Ruslarda Türk kültür geni

İşbirlikçi holding basını, emperyalist merkezlerde üretilen ırkçı safsatalarını değişik adlar altında ısıtıp ısıtıp yeniden piyasaya sürüyor. İki yıl önce, "Anadolu’da Türk geninin yaygın olmadığı, Türklerin küçük bir azınlık olduğu" iddia edilmişti. Hatta 19. yüzyıldan beri emperyalizmin ırkçı teorisyenlerinin uydurduğu Türkleri ikinci sınıf, gelişmemiş bir ırk olarak gösterme çabası, tekrar horlatılarak "Türklerin IQ’sünün düşük olduğu" gibi saçmalıklarla ileri sürülmüştü.

Şimdi de aynı tez, "Orta Asya’dan göç etme bir efsanedir" manşetleriyle ve "Orta Asya kökenlilerin oranı yüzde 10-15’i geçmez." safsatası tekrarlanıyor [1]. Böylece, ne olduğu belli olmayan bir "gen" ölçütüyle Türkleri etnik bir gruba indirerek ve Anadolu nüfusunun çoğunluğunun Türk olmadığı iddia ediliyor. Ulusal kimlik yerine emperyalizmin etnik kimlikçiliği öne çikarılarak Türklerin etnik bir azınlık olduğu, Türk adının ulusal, birleştirici bir kimlik adı olamayacağı bu uyduruk iddialarla kanıtlanmaya çalışılıyor: "Türklük, bizim ürettiğimiz kültürel kimlik. Türklük son iki yüz yılın ürünü. Bu topraklarda yaşayan insanların tarihi binlerce yıl önceden başlıyor. Yani herkes Türk diyemeyiz. Türklük bugünle ilgili. Kavramları biz icat ettik, herkese Türk dedik. Bizden öncekilerin kim olduğunu bilmiyoruz bile. Biz Uygurlara Türk diyoruz, ama onlar kendilerine Türk demiyor. Türkiye’de yaşayanlar genetik köken olarak İran ve Yunanistan’a orta Asya’dan daha yakın…"[2]

20. yüzyılın başında çoktan mahkum edilmiş ve terkedilmiş, biyolojik determinizm de denilen biyoloji bilimiyle tarihi ve toplumları açıklama saçmalığını bugün tekrarlama cüretinin nedeni ne olabilir? Bilimsel ve insani bir amacın olmadığı kesin. Washington’un Türkiye’yi etnik parçalara bölme, Türkleri "sonradan gelen" ilan ederek "işgalci" devletlerini Anadolu’dan sürme planına "bilimsel" kılıf oluşturan bu hurafenin pazarlanma işi daha önce Yasemin Çongar’a verilmişti, şimdiki ise, İTÜ’den Timuçin Birden adında bir "bilimci!"ye.

Bir bilimci ki, Uygurların kendilerine Türk demediği için Türk olmadığını, keza, istisnasız bütün tarihçilerin Türk olduğunu kabul ettiği Özbeklerin de, Kırgızların, Tatarların, Kazakların da kendilerine Türk demediği için Türk olamayacağını iddia edebilen, tarihten ve toplumbilimlerden bihaber bir “bilimci”… Bir yerde biyolojik geni (ırki) esas alan bir tasnif yaparken, başka bir yerde dili ve kültürü esas alan, ama hepsinde de Türke karşı düşmanca; önyargılı ve şartlandırılmış olan devşirilmiş bir bilim adamı!…

