Libya’da Kaddafi rejimi bir ayaklanma ve NATO müdahalesi sonrasında devrildi ve Kaddafi öldürüldü. Şimdi Libya’da devlet yapısının Doğu ve Batı Libya olmak üzere federasyon ile ikiye ayrılması için çalışmalar sürüyor. Libya’nın federasyona dönüşmesi talepleri daha çok isyanın merkezi olan ve sürekli geri bırakıldığını düşünen Bingazi bölgesinden geliyor. Bölgenin bir diğer özelliği de Libya petrollerinin büyük bir bölümünün bu bölgede bulunması. Üstelik Bingazi bölgesinde federasyon taleplerini gündeme getiren ve yoğunlaştıran toplantıları düzenleyen Libyalı Amerikan vatandaşı olan bir petrol mühendisi. Bu mühendis, Batılı petrol şirketlerine Libya petrolleri konusunda danışmanlık yapıyormuş.
Şimdi biraz geriye gidelim. Kaddafi, Libya halkının kaynaklarını israf etmiştir. Petrolden gelen büyük paralar, İtalya’da oğlu için futbol takımı satın almak dahil anlamsız işler için harcanmıştır. Kaddafi, Libya’yı boyundan büyük fantezi işlere sürüklemiştir. Afrika’nın lider ülkesi olmak için Kara Afrika’daki savaşlara müdahale, Mısır ile birleşmek için yüz binlerce Libyalının Mısır-Libya sınırına yürütülmesi, IRA gibi örgütlerin desteklenmesi, 2.5 milyonluk bir ülkenin gücünü çok aşan işlerdir.
Petrol gelirlerini anlamlı bir şekilde kullanmak yerine, fantezilere harcamak Libya’yı geri kalmış bir ülke olarak tutmuştur. Kaddafi’nin devrilmesinden kısa bir süre önce Libya’ya yaptığım bir ziyarette gördüğüm husus, Libya’nın başkentinin 2011’de 1960 Ankara’sından daha geri bir kent görünümüne sahip olduğu idi. Muhalefet üzerinde büyük bir baskı uygulanarak en küçük bir muhalif gelişmeye izin verilmemiştir. Bütün bunlara rağmen Libya halkının önemli bir bölümü Kaddafi’yi sevmiş ve desteklemiştir. Ancak yukarıda anlattığım şeylerden hiçbirisi NATO’nun Libya’ya müdahale etmesinin gerekçeleri değildir. Eğer sadece anti demokratik rejimlere sahip olmak veya halk ayaklanmaları NATO müdahalesi için gerekçe olsaydı, NATO’nun Suudi Arabistan ve Katar’a da müdahale etmesi gerekirdi. Veya Bahreyn’de çoktan NATO güçleri yerleşmiş olmalıydı.
Peki, Kuveyt’i ve halen devam etmekte olan süreci, Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri gibi anti demokratik rejimlerden farklı kılan ve NATO tarafından müdahale edilmeye değer hale getiren ne? Libya ve Suriye halklarının demokrasiyi anılan diğer ülke halklarından daha fazla hak etmeleri mi? Tabii ki değil ve tabii ki sadece bir nedeni de yok. Ancak 16 Ocak 2009 tarihli Alman Die Welt gazetesinin İngilizce yayınında çıkan “Rusya, Suriye, Libya ve Yemen’de deniz üsleri planlıyor” başlıklı haber Libya, Suriye ve Yemen’de olanları aydınlatmaktadır.
Haberde şöyle denilmektedir: “Moskova’nın büyüyen dış politik hedeflerinin bir göstergesi olarak Rusya, Libya, Suriye ve Yemen’de gelecek birkaç sene içinde deniz üsleri kurma kararı aldı. Bir askeri yetkili ’Donanmamız için bu ülkelerde üsler kurmamızın ne kadar zaman alacağını söylemek zor ama şüphesiz birkaç yıl içinde bu gerçekleşecek’ dedi. Itar-Tass ajansına açıklama yapan Rus Genelkurmay Başkan yardımcısı Korgeneral Anatoly Nogovitsyn, “yabancı hükümetler ile pazarlıklar gerçekleştirildi. Üsler ile ilgili yayınlar bu tür görüşmeleri olumsuz etkiliyor” demiştir. Ayrıca basına bu deniz üslerinin Yemen’de Sokorta Adasına, Libya’da Tripoli’de ve Suriye’de zaten bir tamir tesisinin bulunduğu Tarsus’da inşa edileceği yer almıştır.
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Çevre, Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi Başkanı Dr. Tuğçe Varol ise bu konuda “Son dönemde Rusya’da belli çevrelerin bu tür açıklamaları ABD’nin Rusya etrafına kurduğu füze savar sistemlerine karşı bir blöf olarak değerlendirmektedirler. Fakat Rusya Savunma Bakanlığı bu tür bir planlarının olmadığını açıklamıştır” değerlendirmesini yapmaktadır. Tabii NATO’yu tedirgin eden bir diğer gelişme, Libya ile Rusya arasında 140 milyar dolar tutarında, bedeli petrol ile ödenecek ve S300 hava savunma sistemlerini de kapsayan bir silah anlaşmasının yapılmış olmasıdır.
NATO’nun, Rusya’nın denizlerde tekrar varlık göstermesinden çok rahatsız olduğu bir sır değildir. Bir devletin dünya denizlerinde etkili olabilmesi yaygın bir deniz üssü ağına sahip olmasına bağlıdır. Moskova’nın Akdeniz ve Hint Okyanusu’nda etkin olma girişiminin şimdilik önü kesilmiş görünmektedir. Nisan 2012’de Uzakdoğu’nun açık sularında başlayan Rus-Çin büyük deniz tatbikatına bir de bu açıdan bakmakta fayda vardır.