CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na Ankara’nın Çubuk ilçesinde çok vahim bir linç girişimi olmuştu. Devam eden süreçte Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ dahil bir çok gazeteci ve siyasetçiye organize saldırılar gerçekleştirildi. Son olarak da İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e, Rize’de provokatif bir saldırı gerçekleştirildi.
Yaşananlar muhalefetin şiddet yoluyla baskı altına alınmaya ve terbiye edilmeye çalışıldığının gösterir niteliktedir. Muhalefet liderlerinin halkla buluşması, toplumla iç içe olması ve özgür ortamda siyaset yapması demokrasinin olmazsa olmaz şartıdır. Bunu sağlamak da iktidarın görevidir.
AK Parti Genel Başkanı Erdoğan, Akşener’e yönelik olarak Rize İkizdere’de gerçekleştirilen saldırı konusunda şunları söyledi: “Gayet güzel bir ders veriliyor… Yine dua et ki… Çok ileri gitmeden bir ders verdiler. Bu da Rizelinin edebini, adabını gösterir.” Daha da vahimi Sayın Erdoğan’ın kurduğu şu cümlelerdir: “Bu daha bir. Daha neler olacak neler. Daha dur bakalım bunlar iyi günler. Her şeyden önce ahde vefa diye bir şey var. Eğer ahde vefa olmazsa bu millet affetmez.”
“Bu daha bir” devamı gelecek “neler olacak neler” çünkü “ahde vefa” göstermediniz. “Bunlar daha iyi günler” daha kötüsünü yaşayacaksınız çok tehlikeli ifadelerdir. Bu sözlerin ne anlama geldiğini daha doğrusu bu sözlerle AK Parti Genel Başkanının neyi kast ettiğini kamuoyuna açıklanması gerekir.
Demokrasilerde vatandaş dersi sandıkta verir. Demokrasi iktidarın kansız ve kavgasızı devredilmesi için vardır. Hiçbir şart altında siyaset şiddeti ve zorbalığı doğal göremez, teşvik ve tahrik anlamına gelen sözler edemez. Nitekim bu sözler sonrası birilerinin durumdan vazife çıkarmayacağını, bazı fırsatçıların ateşle oynayacak şekilde olayları provoke etmeyeceğini kimse garanti edemez.
Bu nedenle AK Parti genel başkanının bu sözlerinin tavzihe ihtiyacı vardır. Bu yapılmalıdır.
Türkiye şiddetten çok çekmiş bir ülkedir. Yirmi yıllık AK Parti iktidarı sonucunda siyasetin geldiği yer; kutuplaşma, ayrışma, cephelere ayrılma ve birbirini şeytanlaştırma noktasıdır.
AK Parti yöneticileri yirmi yıllık iktidarları sürecinde doğrularının tek, yönlerinin tek, bakışlarının tek doğru olduğuna inanarak geldiler. AK Partililer mutlak doğrunun, mutlak hakikatin kendi tekellerinde bulunduğuna inanıyorlar. Kendileri dışındaki her siyasi aksiyonu “yanlış”, “terörist”, “dış güçlerin maşası”, “vatan haini”, “darbeci” olarak nitelendirmektedirler.
Bu anlayış içerisinde AK Parti yasaları, anayasayı, bürokratik ve siyasi sistemi daha çok kendi ihtiyaçlarına uygun bir biçimde değiştirmişlerdir. Yasalara uymak yerine yasaları kendilerine uygun hale getirmişlerdir.
İktidara geldikleri günü milat ilan etmişler ve kendilerinden önceki Türkiye’yi “Eski” olarak redd-i miras ederek kendi dönemleri için “Yeni Türkiye” kavramını icat etmişlerdir. Dahası kendilerinden önceki “demokrasi”yi bile uygun bulamayarak “ileri demokrasi” dedikleri yalnız kendilerinden söylediğini yine kendilerinin onayladığı bir anlayışı devreye sokmuşlardır.
Kutuplaştırmayı, ayrıştırmayı, ötekileştirmeyi siyasetlerinin öznesi haline getirerek, muhalefeti “şeytanlaştırma”, “kriminalleştirme” ve “batıl” ilan etmişlerdir.
Öfkeli üslup, racon kesen ifadeler, siyasi popülizmle muhalifleri sindirmeye çalışmışlardır.
Mutlak iktidar sahipleri olarak AK Parti kendilerine muhalif olanların ne düşündüğünü merak etmedikleri gibi muhalefeti başı ezilecek bir virüs olarak görmeye başlamışlardır. Bu yüzden olacak iktidar olarak ülke sorunlarıyla ilgili herhangi bir konuda muhalefetin ne düşündüğü onları hiç ilgilendirmiyor.
Cenaze törenlerinde bile birbirlerinin ellerini sıkmayan, bir masa etrafından ülke sorunlarını tartışamayan, bilgilendirmeyi değil öfkelendirmeyi siyaset sanan bir iktidar yirmi yıldır Türkiye’yi yönetmektedir. Türkiye’de siyaset şahıs merkezli ben siyasetini acilen terk etmelidir. Siyasetçilerin had bildirmeye değil had bilmeye ihtiyacı vardır.