Rota Yeniden Oluşturuluyor: Ümit Özdağ’ın Yeni Partisi

Rota Yeniden Oluşturuluyor: Ümit Özdağ'ın Yeni Partisi

Tanıl Bora, Birikim’de yayımlanan İki MHP yazısında MHP’nin üst yönetimi ve yeni yeni genişlettiği modern/şehirli tabanı ile; İslami hassasiyetlere çok daha önem veren taşralı tabanı arasındaki bir gerilime dikkat çekiyor. Yazının devamında  “İslamcıların en millici, ülkücülerin en ‘mukaddesatçı’ olduğu” iddiasıyla MHP’nin kalesi olarak Orta Anadolu gösteriliyor. Bir başka coğrafyada, Akdeniz – Ege – Trakya’da, ise Kürt göçü ile birlikte milliyetçi hassasiyetleri artan bir topluluktan bahsediliyor. Mesela bu topluluğun Heavy Metalciliğiyle milliyetçi kimliğini, modern giysileriyle bozkurtlu kolyesini bir arada sergileyebildiğini söylüyor.

 

MHP içindeki iki farklı milliyetçi tip arasındaki bahsettiğimiz gerilimin 1992’deki BBP kopuşuyla biter gibi olduğunu, çünkü İslami hassasiyetleri olanların Milliyetçi Hareket Partisi’nden Muhsin Yazıcıoğlu’yla birlikte ayrıldığını düşünenler olacaktır ancak – ileride İyi Parti örneğinde de göreceğimiz üzere – yoğun duygusal bağlar kurulan üç hilalli MHP’den kopmak hiçbir zaman kolay olmamıştır.  Ayrılık hareketinin başını çeken kişi; Alparslan Türkeş’ göre daha ulaşılır olan, ülkücüler için cezaevi arkadaşı, gençlik lideri sayılan Muhsin Yazıcıoğlu bile. Zaten, Tanıl Bora’nın yazısı da 1994 Nisanı’nda yayımlanmıştır

 

***

 

İki MHP’yi hep hissetmişimdir. Ülkücüyüm diyen, aynı partiye oy veren, duygudaşlığı yoğun ama bir o kadar farklılıkları olan iki grubun “ittifakı” belirgindir. Daha somut olarak ifade etmek istersek mitinglere mavi zeminli kurtbaşlı bayrakla giden bir taraf ile yeşil zeminli üç hilalli bayrakla katılan diğer taraf. (İttifak kelimesini özellikle zikrediyorum çünkü her partiye aslında çeşitli gruplar arasında bir ittifak niteliği taşıyan yapı olarak bakmanın partiler arası ittifaklara daha aklıselim bakmamıza yarayacağını düşünüyorum.)

 

Yeşil zeminli üç hilalin altında buluşanlar, Alparslan Türkeş’in “Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur. Ruhsuz beden ceset olur.” gibi sözlerine atıf yapıyor ve Seyyid Ahmed Arvasi, Necip Fazıl Kısakürek gibi isimlerin retoriğinden besleniyordu. Bu grup Kemalizm’den tiksiniyor, kökünün dışarıda olduğunu düşünüyordu. Kemalizm bu topluluk için Türk milletine kültürünü yani İslamiyet’i unutturan bir ideoloji-din gibi görülmesi gereken bir “-izm”di. Hatta ipin ucunu iyice kaçırıp “Kemalizm Türkleri, PKK ise Kürtleri İslamiyet’ten uzaklaştırıyor.” diyerek PKK ile Kemalizm’i bir tuttuğunu belirtenler dahi olduğunu hatırlıyorum. Şimdi bu grubun “yeni yetme ülkücü” olduğunu düşündüğü ve hakikaten de gençlerin oranının daha yüksek olduğu diğer kanada geçelim.

 

AKP iktidarı Fethullahçılarla işbirliğinin ardından PKK ile de yakınlaşmaya başlamıştır. AKP, PKK ile de yakınlaşmasına İslamiyet üzerinden meşruiyet kazandırmak istemiş, Fethullahçılarla bir olarak ortak düşman olarak Kemalizm’i seçmiş ve bugüne kadar yaşanan Türk-Kürt gerginliğinin büyük kısmının “suçunu” Atatürkçülüğe atmıştır. Her ne kadar ülkücü milliyetçiliğin kodları doğrudan Atatürk’e-Kemalizm’e dayanmasa da memleketin genel iklimi ülkücü gençlikte milliyetçilik damarının bir başka kabarmasına sebep olmuş ve ülkücü gençlik Atatürk’e olan bağlılık sınavını geçmiştir. Dönemin yayınlarında bu durumun, AKP’ye yakın gazeteci-köşe yazarlarınca “MHP ulusalcılaşıyor mu?”, “Ülkücüler Kemalistleşiyor mu?”, “MHP, CHP’lileşiyor mu?” benzeri başlıklarla eleştirilmesi bizlere MHP’nin üst yönetiminde de ulusalcılarla benzeşen tavrın hakim olduğu çıkarımını yaptırabilir.

