0 yenerek Dünya Kupası’na katılmaya hak kazanmasının ardından 500.000 kişi doldurdu.[5] Kısacası futbol, dünyanın her yerinde kitleler üzerindeki etkisi ölçüsünde, siyasetçilerin ve patronların gözlerini diktikleri bir alan. Bu alanı kontrol edebilmek ve bu alan üzerinden pazar bulabilmek için, kendi bürokratik kanallarını her zaman içeride tutmak bu insanlar için oldukça önemli. Bu sebeple iktidarlar, oldukça geniş bir yelpazede kitlesel gücü olan futbolu iktidarlarının hep bir aracı olarak kullanmışlardır. Bu tür yaklaşımlar bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de kullanılmıştır ve halen de kullanılmaktadır. Örneğin; 12 Eylül’ün getirdiği sessizliğin atlatılması ve gençliğin siyasi düşüncelerden, dolayısıyla anarşi ve terörist eğilimlerden uzak tutulması amaç ve arzusu ile Türkiye’de de 12 Eylül 1980 sonrasında futbol, gençleri terörden ve ‘her türlü zararlı alışkanlıklardan’ uzaklaştırmak için kullanılmıştır.[6] Ülkemizin küresel emperyalist sisteme entegrasyonu konusunda en büyük payın sahibi olan o zamanın yöneticileri; yeni Marksistlerin iddia ettikleri gibi gerçekten futbolu, Marks’ın deyimine atıfla, kitleleri ‘afyonkeş’ hale getirip ‘mankurtlaştırmak’ için kullanmaya çalışmışlardır.
Tüm bunlar olurken futbolcuların, yaşantılarıyla ve ‘futbolculuklarıyla’ bu sistemin en önemli muzdariplerinden oldukları su götürmez bir gerçekliktir. Çünkü sistemin dişlileri daha çok onları sıkıştırıyor. Çünkü onlar; çok hızlı ve ani bir değişiklerle fiyatları bir anda tavan veya taban yapabilen, dolayısıyla sistemin en önemli metası haline gelmiş insanlar olarak karşımızda durmaktadırlar. Mesela en basit bir örnekten yola çıkarsak; Real Madrid kulübü, henüz gençken Ronaldinho’yu “yüzü çirkin, forma satışlarımız düşer” gibi ticari bir zihniyetle almamıştır.[7] Futbol ekonomisinin yöneticileri O’nun yerine daha yakışıklı, -mesela Beckham gibi- futbolcuları alarak, güzel futbollarının yanında onların magazinel suratlarıyla da, forma ve ürün satışlarını, dolayısıyla kârlarını maksimize edebilmek için, iyi bir nesne olmaları da gerekiyor. Ünlü futbolcu Carlos Tevez’in verdiği mülakattaki yorgunluğunun sebebi, genç yaşta silinip giden futbolcuların hikâyeleri burada saklıdır.[8]
[1] Barış Kılınç, ‘Kapitalist bir etkinlik olarak futbolun büyüsü ve kahramanları’, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, Sayı 26 Kış-Bahar 2008, s. 273–289
[2] www.wienerzeitung.at
[3] Sabahattin DEVECİOĞLU, ‘Küresel ekonomik krizin futboldaki görünümü’ http://perweb.firat.edu.tr/personel/yayinlar/fua_9/9_52039.pdf
[4] Mustafa Sönmez, “Küresel-Endüstriyel Futbol ve Dört Büyükler”, http://bianet.org/biamag/bianet/69810-kuresel-endustriyel-futbol-ve-dort-buyukler
[5] Mustafa Taner, Kapitalist Dünya Kupası, http://www.iscimucadelesi.net/arsiv/dergi/uc/futbol.htm
[6] Ahmet Talimciler,‘İdeolojik bir meşrulaştırma aracı olarak spor ve spor bilimleri’, SPOR YÖNETİMİ VE BİLGİ TEKNOLOJİLERİ DERGİSİ ISSN: 1306–4371 CİLT:1 SAYI:2
[7] Tanıl Bora, Tipten Kaybetmek Var mı?, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=999939
[8] http://www.ntvspor.net/haber/dunyadan-futbol/28229/tevez-futboldan-biktim