Uluslar birden çok kavim ve  etnik kültürün bileşiminden doğmuştur  

Peki, "Türk geni" nedir? Nazi ırkçılarının ve takipçilerinin iddia ettiği anlamda biyolojik bir Türk geni, bir Alman geni, bir İngiliz, bir Fransız, bir Çin, bir Rus geni var mıdır? Böyle bir iddiayı bugüne kadar hiçbir toplumbilimci, hiçbir tarihçi ve aklı başında hiçbir biyolog ileri süremedi. Çünkü, bütün bu gelişkin uluslar binlerce yıl birçok kavmin birleşmesinden, kaynaşmasından, karşılıklı özümlenmeden (asimilasyon) meydana geldi. Örneğin "Fransız geni" deyince ölçüt Frank mı, Gaskonyalı mı, Kelt mi, Norman mı, Provans mı? Büyük Ruslar’ın (Velikoross) geni hangisidir? Rus mu (Russi), Tatar mı, Kıpçak (Kuman) mı, Slav, Varek ya da Norman mı? Ya da "İngiliz geni"ni belirleyen Kelt mi, Anglo, Sakson, Norman ya da Viking geni mi? Bütün bu kavimlerin genlerinin de saf olmadığı, birçok kabilenin, hatta kavmin karışmasından meydana geldiği tarihsel bir gerçektir. Ayrıca genlerin, kanların, halkların yüzlerce, binlerce yıllık kaynaşması ve harmanlanması içinde onlarca, hatta yüzlerce permütasyona, karmaşık bileşime uğradığı da inkar edilemez bir gerçek.

"Türk geni"ne gelince; dünya tarihinde, başka kavimlerle en çok karışmış, kavimler (halklar) bileşimi bir kavim, bir ulus olarak biyolojik bir "Türk geni"ne en uzak olan toplumuz. "Türk geni" ne olabilir? Hun Kağanı Mao Tun’un (Mete) geni mi, Bilge Kağan’in geni mi, yoksa Cengiz Han’ın mı, Timur’un mu, Selçuk Bey’in mi, Osman Gazi, Haci Bektaş, Yunus Emre veya Atatürk’ün mü genidir? Bu isimlerin hiç birisinin DNA’si bilinmiyor. Bilinse bile tarihi gerçeklerin bilgisine dayanarak, kesinlikle bir çok farklılıklar çıkacağını söyleyebiliriz. Diyelim ki bunlardan birini Türk geni olarak kabul ettik, hangisini esas alacağız ve hangilerinden vazgeçebiliriz? Herhangi birinden vazgeçebilir miyiz? Biri bile eksik olsa dünya ve Türk tarihi olmazdı.

Bazılarının iddia ettiği gibi, Orta Asya’da bir Türk geni bulabilir miyiz? Orta Asya’ya uzaktan, romantikçe değil, önümüzdeki mevcut yüzlerce bilgi kaynağiı açısından baktığımızda belki en az Anadolu kadar Orta Asya da bir kavimler harmanı, kültürler karışımıdır. Orta Asya’nın ilk büyük devletini kuran ve Türk olup olmasın, bütün Orta Asya kavimlerini birleştiren Mete ve Hunlarda olduğu gibi devlet ve imparatorluk kuran bütün boy ve kavimler diğerlerini itaat altına aldılar ve onlara kendi adlarını verdiler. Hun Kağanı Mete Han’in 2200 yıl önce söylediği gibi, itaat altına alınan 26 ülkenin kavmi Hun olmuştur. Daha önce Hun olanlar, Hunlaştırılanlar buna dahil değildir. Hun soylularının mezarlarında (Kurganlar) bulunan cesetler incelendiği zaman Ariyen veya Mongoloid benzeri değişik kökenlere rastlanmaktadır. Hun soyluları arasında bile bir Hun ırkı veya bir Hun geni yoktur.

Sakalar Turani bir kavimdir

Bir kısım Slav ve Rus tarihçilerin ataları olarak gösterdikleri Sakaların (İskitler) en son antropolojik ve tarihi incelemelerle Turani ya da Türk kökenli oldukları yönünde güçlü kanıtlar ortaya çıktı. Hala, İraniyen miydi, Öntürk müydü diye tartışılan Sakalar ve aynı tarihi ve toplumsal özellikler taşıyan Sarmatlar, aslında biraz Öntürktür, biraz da İraniyen. Bu doğaldır, bu karışımı şu veya bu oranda içermeyen Türk yoktur, Fars da yoktur. Farsı biraz kazıdın mı altından Türk çıkar, tersi de doğrudur. Aynı şekilde Trubetskoy’un dediği gibi "damarlarında şöyle veya böyle Turan kanı akmayan Velikorus (Rus) bulunabilmesi zor"dur.

