Türk halkı 12 Haziran’da sandıklara giderek 24. Dönem meclisini şekillendirmiş oldu. Türkiye’de seçimlerin geçmişine bakılınca sonucu önceden bilinen nadir seçimlerden bir tanesinin hep beraber yaşanıldığına şahit olduk.
Mecliste dört partinin olacağı, galiplerin ve mağlupların kimler olacağı evvelden biliniyordu. Üstüne üstlük partilerin propagandaları tahlil edilecek olursa sonuçları önceden kabullenmiş içerikte oldukları görülebilir.
O halde tahminleri yanıltmayan bir seçim için ne söylenilebilir… Bir defa şöyle başlamak lazım. Türkiye’nin siyaset iklimindeki en temel duruşlarından bir tanesi İktidar partisi için söylenen ’’Ben oy vermedim…’’ ile başlayan cümlenin milyonlarca kombinasyonundan oluşuyor. İktidarlar aleyhine kamuoyunun oluştuğu zamanlarda en moda girizgah olan cümlenin sosyolojik anlamlarından bir tanesi herhangi bir partiyi altyapısı olsun ya da olmasın olumsuz eleştirmek.
Sıkça duyulan sözlerden bir diğeri de ‘’Ben oy vermedim ama…’’ ile başlayan öbekler topluluğu. Bu kategoriye ise iktidarın açıktan ya da dolaylı biçimde övülmesi gereken durumlardaki yaklaşımın girdiği çok açık. AKP için düşünüldüğünde ortaya tuhaf bir tablo çıkıyor. Herkesin ‘’oy vermedim…’’ dediği bir ortamda her iki kişiden birinden oy alabilmek bildiğimiz metotlarla açıklanası bir durum değil. Tam bu noktada Türk sinemasının klişe filmlerinden Züğürt Ağa’ya gönderme yapmamak elde değil. Ağaya toplam 1 oyun çıktığı köyde korkudan herkes o oy bana ait der. Ağa köpürür: ‘’Benim oyum nerde o zaman!’’.
Şimdi şunu sormak gerek AKP’ye oy verenlerin –ki en doğal hakları- önemli bir çoğunluğu neden bunu açıkça söylemiyorlar? Kazanan tarafta olma isteği ile tüm diğerlerinin ‘’Ben de oy verdim’’ demesi gereken ortamda tam tersi durumun yaşanması Suskunluk Sarmalının tersine işlediğini gösterse gerek. Öte yandan CHP’nin gerçek kazananın kendisi olduğunu söylemesi de ilginç. Çünkü bir önceki seçime katılımla bu seçime katılım karşılaştırıldığında ve ilk kez oy verenler de hesaba katıldığında çok büyük başarıdan bahsetmemiz güçleşiyor. Başarının bir önceki seçime göre yükselme olarak değerlendirildiği düşünüldüğünde birkaç seçim sonrası için kesin konuşabilmek gerekir. Bu durumda CHP kanadında eski seçimlerde sık tekrarlanan kendi yalanına düşme sendromu tekrar yaşanıyor olsa gerek. Oysa potansiyeli ve alabileceği oy ile sırası saptanabilmiş bir partinin iktidara ciddi rakip olacağı seçim –ki son haliyle arada ciddi fark var- beklenmeli. Keza Kılıçdaroğlu ‘’Eylül ayında seçim startını veriyoruz ‘’ diyerek görüşümüzü destekler nitelikte konuştu.
Üçüncü sırada yer alan MHP için baraj hesapları yapanlar da oldu elbette ama parti kaset skandallarının gölgesinde bir önceki seçime yakın bir sonuçla meclise girdi. Partiye oy verenler sonuçtan memnun değiller ancak partinin kurmay kadrosuna bakılınca işler yolundaymış gibi görünüyor. Aradaki görüş farkı elit-kitle çatışmasına dayandırılırsa ideoloji-politika ekseninde yararlı saptamalara varılabilir. BDP ve bağımsız vekilleri için denilecek çok şey yok. Seçim sisteminin açıklıklarını oran- temsil terazisinde gayet iyi kullanıyorlar. Bu sayede söylemlerinde hep yer alan ‘halkın iradesi’ ifadesi hakikaten tüm halkın iradesine dayanan partilerden ironik bir biçimde çok daha efektif hale gelebiliyor. Bir son söz de Türk halkının oy tercihleri için söylemek gerek. Somut politika üreten dirençli bir lider duruşu halkın güç istencini tek başına açıklayabilecek kadar yeterli gibi görünüyor. Ve yine öyle görünüyor ki gerçekten yarışmak isteyenler -kazandığı hemen her yerde net kazanmış, kaybettiği yerlerde ise mutlaka potada yer alan bir görüşü- çok somut biçimde değerlendirmek zorunda kalacak…