Emirhan Durmaz
14 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği Seçimleri’nin üzerinden bir haftayı aşkın bir süre geçti. Muhalif bloğun parlamentoda çoğunluğu sağlayamadığı seçimin ilk turunda cumhurbaşkanı adayları ise kesin zaferi ifade eden yüzde 50+1 oy oranına ulaşamadılar. Bu nedenle ikinci tura kalan seçimlerin akabinde sonuçlara ilişkin birçok değerlendirme yapıldı, analizler ve izlenimler yazıldı. Ancak sosyal alana dair çıkarımları yalnızca sandık oranları üzerinden nicel karşılaştırmalar ile yapmak mümkün değildir. Toplumsal tutum ve eğilimleri daha derinlemesine tespit etmek birebir etkileşimi, nitel görüşme ve teknikleri zorunlu kılar. Bu noktadan hareketle seçimlerde Erdoğan’ı ve Cumhur İttifakı’nı destekleyen, Oğan’ı destekleyen ve 2018 seçimlerinde Erdoğan’ı desteklemiş olup 2023 seçimlerinde ise Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyen kişilerle görüşerek bu kişilerin oy verme pratiklerinde etkili olan temel faktörlere dair izlenimlerimi kaleme alma gereği duydum.
‘ENFLASYONDAN HER YER BÜYÜK ŞEHİRLER KADAR ETKİLENMEDİ’
Enflasyonist ortam değişim için yeterli değil miydi? Sanırım bu soruya bir başka soruyla yanıt vermek yerinde olacaktır: Enflasyonun etkileri tüm Türkiye’de aynı oranda mı hissedilmektedir? Bu konuda şunu söylemeliyim ki, saha yanılmadı. Kilis 7 Aralık Üniversitesi’nde öğrenim görmekte olan bir öğrenci ile seçimlere yakın bir tarihte sohbet ettiğimizde İzmir’de hissedilen enflasyon ile Kilis’te hissedilenin aynı olmadığını şu sözlerle ifade ediyordu: “Siz İzmir’de bir döner ayran sipariş ettiğinizde 80 lira ödüyorsunuz. Kilis’te dürüm ayran 35-40 lira dolayında. İzmir’de 7-8 bin liradan aşağı kira yok, Kilis’te 3+1 evler ortalama 3-4 bin lira dolayında. Kamuda çalışanın aldığı 20 küsür bin lira büyük şehirlerde üç kuruş etmiyor ancak taşrada durum böyle değil”. Dolayısıyla, enflasyonun yakıcılığından her yer büyük şehirler kadar etkilenmiş değil yahut ihtiyaçlar hiyerarşisinde güvenlik-beka eksenli söylemin önüne geçecek boyuta ulaşabilmiş değil.
‘TEK ADAM REJİMİNİN TUTKALI KÜLTÜREL KİMLİK’
Erdoğan cephesi açısından rakiplerine sert eleştiriler ve suçlamalar yönelten, Kürt iradesini marjinalize eden ve LGBTİ+ bireylere yönelik ayrımcı ifadeler üreten söylemlerin ön plana çıktığı bir kampanya sürecine tanıklık ettik. Bunun nasıl bir etki yarattığına ilişkin ise 40 yaşında olan ve Sinan Oğan’ı desteklediğini ifade eden bir rent a car işletmecisinin sözleri ile yanıt verelim: “Erdoğan’ın seçilmesi halinde artık padişah olacağını düşünüyorum, o yüzden o bir seçenek değil. Ancak Kılıçdaroğlu’nun seçilse HDP desteğiyle seçileceği gayet belli, bu halde onlara taviz vermesinden çekiniyorum. Özerklik ve Apo’nun çıkarılması konuşuluyor diyorlar her yerde”. Öte yandan, aslen Ağrılı olup 30 seneye yakındır İzmir’de yaşadığını belirten bir emekli ise Erdoğan’a oy vermesinin gerekçelerini şöyle aktarıyor: “Ben torun bekliyorum. Çok şükür çocuklarımızdan öyle bir şey görmedik helal büyüttük ne de olsa, ama torunlarımız için korkuyoruz bu LGBT zıkkımından. Biz Müslümanız, dinimiz lanetliyor bu sapkınlığı. Kılıçdaroğlu’na söylemeli bunu danışmanları, herkese kalp yapmayla olmaz o iş. Bunlarla mücadele etmeyen Türk halkından karşılık bulamaz kardeşim”. Tüm açıklığıyla aktardığım seçmen eğilimleri göstermektedir ki, 21 yıllık iktidarın sahibi Erdoğan, etrafı değerler ve manevi motivasyonlar ile örülü bir kültürel kimlik inşa etmiş görünüyor. Öte yandan inşa ettiği bu kimliği birtakım milliyetçi, muhafazakâr ve mütedeyyin kodları politize ederek ve küme dışında kalan her kesimle sosyolojik yarılmaya sürükleyerek konsolide etmeyi başarabiliyor. Kendine oy vermekten imtina etmeye başlayan kesimi ise en yakın rakibinden kopararak milliyetçi kodları kullanan bir başka aday olan Sinan Oğan’da depolamayı başarmış görünüyor.