Çok iyi bilindiği gibi Orta Asya’da Hun, Avar, Göktürk, Uygur, Türkiş, Kırgız, Oğuz kağanlıklarının vb hakimiyet dönemlerinde aynı harmanlanma süreci yüzyıllar, hatta bin yıllarca tekrar etti. Orta Asya’nın yerli halkları birbirlerini sürekli özümledikleri gibi, İranlı, Hintli, Tibetli, Çinli hatta Ortadoğu’dan ve Kafkaslardan gelen halklarla sürekli karıştılar, kaynaştılar. Yani Asya’nın hiçbir yerinde, Türk veya Çin veya Mogol, Hintli, Fars adı verilecek bir gen saptaması mümkün değildir. Böyle bir gen veya DNA yoktur.

“Türk geni” siyasal-kültürel bir “gen”dir

Peki Türk neye ya da kime deniyor? Türkün tarifini, siyasi-kültürel bir "gen"de aramalıyız. Devlet ve imparatorluk kuruculuğunda, çesitli kavimleri, halkları, etnileri bir devlet çatısı altında birleştirerek uygarlık yaratma yeteneğinde aramalıyız. Aynı dili ve kültürü birbirine aktararak taşıyan Türk imparatorluklarında, Türk uygarlıklarında aramalıyız. Bu dil ve kültürün oluştuğu, şekillendiği pota, İskitler ve Hunlarla başlayan, Göktürkler, Moğollar, Timurlular ve Selçuklularla Anadolu’ya -Altınordu’yla Rusya’ya taşınan Orta Asya Türk uygarlığıdır. Ya da daha geniş anlamda Turan kültürüdür. Mançurya’dan Tuna’ya kadar ortak bir dil ve kültür adını Göktürklerden değil de Hunlardan da alabilirdi. Önemli olan bu ortak isim altındaki kavimlerin Turani özellikleridir. Orta Asya Türklerinin, başta İran kavimleri olmak üzere Sogdlar ve Toharlar gibi Aryan halkları özümledikleri de biliniyor.

“Türk” adı altında toplanan, Türkçe konuşan halklara baktığımız zaman sarışın ve kumral arası renkler taşıyan Kıpçaklar ve Kırgızlar gibi Hint-Avrupalılara benzeyenlerden Çinli tipine çok yakın Mogol ve Uygur görünüşlere kadar çok farklı fizik özelliklerine rastlıyoruz. Türk ve Orta Asya tarihi konusunda uzman Fransız tarihçi Jean-Paul Roux Türkleri şöyle tarif ediyor: "Türkler dişarıdan evlenme eğiliminde oldukları ve eşlerini Türk olmayanlar arasından seçtikleri, rastladıkları her kavimle karıştıkları, dilleri çok büyük bir çekim gücüne sahip olduğu ve pek çok topluluk da bu dili benimsediği için Türklerle ilgili karakteristik denilebilecek fiziksel [buna biyolojik, ırksal da denebilir] herhangi bir özellik saptama olanağı kalmamıştır. (…) Türklerin hiçbir ırksal özelliği yoktur. Dolayısıyla kendi içinde bir Türk ırkından söz edemeyiz. Belki sadece Orta Asya’nin ücra dağlarından dünyanın herhangi bir yerine, Türklerin damarlarında, eski Türk kanından elmacik kemiklerini çekik yapan o kandan daha çok yabancı -Mogol, Çinli, İranlı, Yunanlı, Kafkas, Rus, Afrikalı- kanı akmaktadır."[3]

