Milletler tarihsel muhassalalardır. İnsanlar dini, ahlaki, insani ve idari müktesebatlarını tarihten alırlar. Zannedildiği gibi geçmiş hiç geçmez, gelecek de hiç gelmez, her şey hali hazırdadır.
Bugün bu köşeye geçmişte yaşanmış birbiriyle ilişkisiz birkaç sahneyi taşıdık. Bunu da ibret adına yaptık.
Ragıp Paşa’nın aşkı!
Şair Fitnat Hanım ile Ragıp Paşa arasında bir aşk macerası olduğu söylenir. Ragıp Paşa bir gün Fitnat Hanım’ı sokakta görüp peşine takılır. Fitnat Hanım Sultan Ahmet Meydanına gelir. Oradaki koyunların arasında karışarak iki gün sonraki kurban bayramında, kurban edilmek üzere bir koyun seçmeye başlar. Derken arkadan gelip Fitnat Hanım’a yaklaşan Paşa, “Aman efendim buralarda ne gezersiniz. Bir hizmetiniz varsa bendeniz göreyim. Der. Fitnat Hanım “Teşekkür ederim. Kurbanlık koyun alacağım” deyince Ragıp Paşa “Bu sene kulunuzu kurban ediniz, yolunuza kurban olayım” der. Fitnat Hanım: “Teşekkür ederim ama olmaz bu sene boynuzsuz kurban keseceğim” der.
I.Mahmut’un ahlakı!
I.Mahmut emrine amade olan hazineye hiç el sürmemiştir. Selefleri gibi hazineyi har vurup harman savurmamıştır. Koskoca bir imparatorluğun Padişah’ı olduğu halde boş kaldığı zamanlarda kuyumculuk yapar, bunları sattırır, kendisinin ufak tefek ihtiyaçlarını karşılardı. Yine bir gün böyle çalışırken, vezirlerden birisi: “şevketlum, milletin hazinesi sizin demektir. Niçin böyle çalışıp üç beş kuruş için kendinize zahmet edersiniz?” dediğinde, I. Mahmut “Devletin hazinesi benim değil, milletindir. Hazine, millet ihtiyacı için saklanır ve yeri gelince sarf edilir. Hazineye uzanan eller yanar. Saniyen insan olana, alın teri dökerek çalışıp kazandığı paranın zevki başkadır. Herkes alın teri ile kazansa, hem paranın kıymetini bilir, hem de millet zengin olur” der.
Koca Ragıp Paşa’nın rüşveti!
Koca Ragıp Paşa Sadrazam iken yalısında bulunan devlet ricaline: “Samimi söyleyiniz, içinizde rüşvet almayan var mı?” diye sorunca oradakiler yemin billah ederek sadrazamı, rüşvet almadıklarına inandırmaya çalışırlar.
O sırada meşhur şair Haşmet de bir kenara çekilmiş, sessizce duruyordu. Paşa, Haşmet’e “sen Rumeli’de bir hayli mansıpta bulundun. Yemin edemediğine bakılırsa rüşvet almışsın demektir.” Der.
Haşmet: “Devletlü, İslamiyet’te yalan yemin edenler çatlar diye bir itikat vardır. Şimdi yemin eden şu efendilere bakıyorum, çatlamazlarsa, ben de yemin edeceğim.” Der.
Abdi Efendi’nin savunması!
Baba Tahir, Tiyatrocu “Abdi Efendi” merhumu aleyhine bir dava açar. Davanın konusu darptır. Duruşmada Baba Tahir ile Abdi Efendi birliktedirler.
Tahir Bey davasını şöyle anlatır; “Kuşdili Tiyatrosu’nun önünden geçiyordum, baktım ki Abdi Efendi ustalarla kavga ediyor, biraz nasihat edecek oldum, fevkalade kızdı, bir eli ile beni ve bir eli ile tiyatro direğini tuttu yumruklamaya başladı”.
Abdi Efendi bu iddiaya karşı kendisini şöyle savunur; “Bir elimle ağacı ve diğer elimle kendisini tutmuşum, kendisini yumruklamak için üç elim olması lazım gelir. Bakınız benim elim iki değil mi?”
Reis dudaklarını ısırarak sükûnete davet edince bu defa Tahir Bey ayağa kalkarak;
“Reis Bey hasmım esas itibariyle darp vakasını inkâr etmiyor, ancak benim tarifime itiraz ediyor” der.
Buna karşı Abdi Efendi: “Reis Bey, bu adamın sözlerine dikkat buyurunuz bendeniz böyle dayak atmanın imkânsızlığını arz ettim” der.
Bunun üzerine Tahir Bey: Reis Bey, bendeniz saye-i şahanede ula sanisi ashabındanım “Bu adam” tabiri ile huzurunuzda beni tahrik etti” der.
Buna karşı Abdi Efendi “Reis Bey, Bendeniz bunu adam zannediyordum meğerse “Saadetlü Beyefendi’ymiş”. Der.
Reis bu durumda gülerek celseyi kapatır.