Sayın Kezban Hatemi,
Sizin “Âkil adamlar” ile birlikte bir “Âkile” olarak fotoğrafınızı gazetede gördüm; boynunuzda poşu, yanınızda Mahçupyan vardı.
Halkı bölünmeye ikna etmek için çıktığınız gezide (masraflar bizden ödeniyormuş, doğru mu? Bugün gelen bir iletide gördüm, aylığınız 42bin lira gibi bir rakamdı ve haberi yollayan da “gözlerine, dizlerine dursun” diye beddua ederek yollamıştı) ner’deyse, daha yolun başında, halkımız sizleri ikna edecek…
Sayın Hatemi,
Saygıdeğer eşiniz bir birlikteliğimizde bana çok güzel bir felsefesini taşımıştı, “ hayatta itaat et, rahat et” demişti. Bu sözünü çok önemsemişimdir ama bilirsiniz, “taş yerinde ağırdır”. Evinizin içinde kendisi bu felsefeyi uygulayarak rahat ediyordur ama bunun olumsuz yanı, sizi buna alıştırmış olması! Yani sizi herkesten size karşı, “itaat et, rahat et” davranışını bekler duruma getirmiş olması?
İşte bu olmaz, olmayacak da…Zaten olmuyor da, görüyor, yaşıyorsunuz: Gittiğiniz bölgelerde otellerinizden, kapalı mekânlarınızdan dışarı adım attırmıyorlar sizlere. Türk bayrağını öperek oralardan ancak çekip gidebiliyorsunuz. Neden? Çünkü halkımız artık uyandı, eskisi gibi değil. Sizlere geçit vermiyor. Moralleriniz bozukmuş, geri dönmeye karar vermişsiniz ama sizleri bu işe salandan –haklı olarak- korkuyor, Bekir Coşkun’un pek de hoş olmayan benzetmesindeki gibi, “mayın eşeği” olarak ortalarda bir yerlerde kalakalmış bekliyormuşsunuz.
Umarım, isminiz ile müsemma olmazsınız!
Esenlikler,
Lâle Gürman