Rusya’nın Balkanlar’daki Kumarı

Rusya’nın Balkanlar’daki Kumarı

Balkanlar Rusya’nın çıkarları bakımından tarih boyunca önemli bir yere sahip olmuştur. Fakat Rusya tarih boyunca bu bölgeye yönelik belirli bir politika izleyememiştir. Özellikle 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren bölgedeki çatışmalara beklenilenin aksine pasif kalması ve bölgeye yönelik belirli bir strateji oluşturamaması Balkanlar’daki etkisinin giderek azalmasına neden olmuştur. Özellikle bölge ülkelerinin son dönemde Batı’ya giderek daha fazla yönelmesi Rusya’nın Balkanlar politikasını tekrar gözden geçirmesine neden olmuştur. Bu yazıda Rusya’nın (Çarlık Rusya, SSCB ve günümüz Rusya’sı olmak üzere) kısaca tarih boyunca bölgeye olan yaklaşımı ele alınarak günümüzdeki etkinliği tartışılacaktır.

Bölgeye genel yaklaşımı

Balkanlar, Rusya dış politikasında kayda değer stratejik bir öneme sahiptir. Tarih boyunca bu stratejik önem farklı boyutlarla karşımıza çıkmış olsa da önemini korumuştur. Rusların vazgeçilmez emellerinden birisi olan topraklarını büyütme ve güneye inme politikaları, özellikle 16. yüzyıl ile beraber güneye ve doğuya yayılmalarına sebep olmuştur. Bu bağlamda, Rusya’yı Avrupa’ya bağlayan Akdeniz ve Karadeniz’in bir parçası olan Balkanlar, Rusya’nın dünyanın en önemli ticaret noktalarına sağlaması sebebiyle jeopolitik bir öneme sahiptir. Ayrıca, olası bir saldırı durumundan Rusya’ya ile Avrupa arasında bir tampon bölge oluşturması açısından jeo-stratejik bir önem de taşımaktadır. Buna ek olarak bölge ile dini ve etnik bağların bulunması farklı bir boyut ihtiva etmiştir. Bu bağlamda Büyük Petro ile Balkanlar’a yönelik yakın işbirliği içerisine girilmiş ve bu bağlamda politikaları üretilmiştir. Örneğin bu dönemde Karadağ ile diplomatik ilişkiler kurulmuştur. Özellikle 18. Yüzyılla beraber Rusya Balkanlara yönelik daha aktif bir dış politika izlemiştir. Bu dönemde Rusya’nın bölgeye yönelik stratejik önceliği farklı boyutlarla karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda Osmanlı Devleti üzerinde baskı oluşturularak Boğazlardaki kontrolün azaltılarak Akdeniz’den Karadeniz’e güvenli deniz bağlantısının oluşturulması ve Osmanlı Devleti içerisinde Slav ve Ortodoks kesimin isyanlarının desteklenmesi ile bölgedeki çıkarlarını muhafaza etmeye çalışmıştır. 19. yüzyılın ilk yarısı ile beraber bölgede ortaya çıkan yeni ulus-devletlerin bölgeyle olan etno-kültürel bağları çerçevesinde ve bölgeye yönelik stratejisi bağlamında destekçisi olmuştur. Lakin 19. yüzyılın ikinci yarısı ile beraber bölgeye yönelik uygulanan politika araçlarının stratejik ihtiyaçlara çok da cevap vermediği anlaşılmıştır. Özellikle ilerleyen dönemlerde bölgedeki Rus etkisi azalmıştır. 1948’de Yugoslavya’nın Moskova’nın çizgisinden çıkması buna güzel bir örnektir. Bunda özellikle SSCB döneminde Sovyet liderlerin “enternasyonal proletarya” yönetme biçimleri etkili olmuştur. Bu bağlamda bölgeye etnik bir yaklaşımdan ziyade komünizm bağlamında yaklaşılmıştır. Bu da bölgedeki Rus etkisini bir nebze azaltmıştır. 1990’larla beraber bölgeye yönelik yine bir politika değişikliği yaşanmıştır. SSCB’nin dağılmasıyla beraber bu dönemde Yugoslavya cumhuriyetleri ile ortak hareket etme politikasından vazgeçilmiş ve bölgede var olan NATO ve Avrupa Birliği (AB) gibi oluşumlarla ortak hareket etme politikasına geçilmiştir. Fakat bu dönemde bölgede yaşanan gelişmelerle beraber, özellikle NATO’nun bölgeye askeri müdahalesi Rusya’nın bölgeye yönelik yanlış politikalar ürettiğini ortaya koymuştur.