Türk tipinin sadece bir bölgeden, Orta Asya’dan çıktığını düsünmek de hatadır. Orta Asya Türklerinin bir kısmının kökenleri, Asya kıtasının dışındadır. Çok eski çağlardan beri Asya’dan Ortadoğu ve Avrupa’ya ve hatta Afrika’ya göç dalgaları olduğu gibi, Avrupa ve Ortadoğu’dan da Asya içlerine doğru göçlerin varlığı kanıtlanmıştır. O nedenle, ne olduğu bilinmeyen bir "Orta Asya Türk geni" aramak bu açıdan da mantıksız ve saçmadır. İsa’dan önce 2-3. bin yıllarda Anadolu’da büyük uygarlik kuran Hititlerin Hazar bölgesinden geldiğine ilişkin, Günes kursu, boğa ve geyik motifleriyle birlikte başka güçlü kanıtlar bulunduğu; dilinin ve kültürünün Turan kökenli olduğu çok sayıda belgeyle kanıtlanan Etrüsklerin, Hititlerle aynı dönemde güney ve güneybatı Anadolu’da yasayan Luvi’lerle akraba olduğu düşünüldüğünde, Anadolu’da çok daha eskilere dayanan kültürel bir Türk geni olduğu söylenebilir.

Yine, Malazgirt’in arkasından Anadolu’ya kitlesel göçlerle gelen Oğuz boylarından önce, burayı yurt tutan ve kendilerine Doğu Roma (Bizans) uyruğu anlamında Rum (Romalı) denen kavimlere baktığımızda bunların büyük çoğunluğunun Grek ve Latin soyundan olmadıklarını, daha sonra Rumlaştıklarını görürüz. Kimdi bunlar? En azından önemli bir kısmı, Doğu Roma’nın kuruluşundan itibaren Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlara ve Trakya’ya gelen ve Bizans’ın asker kaynağını oluşturan Avar, Hun, Peçenek, Guz (Oguz), Kıpçak (Kuman) Türklerinden başkası değildir. Bizans uygarlığının çekim alanında Hıristiyanlaşan bu Türklerin bir kısmı Bizans için tehlike oluşturdukları Balkanlardan alınıp Anadolu’ya yerleştirilmişlerdir. Örneğin, Malazgirt Savaşı’nda Bizans ordusundaki Peçenek, Guz ve Kipçak Türkleri saf değiştirip Selçukluların yanına geçtikleri için savaşın sonucunu büyük ölçüde belirlemişlerdir.

Yakın tarihten çok iyi bildiğimiz gibi, 1923’ten sonra Yunanistan’la mübadelede, Karamanlı bir kısım Türk, Hıristiyan oldukları için Yunanistan’a göç ettirilmişlerdir. Demek ki "Türk geni"ni, bilim ve uygarlık karşıtı biyolojik testlerde değil de kültür ve dilde aramalıyız.

Orta Asya uygarlığı ve Türk karakteri


Kültürü ve dili esas alan Türk kimliği olarak aradığımızda Orta Asya merkezli geniş bir cografyada bu genin etkilerini görürüz. Yaklaşık bin yıl dünyanın merkezi olmuş İpek Yolu üzerinde Büyük imparatorlukların kurucusu Türkler, yönetim, ticaret ve kültürel iletişim aracı olarak yarattığı güçlü dil birliği yanında, icatlarıyla, ürettikleriyle de ortak bir Turan ya da Orta Asya maddi ve manevi kültürü yaratmıştır. Atı, Deveyi ve Ren Geyiğini ilk defa Turanlılar evcilleştirdiği gibi, tekerleği ve at arabasını da ilk icat eden onlardır. At eyerini, kaşığı, üzengiyi, büyük ihtimalle ok ve yayı Türkler icat etti. Demiri işlemeyi Batı’ya Türkler öğretti.