‘SOSYOLOJİK YARILMAYI DERİNLEŞTİREN MUHALİF SEÇMEN REAKSİYONU’
2018 seçimlerinde Erdoğan’ı desteklemiş olmasına karşın bu seçimlerde Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklediğini ifade eden ve özel bir eğitim kurumunda Sosyal Bilgiler öğretmenliği yapan Osman, şöyle diyor: “Ben ekonomik sebeplerle bu iktidarın değişmesini istiyorum. Ancak mesela ailemden örnek verecek olursam onlar buradan kopamıyor. Sorsan en büyük sebepleri CHP’yi itici bulmaları. Geçmişe dair hafızaları çok da temiz değil sol yönetimlere karşı. Türban meselesi falan hakkında hâlâ minnetleri sürüyor Erdoğan’a. Seçmeninin de üstenci tutumları var, oraya geçmek kolay değil Erdoğancı kesim açısından”.
Seçim sonrası beklediği tablo ile karşılaşamayan muhalif seçmenlerden her birimiz sosyal medyada George Orwell’dan alıntıyla “Zeki bir insana en büyük işkence, cahillerin tercih ettiği bir düzende yaşamaktır” yahut Ömer Hayyam’dan olduğu iddia edilen alıntıyla “İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet, müstahaktır ona her türlü zillet” paylaşımlarına sıkça rastlamışızdır. Bu hususa dair, ‘AKP, cehaletin çoğulluğundan ziyade çoğulcuların tabanı cehaletle suçlamasından güç alıyor’ demekte beis olmayacaktır. Çarpıcı bir örnekle savı güçlendirmek açısından, “Biz burada kürtaj yapıyoruz” cümleleri ile hafızalara kazınan ve sosyal medyada viral olan bir sokak röportajında muhalif teyzemizin AKP’li amcaya karşı koyma biçimini hatırlayalım: “Sen önce dişlerini fırçala”. Bu bağlamda bahse konu olgunun, sosyolojik yarılmayı derinleştiren bir yerde durduğunu ve Erdoğan’ın inşa ettiği kültürel kimliğin içerisinde barındığı mahallenin duvarlarına harç çekmekten başka bir işe yaramadığını tez elden ifade etmek gerekiyor.
‘PANZEHİR ÖRGÜTLÜLÜK’
21 yıllık iktidar ile yaratılan kültürel kimliğin salt ekranlarda yahut miting alanlarında konuşma yaparak inşa edildiği düşünülemez. Takdir edilmelidir ki, telkinin gücü bir yere kadardır. Tek adam rejiminin inşasını mümkün kılacak rıza gerek muhtarlar gerek cemaatler ve tarikatlar aracılığıyla yerelin elde tutulmasıyla ve toplumun en kılcal uçlarına dahi nüfuz edebilecek örgütlenmeler neticesinde üretilmiştir. Buradan ilerletilecek bir tahlil neticesinde; bu denli örgütlü bir yapıyla mücadelenin de sandık güvenliğinin de gerçekten müreffeh ve özgür bir yaşamın da ancak ve ancak ortak talepler etrafında bir araya gelen geniş örgütlenme ağlarıyla mümkün olabileceği gerçeğini önümüze koymak zorundayız. Sandık sonuçları ile demoralize olan ve depresyona giren herkesin mücadele enerjisinin sandıkla sınırlı olup olmadığını bir kez daha sorgulaması gerekiyor. Unutulmamalı ki, özlemi duyulan yaşamın inşası sandığa havale edilebilecek kadar kolaycı, yaşamın etken bir öznesi olmak ise böylesi edilgen bir yöntemle mümkün değildir.