Tarihi ve kültürel yakınlık söylemi

1990’lı yıllarda bölgeye NATO’nun müdahale etmesi Rusya’nın bölgeye yönelik sorumluluk duygusunu daha da kamçılamıştır. Zira NATO’nun Kosova ve Bosna Hersek bağlamında Slav-Ortodokslara müdahalesi Rusya’nın bölgeye yönelik tarihi ve kültürel bir söylem oluşturmasında etkili olmuştur. Bu dönemden sonra, özellikle 2000’li yıllarla beraber, bölgeye yaklaşırken farklı bir söylem ve strateji benimsemiştir. Bu bağlamda bölge ile olan tarihi, kültürel ve dini bağlar öne çıkarılarak bölge ülkeleri ile bir yakınlaşma içerisine girilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede Sırbistan ve Karadağ iki önemli aktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira bölgedeki iç savaş sırasında AB’nin Hırvatistan’a, ABD’nin ise Bosna Hersek’e sahip çıkması, Rusya için Sırbistan ve Karadağ gibi iki Slav-Ortodoks devlete yakınlaşmaktan başka seçenek bırakmamıştır. Bu dönemden sonra özellikle bölge politikalarında bölgedeki devletlerin NATO ve AB ile entegrasyonlarını engellemek için politikalar üreten Rusya, bölgede aktif olarak propaganda ve dezenformasyon faaliyetlerine de girmiştir. Bosna Hersek tarafından çok sıcak karşılanmayan Rusya, bu ülkedeki nüfusunu ülkede var olan özerk Sırp Cumhuriyeti (Republika Srpska) üzerinden kurmaya çalışmaktadır. Bu günümüzde de böyledir. Özellikle Bosna Hersek Sırp yönetimi temsilcisi Milorad Dodik, aktif bir biçimde Rusya savunuculuğu yürütmektedir. Rusya’nın özellikle bölgeye yönelik bu yaklaşımı bölgede bir istikrarsızlık havası oluşturmaktadır. Zira bölgenin transatlantik ile bağlarının kurulması bölgeye kalkınmasına katkı sağlayacakken Rusya’nın buna engel olması ve bölgedeki donuk çatışma unsurlarını aktif hale getirecek etnik-dini söylemleri tetiklemesi bölgenin istikrarsızlığına neden olmaktadır.

Dünyanın en zengin gaz kaynaklarından birine sahip Rusya bölgeye enerji politikaları çerçevesinde yatırımlarda bulunmaktadır. Enerji kaynaklarının Avrupa’ya ulaştırılması bağlamında Balkanlar Rusya önemli bir yere sahiptir. Bu bağlamda özellikle Rusya gazına bağımlı olan Bulgaristan ve Yunanistan’dan geçen petrol boruları da mevcuttur. Yukarıda da ifade edildiği üzere doğalgaz transit projeleri Rusya için büyük önem taşımaktadır ve bölgedeki önemli kozlarından birini ihtiva etmektedir. Burada göze çarpa projelerden birisi Türk Akımı-2’dir; Rusya’da Türkiye’ye gelen gaz Güneydoğu Avrupa’ya taşıyacak bir proje. Projenin kilit noktası Sırbistan olarak gözükse de asıl önemli aktör Bulgaristan’dır. Zira Belgrad Moskova’nın vazgeçilmez müttefiki iken Bulgaristan’ın desteği sorgulanır durumda, özellikle yakın zamanda Güney Akım projesinden vazgeçmesi bunun bir göstergesidir. Bunlara ek olarak son dönemde uygulanan “aşı diplomasisi” çerçevesinde Sırbistan’a Rus Sputnik Kovid-19 aşısının üretilmesi izni verilmiştir. Bu da bölgede Rusya’nın görünürlüğüne katkı sağlayacak faktörlerden biridir. Görüldüğü üzere bu tarz projelerin hayata geçebilmesi için sadece Sırbistan yeterli olmayacaktır. Diğer bölge ülkelerinin de desteğini almak zorundadır Rusya.