Büyük imparatorluklar ve uygarlık kurucusu olarak Türk ya da Turan kültürü Rus kültürünün de temelini, ana kaynağını oluşturmaktadır. Yusuf Akçura’nın tanımıyla Türk kültürel geninin en önemli özellikleri; devlete olaganüstü güç atfedilmesi ve kayıtsız şartsız bağlılık, ama bu gücün töreyle kısıtlanması; kamuculuk, yani toprağın ortak mülkiyeti; devlet kurma eğilimi ve yeteneği ve dinde hoşgörüdür. Bu Türk geni, ya da kültür ırmağı, Anadolu’da, Osmanlı’nın altı yüzyıllık birlikte yaşama geleneğine yaslanarak kendi adıyla, Türkiye Cumhuriyeti olarak akmaya devam ediyor.

Ruslardaki Turan-Tatar kültür aşısı

Kuzeydeki kavimler geçidi geniş İskitya topraklarında ise, Ruslar, henüz küçük prenslikleri (knezler) birleştirip devlet olma aşamasının çok uzağında olduğu bir dönemde Altınordu devletiyle Moğol (Tatar) egemenliği altında en az üç yüz yıl Türk kültürüyle iç içe yaşadılar, Türk kökenli kavimlerle harmanlandılar.

Marks, Rus dış politikasındaki Tatar karakteri ve "Doğu despotizmi"nin bir örneği olarak Tatar egemenliğini gösterir. "Slav kabilelerini yüzyıllar süren bir boyunduruk ve sömürü altına alarak Norman geleneğini yok etmenin ötesinde Rus halkının ruhunda derin etkiler de yarattılar"[4] der. Marks’in belli ölçüde katıldığı Avrupalı demokratların, baskıcı ve özgürlük karşıtlığını vurgulamak için kullandıkları "Doğu despotizmi", aslında uygarlaşma ve devlet geleneği açısından tam tersine, tarihi olarak, tartışmasız ileri(ci), uygarlaştırıcı bir rol oynamıştır.

İlkel, geri düzeydeki, henüz güçlü, istikrarlı bir devlete yükselememiş Slav-Rus halkına, Tatar egemenliği; yönetme, organizasyon ve devlet kurma kültürünü ve iradesini aşılamıştır. Ve Tatarlar, tarihin mantığına uyarak, öğrettikleriyle kuşkusuz kendi devlet egemenliklerinin sonunu da hazırladılar. Ünlü Rus tarihçisi Çerniçevski’nin yakın dostu Kostomarov, Eski Rusya’da otokrasinin kökeni başlıklı kitabında şöyle diyor: "(…) bütün Ruslar, prensinden en arkadaki hizmetkarına kadar istisnasız Tatarların köleleriydi. Ve bu kölelikte Rusya, özgürlük döneminde düşünmediği birliğini buldu. Hanlar, en eski prensin (Moskova kastediliyor) payesini yükselttiler, ona iktidar ve güç verdiler. Bu paye, hükümdara sadakat ve dalkavuklukla kazanıldı. Fatihe yaltaklanma biricik güvence olarak ülkede huzura hizmet etti."[5]

Böylece Tatarlarin (Türklerin) merkeziyetçi, kamucu devlet kültürüyle, Çarlığın mirasçısı olduğu Moskova Prensliğinin diğer bütün prensliklerin üzerinde egemenliği sağlanarak Çarlık imparatorluğunun yapısal temelleri atıldı.

"Avrasya Hareketi"nin lideri Aleksandr Dugin, Rusya’nin birliği, iç barış ve Rus ekonomisinin gelişmesi açısından Tatar egemenliğini şöyle olumluyor: "Rusya’nın Moğollar tarafından işgali, refah içindeki Rusya’yi harap etmemiş, aksine sürekli iç çatışmalar nedeniyle bölük pörçük olan doğu Slav bölgelerini kontrol altına almıştı."[6]

