Bakın yukarıdaki resime ve yanınızda kanepede oturan çocuklarınızın başını tekrar okşayın bir kez daha tv kanallarını zaplayın sonra çayınızı yudumlayın. Keyifle içebiliyorsanız bu yazıyı okumayın bu yazı size göre değildir.
Öyle bir zamanın içinden geçiyoruz ki ihanet bile susmaktan daha hafif çeker. Domuz sürülerinin ortasında kalakalan Suriye Türklerine (güncel bildiğimiz şekliyle Bayırbucak Türkmenlerine) öldürülmeyi beklemekten başka bir imkan sunmayanlara, Malazgirt’ten önce bölgeye yerleşmeye başlayıp da Anadolu’nun kapılarının açılmasında Alparslan’a mihmandarlık yapmış kardeşlerimizden bahsediyorum.
İlgisizliğimizden utanalım diye yazıyorum.
Türkmendağı’ndan görüştüğümüz dostumuz;[1] Suriye’de 2010-2011 yıllarında uygulamaya konulan projenin neresinde olduklarını sitemle sorguluyor ve muhatap alınmayışlarına anlam veremezken, Türkiye’nin Türkmen gardaşlarıyla arasına neden mesafe koyduğunuda anlamlandıramıyor.
Üstümüze yığılan her cümlesinin enkazına tutunarak devam ediyor; “bizim Anavatan diye bir güvencemiz vardı. Türkmenler günden güne eriyor eritiliyor. Ancak bunu yapanlar ne PYD ne DAİŞ, ne de Suriye rejimi. Ne Rusya ne İran ne de ötesi, bizi yıkıp yıldıran ilgisizliktir. Biliyoruz ki kişiler gelip geçer ancak Türkiye’de bir devlet vardır ve beklentimiz devletin bize el uzatmasıdır. Asıl mesele Ortadoğuda yüzyıllık planlar uygulamaya konurken yeni sınırlar çizilip yeni kimlikler dağıtılırken, Türkmen coğrafyasını haritadan, Türkmen kimliği tamamen demografiden silmektir. Bunun için Rusya’nın bir değil bin uçağını bile feda edilebilirler. Mesele bu kadar net ve de bu kadar da vahimdir”
Kadim bir nasihattir ki “Evvel refîk sümme’t-tarîk”(önce yol arkadaşı sonra yol) diye buyurmuş düyükler. Türkiye’de bu kadim nasihati bilen firasetli insanlar olduğuna inanıyorum.
Torunu olmakla övüne, övüne bitap düştüğümüz Osmanlı, Hac yolunun ve dahası Surre Alayı’nın güvenliğini bu Türkmenlere, Zengî’lerin bu evlatlarına emanet etmemiş miydi?
Bu gün Türkmen Dağı’nı batı dünyası ellerini ovuşturarak izliyorsa bilinki bu yiğit insanları Haçlı ordusuna katılmış dedelerinden dolayı iyi tanıdıklarındandır.
Biz tanımıyorsak Selahaddin Eyyübi’ye soralım bu yüreğini imanına teslim etmiş yol arkadaşlarının nasıl bir fetih şuuruyla donanmışlıklarını.
Özetlemek gerekirse, biz Türkiye olarak Türkmen Dağı’na Mescidi Aksa’nın mihrabına sarılır gibi sarılmak zorundayız. Bu bizim tarihe karşı şeref meselemizdir.
Ey Ümmeti Muhammed, Kudüs davası ne kadar bizim ise Türkmen Dağı davasıda o kadar bizimdir. Bayır Bucak Türkmenleridir ki, Ayasofya’da okunan Ezan-ı Muhammedinin Bab’üs Sağîr’deki türbedarıdırlar.
[1] Gazetemiz imtiyaz sahibi Feridun Yıldız’ı telefonla arayan Suriye Türkmenleri kanaat önderlerinden Hâmis El-Türkî’nin verdiği bilgilere dayanarak yazılmıştır.