Çin faktörü ve yanılgılar

Ticaret faktörünü incelediğimizde ise çok da farlı bir tablo ile karşılaşmamaktayız. Sırbistan ve Rusya ilişkileri dışarıdan çok iyi gözükse de ticarete bu pek yansımamaktadır. Zira Sırbistan’ın AB ile olan ticari ilişkileri, Rusya ile olan ticari ilişkileriyle karşılaştırılamayacak düzeydedir. Sırbistan’ın AB ile dış ticaret hacmi %60’ları aşmaktayken Rusya ile neredeyse %6 civarındadır. Sırbistan bağlamında önemli diğer bir gelişme NATO ile imzalanan Destek ve Tedarik Örgütü anlaşmasıdır. Bu anlaşma ile Sırbistan gerektiği durumda NATO kuvvetlerinin geçişi için geçiş sağlamakla yükümlüdür.

Altyapı bağlamında Rusya’nın bölgedeki demiryollarını Rus Demiryolları Şirketi nezdinde inşa ettiği ve geliştirdiği düşünüldüğünde bölgede altyapı inşasında güçlü olduğu düşünülse de durum pek de göründüğü gibi değildir. Son yıllarda bölgede gerçekleşen ulaşım ve altyapı projeler incelendiğinde Çinli şirketlerin payının Rusya’dan daha fazla olduğu görülmektedir. Bununla beraber bölgede Çinli şirket, fabrika sayısı gözle görülür şekilde artış göstermektedir. Çin’in bölgedeki artan etkinliğine yönelik “Çin’in Balkanlar’da Ne İşi Var?” başlıklı yazıyı inceleyebilirsiniz.

Fakat her ne kadar bölgede bu tarz girişimlerde bulunsa da bölgedeki devletlerin Batı’ya yaklaşmasını önlemek için politikalar gütmesi Rusya’nın Balkanlar’da “Batı karşıtı” olarak algılanmasına sebep olmuştur. Ayrıca Sırbistan üzerinden giriştiği faaliyetler neticesinde “Sırp odaklı” politika güttüğü ortaya atılmıştır. Ki geçtiğimiz aylarda Bosnalı Sırpların Bosna Savaşı’nda savaşan ve Sırpların yanında yer alan Rus savaşçıları anmaları birçok sorunu hortlatmıştır.

Fakat günümüzde Rusya’nın Balkanlar politikası git gide darbe almaktadır. Balkanlara yönelik uygulanan politikanın bir kez daha yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Zira Rusya, 2017’de Karadağ’ın NATO’ya katılması Rusya için bir darbe olmuştur. Buna ek olarak Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesi ve bunu AB’nin, ABD’nin hemen tanıması Rusya için ayrı bir darbe olmuştur. Makedonya ve Arnavutluk’un Moskova’nın çizgisinden ayrılması çok daha önce olmuştur, fakat Makedonya’nın Yunanistan ile anlaşıp AB üyeliğine başvurması ile daha da görünürlük kazanmıştır. Bu bağlamda AB faktörü de göze çarpmaktadır. Bölge ülkelerinin önceliği hala AB’dir. Rusya’nın AB ile entegrasyonu engelleyecek faaliyetlerde bulunması bölgedeki gücünü zayıflatmaktadır. Sırbistan’ın AB üyeliği için Kosova şartının gösterilmesi ve Sırbistan’ın Kosova’yı tanımamadaki ısrarı Rusya’nın bölgedeki AB’ye karşı tek kozu gibi duruyor. Zira Rusya, Kosova krizinde koşulsuz Sırbistan’ın yanına yer almıştır ve bu da Sırp halkında Rusya’nın müttefik olarak algılanmasına neden olmuş ve bölgede “tek adil güç” olarak algılanmaya başlanmıştır. Fakat bunun farkında olan Batılı devletler son yıllarda Sırbistan’ı yanlarına çekmek için çaba sarf etmektedirler. Öyle ki yakın zamanda, bölgede sınır değişikliğinin olması durumunda kabul edilebileceği izlenimi verilmiştir. Buna ek olarak AB Kosova şartı koyarak Sırbistan’ın katılım tarihini 2025 olarak açıkladı. Tüm bu gelişmeler Rusya’nın Balkanlar’da oynadığı kumarın çok da istediği gibi gitmediğini gösterir niteliktedir.