Bu yapısal miras devri, aynı zamanda Rus ve Tatar unsurun da iç içe geçmesi, karışması ve kaynaşmasıyla gerçekleşmiştir. Bu oluşumda, Rusların üstünlüğü ele geçirip Tatar egemenliğine son vermesiyle birlikte önceden Hıristiyan olmuş Kıpçaklara ek olarak kitleler halinde Tatar soylularının devlet yöneticilerinin Hıristiyanlığı benimsemesi ve yeni devlette görev alması tayin edici olmuştur. Altınordu’dan gelen Türklerin, Rus devletinin tüm üst düzey soyluluğunu, askeri kuvvetlerini ve seçkin kitlesini oluşturduğunu görmemek mümkün değildir. O nedenle, "Üstünü biraz kazırsan her Rus’un altından Tatar çikar" Rus atasözü boşuna söylenmemiştir. Rus kültüründeki Turan etkisini sadece Altınordu dönemindeki Tatar egemenliğiyle sınırlamak da doğru değildir.

Turan Türk kültürünün Rusya topraklarına  taşınma ve aşılanma süreci

Bilindigi gibi, 15. yüzyıla kadarki Rusya topraklarında yaşayan başta İskitler olmak üzere, Sarmatlar, Avarlar, Hunlar, Kumanlar, Fin-Ugorlar, Macarlar, Hazarlar, temsil ettikleri Turan (Türk) kültürünü döne döne yönetimlerindeki halklara aşılamışlardır. Ve Tatar (Mogol) egemenliğinin Slav-Rus kavimlerince, karşılıklı, benimsenip aşılanmasında bu köklü tarihi toplumsal temelin rolü büyüktür. "Etnik değil de kültürel terimleri kullanan 10. yüzyil Bizans kaynakları, Hazar ülkesine ‘Doğu Tourkia’, Macaristan’a da ‘Bati Tourkia’ diyerek bu kültürün çok geniş bir bölgeye yayıldığını gösterirler."[7]

Rus aydınları da, Avrasyacılığın ilk kuramcısı Nikolay Trubetskoy’un tezlerini geliştirerek aynı sonuçlara varıyorlar. Kendisi de Türk kökenli olan Dugin, Ruslar üzerindeki Turan etkisini şöyle açıklıyor: "Rusya, Slav ve Turan köklerinin birleşmesi sonucu özgün bir medeniyet haline gelmiştir. Mogol-Tatar çağının mirası, Rusya tarihinin en önemli unsurunu oluşturur. Bu sayede merkezde bulunmayan birkaç dağınık prenslik, dünya imparatorluğunun da merkezi oldular. 13. yüzyılda Avrupa’nın nüfuz alanına giren Kiev Rusyası’nın bu parçaları, yavaş yavaş onun içinde eriyip siyasi ve kültürel özelliklerini kaybettiler. Altınordu içinde kalan parçalar ise kıtasal imparatorluğun çekirdeğini oluşturdular. Tatarlar eski Rusya’nın manevi özgürlüğünü korumuşlardır. Bu özgürlük, Moskova Çarlığı’nda yeniden canlandırılmış… Rus felsefeci ve tarihçileri arasında ilk kez Avrasyacılar Turan etkisini olumlu olarak değerlendirmiş ve onda, Rus-Tatar ilişkilerinin diyalektiğinde Avrasya devlet yapısının canlı kökenini bulmuşlardır."[8]

Dugin aynı kitapta Türk ve Rus karakter ve kültür ortaklığını, Trubetskoy’un ögrencisi ve kendini "son Avrasyacı" olarak tanımlayan, anası Türk, babası Rus, L. N. Gumilev’in teorisinin esaslarını özetlerken şu şekilde vurguluyor:

– Avrasya uluslarının, Hun, Türk ve Mogolların muazzam kültürel mirasına sahip çıkılması.

– "Etnik komplimenterlik" teorisindeki Türksever yaklaşımın geliştirilmesi.

"Mogol işgali, yıkıcı Avrupa eğilimlerine karşı kalkan rolü oynamıştır"[9] diyen Dugin, bugün de aynen geçerli olan, çürüyen ve çökmekte olan Atlantik uygarlığının Avrasya uluslarına yönelik gözü dönmüşçesine sürdürdüğü yıkıcı haçlı seferine karşı direnme cephesinin hattını çiziyor.