 

Hatta bu durum bugün Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Başkanı olan CHP’li Mansur Yavaş’ın dahi dikkatinden kaçmamıştır. Devlet Bahçeli’ye yazdığı, kendi internet sitesinde yayımladığı -internete erişim görece düşük olduğu için- halkın ekserisine Cihan Haber Ajansı ile ulaşan mektupta, MHP’nin CHP’yle özdeş parti olduğu  “suçlamalarına” çanak tutan politikalar sergilediğini;  ülkücü kitlelerin, Yalçın Küçük’ün teşekkürüne mazhar olmayı milliyetçi-muhafazakar insanımızın beklentilerine tercih eden anlayışı içine sindiremediğini, MHP’nin batı-güney sahillerine sıkışan bir parti olduğunu iddia etmiştir. Mansur Yavaş isim vermeden, örtülü şekilde, Ümit Özdağ’ın partideki varlığından duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş, davası devam eden Engin Alan’ın ön plana çıkarılmasını eleştirmiştir. Son olarak da “CHP’lileşme” algısını giderecek, ülkücülüğe özgün siyaset anlayışına tekrar kavuşulmasını ümit ediyorum.” diyerek talebini MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye sunmuştur.

 

***

 

Gecikmesini açılım sürecine karşı birlik-beraberlik ihtiyacına yorduğum, iki MHP’nin kopuşunun vakti olan, Bahçeli’ye karşı Akşener – Aydın – Özdağ – Oğan’ın bayrak açtığı zamanlara geçelim. MHP’nin kendini yazının başında detaylı ele aldığımız kasabalı Türk-İslam anlayışına hapsettiğini söylemeden olmaz. Ancak MHP’ye uzunca değinmek istemediğim pek çok kişinin mâlumu, anlatılırsa epey uzun sürecek olayları es geçerek doğrudan İyi Parti’nin kuruluşuna geçmek istiyorum.

 

İyi Parti kurulduğunda kurmayları, partilerinin “merkez-milli merkez” de konumlandığını söylüyor, ideoloji partisi olmamakla övünüyordu. Fakat şunu görmek gerekir ki; ideolojinin yokluğunda insanlar çok daha saçma saiklerle kümeleşiyor, hizipleşiyor. Hemşehricilik, mezhepçilik, evvelden tanışmacılık, şahsi menfaatlerin kesişmesi üzerine kurulmuş kümeler boy gösteriyor. Böyle örgütlerin halka bir faydası dokunur mu?

 

Tabii ki “yeni bir MHP” görüntüsü oluşturmak yerine yeni bir hüviyetle siyaset sahasına girmek daha mantıklıdır. Fakat tabanın talep ettiği modern milliyetçilik, çok kısa süreliğine gençlik kollarının bizzat yer aldığı işler dışında, kendini gösteremedi. Mesela “Yüzünü Güneşe Dön” seçim şarkısı gençlik kollarının yaptığı çok iyi bir işti fakat sonradan ne gençlik kolları başkanının sürekliliği ne de gençlik kollarının kurumsallığı sağlanabildi.

 

Partiden beklentim, yazının başında kısaca değindiğimiz modern milliyetçilere alan açması ve yeni yüzlerin halkla tanıştırılmasını sağlamaktı ama böyle olmadı. Modern milliyetçilerin çoğu küstü, tutunamadı, istenmedi. İyi Parti,  -şehirli olmayan- Büyük Birlik Partisi’nde yıllarca siyaset yapmış, camiasında tanınan ama Türkiye’nin tanımadığı Yavuz Ağıralioğlu’nu meşhur etti. İyi Parti, merkez sağcı Demokrat Parti’nin Genel Başkanını meclise soktu. Açılım sürecini destekleyen Salim Ensarioğlu’nu partide tuttu. Ancak seküler – modern Türk milliyetçilerini halkla buluşturamadı, hatta ve hatta gözden çıkarmaktan dahi çekinmedi. Hâliyle bu tavırlar aklıma 2002 model AKP’yi getirmişti. Hikâyeleri de benzerdir. Ortak noktaları köklü gelenek partilerinde yenilikçi bir hareket başlatmak ve nihayetinde yeni parti teşekkülüdür.