Sonuç yerine

Balkanlar bölgesi Rusya’nın dış politikasının önemli bir unsurunu ihtiva etmektedir. Balkanlar Rusya için jeopolitik, stratejik ve ekonomik önem taşımaktadır. Tarih boyunca bölgeye yönelik politikalar dönem dönem farklılık gösterse de değişmeyen tek bir yaklaşım vardır: İdeolojik yaklaşım, yani bölgeyle tarihi, etnik, dini bağların olduğu söylemi. Rusya bölgeye yaklaşırken bu ideolojiyi önemli ölçüde kullanmaktadır. Bu bağlamda Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan, Bosna Hersek (Özerk Sırp Cumhuriyeti üzerinden), Karadağ üzerinden bölgeye angajmanlarda bulunmaktadır. Fakat yukarıda da ifade edildiği üzere, son dönemde Karadağ’da yaşan gelişmeler ve Sırbistan’ın Çin ile yakınlaşması, AB’nin bölgedeki etkisi Rusya’nın politikalarına darbe indirmektedir. Özellikle bölgede Rusya’ya karşı oluşan algı da önemlidir. Zira Batı ve istikrar karşıtı algısı ön plana çıkmaktadır. Özellikle Bosna Hersek’in ve diğer bölge ülkelerinin NATO’ya ve AB katılımına karşı gösterilen engelleme çabaları bölgede tepkilere neden olmaktadır. Bu bağlamda bölgedeki yapıcı politikalara zarar veren bir aktör olarak algılanmaktadır.

Bununla beraber Rusya son günlerde bölgedeki varlığını göstermek açısından faaliyetlerde de bulunmaktadır. Özellikle geçtiğimi Aralık ayında Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Balkan ülkelerindeki ziyaretlerinde Batılı aktörlere yönelik eleştirel söylemleriyle “bölgede ben de varım” mesajı vermesi hiç de tesadüf değildir. Zira Trump döneminde ABD’nin bölgeden uzaklaşması ve bu dönemde AB’nin kendi iç sorunları ile ilgilenmeye başlaması bölgede bir boşluk oluşturmuştur. Rusya bu dönemde gerçekleştirdiği ziyaretler ve politikalarıyla bu boşluğu doldurmaya çalışmıştır. Biden’ın ABD’de seçimi kazanmasıyla bölgenin giderek daha da önem kazanacağı bir gerçektir. Bu dönemden sonra Rusya’nın bölgeye yönelik yaklaşımı nasıl olacak bekleyip göreceğiz. Ancak şunu ifade etmekte fayda var; Rusya bölgede istikrarsızlığı tetikleyen bir aktör olarak ortaya çıkmaktadır ve bölgeyi ekonomik bir fırsat bölgesi olarak değil de bir “tampon” bölge olarak görmektedir. Bu bağlamda bölgenin istikrarsızlığı Rusya’nın işine yaramaktadır. Zira tıpkı yıllar önce Avrupa bütünleşmesinde yaşandığı gibi bölge ülkelerinin barışa ulaşarak refah içinde beraber yaşamaları, Batı’ya karşı tampon olan bu bölgenin Batı’ya kaymasına neden olacaktır ki bu da Rusya’nın istemediği bir durumdur. Ancak yukarıda da ifade edildiği üzere bölgedeki görünürlüğü giderek azalan Rusya’nın çok da fazla seçeneği kalmamaktadır. Bölgedeki kumarından karlı çıkması yahut bölgedeki etkisini muhafaza etmek için Batılı aktörler ve bölge ülkeleri ile ortak hareket etmesi gerekmektedir. Peki, buna çok olumlu bakar mı sorusu önemli bir tartışma konusu.

Kaynak: 21YYTE/Mustafa Çuhadar

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!