Son olarak, "Çağdaş Rusya Kiev Rusyasının devamı değildir" diyen Trubetskoy’un, Rusların Ortodoksluğu ile Turancılığı arasındakı ilişkiyi inceleyen şu ilginç pasajı almak yararlı olacaktır:

"Evet, Ortodoksluk Turanlılar’dan değil Bizans’tan alınmış olabilir; evet Rus ulusal bilinci ‘Turancılığa’ karşı yönlendirilebilir. Fakat Rus insanının Ortodoks inancına bakışı ve bu inancın onun hayatında oynadığı rol, önemli ölçüde Turan psikolojisine dayanmaktadır.

“Kendi ruhunun sırf bu Turani özelliklerinden dolayı eski Rus insanı, inançlarını yaşamından ayırmasını, dini süreç açısından önemsiz ögelerin ayıklanmasını beceremiyordu ve buna göre de Greklerle karşılaştığında bir din bilgini olarak zayıf kalıyordu. Dini inanç ve törelere Rus ve Grek yaklaşımları arasındaki psikolojik farklılığın bir tek nedeni vardı: Bizans’a tamamen yabancı olan Turan etno-psikolojik ögeleri eski Rus ulusal karakterinde derinden kök salmıştı."[10]

 

Dipnotlar

[1] Sabah, 3 Aralık 2007 sayısı.
[2] Sabah, aynı yer.
[3] Jean-Paul Roux, Türklerin Tarihi, Pasifik’ten Akdeniz’e 2000 Yil, Kabalci Yayınları, Istanbul 2007, s. 29.
[4] Karl Mark, 18. Yüzyilda Gizli Diplomasi, Rus Despotizminin Asyatik Kökeni, Kaynak Yayınları, Birinci Basım 1992, s. 80-81.
[5] Kostomarov, "Eski Rusya’da Otokrasinin Kökeni", Toplu Eserler, c.5, Petersburg.
[6] Aleksandr Dugin, Moskova-Ankara Ekseni, Avrasya Hareketinin Temel Görüşleri, Kaynak Yayınları, Birinci Basım, Aralık 2007, s.21.
[7] Carter V. Findley, Dünya Tarihinde Türkler, Kitap Yayınevi, Ocak 2006, İstanbul, s.67.
[8] Age, 20-21.
[9] Age, s.42.
[10] N. S. Trubetskoy, "Rus Kültüründe Turan Unsuru Üzerine", Teori dergisi, Ekim 1998, sayı 105.

 

Kaynakça

– Sofi Tram-Senem, Atalarımız Hunlar, Kaynak Yayınları, Birinci Basim 2007, Istanbul.
– Jacques Attali, Geleceğin Kısa Tarihi, İmge Kitabevi Yayınları, 2007, Ankara.
– Aleksandr Dugin, Moskova-Ankara Ekseni, Avrasya Hareketinin Temel Görüsleri, Kaynak Yayınları, Birinci Basım, Aralık 2007
– Karl Mark, 18. Yüzyılda Gizli Diplomasi, Rus Despotizminin Asyatik Kökeni, Kaynak Yayınları, Birinci Basım 1992
– Doğu Perinçek, "’Türk Geni’ safsatasi ve kültür gerçeği", Bilim ve Ütopya, Temmuz, 2005.
– L. N. Gumilev, Etnogenez: Halkların Şekillenişi Yükselişi ve Düşüşleri, Selenge Yayınları, İstanbul 2003.
– L. N. Gumilev, Hunlar, Selenge Yayınları 2003, İstanbul.
– Birgit Brandau, Hartmut, Schickert, Hititler, Bilinmeyen Bir Dünya Imparatorluğu, Arkadaş Yayınları, 2003, Ankara.
– 5 Carter V. Findley, Dünya Tarihinde Türkler, Kitap Yayınevi, Ocak 2006, İstanbul.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!