***

 

İyi Parti’nin iki milletvekili, Ümit Özdağ ve İsmail Koncuk, çeşitli sebeplerle partiden ayrılıp yeni bir parti kurma kararı aldı. Ayrılık tartışmalarını başta dar bir pencereden -Buğra Kavuncu meselesinden- seyrettik. AKP için de kullanışlı bir mesele olunca, havuz medyası Ümit Özdağ’ın söylemlerine bol miktarda yer verdi. Hakkını teslim etmek gerek Ümit Özdağ bu kanallarda iktidara karşı da çok sert söylemlerde bulundu ama parlatılan kısım İyi Parti’nin FETÖ’cü olduğu iddia edilen il başkanıyla ilgili oldu. Havuz medyasında geniş yer kaplayan, bu dar alana sıkışmış tartışmalardan Özdağ ve Koncuk nasibini aldı. İyi Partililer biri AKP’ye biri MHP’ye geçen yani doğrudan Cumhur İttifakı’na katılan milletvekillerine vermedikleri tepkiyi sırf CNN Türk’te konuştu diye -sanki Halk TV çağırdı da gitmedi- Özdağ’a verdiler. AKP’lilerin memleketteki her olumsuzluğu “dış güçlerin oyunu” olarak lanse etmesi gibi, İyi Partililer de partilerindeki her iyi gitmeyen işi Erdoğan’ın oyunu olarak görüyor. Bunun siyaseti yorumlamanın sakat bir tarzı olduğunu belirtmeliyiz.

 

Tartışmaların bu dar alandan sıyrılıp genişlemesinden ve Ümit Özdağ’ın pek çok politik soruna dair görüş belirtmesinden memnunum. Çünkü bir zamanlar İyi Parti’ye sempati duyup da şimdi İyi Parti’yi sevmeyenlerin asıl hoşlanmadığı mesele, havuz medyasının öne çıkardığı mesele değil.

 

Bir de Kavuncu meselesi, en çok, köşelerinde onu bunu Amerikancı, CIA ajanı ilan edenleri sevindirdi. Bu gibi suçlamalara yarın bir gün Ümit Özdağ da maruz kalabilir. Unutmamalıyız ki geçmişte Özdağ’a CIA ajanı diyenler,  “Pentagon Ümit” lakabı takanlar bu kişilerdi. Zaten, bu Avrasyacıların gözünde Çin’le ilişkileri iyi tutalım diyen stratejist, NATO’da haklarımızı daha iyi koruyabiliriz diyen hemen ajan falan oluyor. Yani bunlar tarafından Amerikancı ilan edilmek için Şehriyar’ın şiirinde anlattığı gibi Çin, Rusya ve İran’la, Türkiye’nin yoldaş olmasını istememek yeterli: “Gurt gurtnan dolaşır, itler it inen, / Gurt şikarnan doyar, itler küt inen, / Yanaşmanın goynu dolar pit inen / Heç elden özgeye gardaş olar mı? / Fars, Çin, Urustan yoldaş olar mı?”

 

Neyse ki Doğu Türkistanlıları PKK ile bir tutan, İstanbul Sözleşmesi’ne sırf Avrupa Konseyi’nin sözleşmesi olduğu için karşı çıkan, diktatör Doğu rejimlerinin sempatizanlarına pek de prim verilmemiş, gerekli mesajlar verilmiştir. Bu mesajlar şunlardır:

 

1-Ümit Özdağ’ın başkanı olduğu 21. YY Türkiye Enstitüsü’ne Doğu Türkistan bayrağının çekilmesi ve Özdağ’ın medyası diyebileceğimiz Haberiniz.com.tr’nin Doğu Türkistan için bülten hazırlaması

 

2-tv100’de İstanbul Sözleşmesi’ni savunan “Kadın cinayetleri için anıt dikmemiz gerekirken ve kadın cinayetlerine yönelik daha etkili önlemler almamız gerekirken biz İstanbul Sözleşmesi hedef alınıyor.” beyanı

 

3-Celal Eren Çelik’in Youtube kanalındaki “Türkiye’nin menfaatlerini NATO’da kalarak daha iyi savunabileceğimizi düşünüyoruz. NATO’da kalacağız ama NATO içerisinde Türkiye’nin haklarını çok daha keskin biçimde savunacağız.” sözleri.

 

***

 

Ümit Özdağ’ın yeni partisinden beklentim -ki bu potansiyeli görüyorum- modern Türk milliyetçiliğini temsil eden, başkalarının hassasiyetlerinden çok kendi hassasiyetlerine göre iletişim dili kuran ve yeni yüzlere fırsat veren bir parti olması. Etki gücü aldığı oy oranından çok daha yüksek, siyaseti domine eden bir parti olması. Tıpkı Türkiye İşçi Partisi gibi, çok dalga geçilse de Vatan Partisi gibi.

 

Aklıma bir gazetecinin Ümit Özdağ için yaptığı, olumsuz eleştiri olarak sunduğu yorum geliyor: “Ümit Özdağ İyi Parti’nin bir fikir kulübü gibi olmasını istiyordu”. Evet, ben de böyle bir parti olsun istiyorum bu kez. Bu parti herkesi ama herkesi kapsayan bir parti olmasın. Bu parti gerçek siyasetten anlamayıp da ağzı laf yapan, retorik bağımlısı siyasetçilerin partisi olmasın.  Bu siyasi teşekkül popülist olmayan; Türkiye için somut projeler, stratejiler geliştiren siyasetçilerin partisi olsun. “Dernekler-vakıflar aracılığıyla siyasete yön veren işler yapılamaz mı?” sorusu çıkıyor hep. Hayır, etkili olmuyor. Halkın gözünde falanca siyasi partinin ilçe başkanının sözü birçok derneğin genel başkanlarından daha etkili. Siyasi arenada doğrudan aktör olmadıkça kıymetiniz hep düşük kalacaktır. Halkımız soyut düşünemiyor, dolayısıyla tabela partisi diye küçümsememek lazım. Seçimlere girebilmeye hak kazanmak için 41 ilde ve 41 ilin birkaç ilçesinde örgütlenmek, tabelayı asmak gerekiyor. Bu küçümsenmeyecek, hele hele seçim zamanlarında çok daha önemli hale gelen bir güçtür.

 

 

Bu konuda yeni partide dikkat edilmesi gereken bir husus da şu: İyi Parti’nin tersine Ayasofya’da, son meselemiz Emekli Amiraller Bildirisi’nde Cumhur İttifakı’nın suyuna gitmeyen net tavırlar beklerken mesela Suriyeliler konusunda çok uç noktalara savrulabilir. Şu anda Suriyeli meselesinde Ümit Özdağ’ın gerekçeleri mantıklı, tutarlı, akla yatkın olsa da ileride parti teşkilatından birinin “salt yabancı düşmanlığı” üzerine kurulu sağ duyusuz olası bir söylemi mücadeleye gölge düşürür, partiyi zedeler. Yeni partinin tabanı buna çok müsaittir, dikkat edilmeli.

 

***

 

Ne yazık ki bu memlekette en çok oy, ittifak tartışmaları önemseniyor, rağbet görüyor. Bu yüzden sona bıraktım.

 

Ümit Özdağ’ın partisinin tüm bu olanlardan sonra sarı muhalefet olarak gördüğü CHP ve İyi Parti’yle ittifak yapması olası görünmüyor. İki tarafın da istemeyeceği bir birliktelik olarak karşımıza çıkıyor.  Bu durumda yeni parti baraj sorunuyla karşı karşıya kalacaktır. Belki de bağımsız adaylarla seçime girme formülünü deneyecektir. Bağımsız adaylarla seçime girmek parti logosunu oy pusulasına taşıyamamak demek olduğundan büyük dezavantajlar barındırıyor. Mesela seçmen, parti vekilleri arasından ayrı bir seçim yapacağı, bağımsız adaylar arasından da ayrı bir seçim yapacağı gibi yanlış bir düşünce tarzı geliştirmiş. Bu tip seçmen, iki mühürlü oy pusulasıyla oyunu hiç etmekten başka bir şey yapmıyor.

 

Burada, aklıma ilk gelen sıfır baraj ittifakı oluyor. İlkin CHP’nin ortaya attığı, siyasi programın birlikteliğini esas almadan sadece baraj altı durumunu engellemek üzerine kurulu bu ittifakta yer alınabilir. Bu ittifakta Gelecek Partisi’nin, Deva Partisi’nin yer alacağı konuşuluyordu. Bu durumda Ümit Özdağ’ın yanı sıra Muharrem İnce’nin de “Eski AKP’lilere yer var, bize yer yok mu?” kozunu oynayarak “Sıfır Baraj İttifakı”nda yer alması iyi olur.

 

Oy bölme endişesi yersiz bir endişedir. Bir parti cumhur ittifakına katılsa dahi tabanı son noktada, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Erdoğan’a oy vermezse muhalefet cephesinin hiçbir kaybı olmayacaktır. Aksine yeni partiler sandığa gitmek istemeyen, muhalefetten memnun olmayan, “kararsız partisi” nin üyeleri için alan açacak, muhalefet cephesini genişletecektir. Millet ittifakının asıl korkusu olsa olsa iktidarın yönelttiği eleştirilerin, mahalle maçında yaptığımız “Adamınız faul diyor” türünden yeni partinin argümanlarıyla desteklenmesi olur. E millet ittifakı hep iktidarın hassasiyetlerini dikkate alacak değil ya, biraz da kendi kitlesine kulak versin. Kaldı ki Özdağ’ın da İnce’nin de cumhur ittifakına katılma ihtimali yok denecek kadar az. Özdağ Cumhur İttifakından dahi, özellikle MHP’den oy çekerek muhalefet blokunu genişletebilir.

 

Yazar: Alperen İnce

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!