Mübarek Ramazan ayında yolumuz ecdat yadigârı Rodos Adası’na düştü. Hani kıyılarımıza bir saat mesafede şimdi Yunanistan’ın hükümranlığındaki ata toprağı Rodos’a…
Rodos’un Türk toprağı olduğunu hatırlayan şimdilerde kalmadı gibi. Oysa 100 yıl önce 1912’de İtalyanların eline geçerken ada da yüz binin üzerinde Türk yaşıyordu. Ada 1947’de bizim gereğini yapmamız üzerine İtalya’dan Yunanistan’a devredilirken elli beş binin üzerinde Türk, Rodos’taydı. Şimdi adada azami olarak dört bin civarında Türk yaşıyor. Adadaki Türk varlığı sebebiyle, Lozan Anlaşması’ndan kaynaklı olarak Türkiye’nin burada bir başkonsolosluğu var. Ve Batı Trakya Türkleri buraya seçilmiş müftülerini ve din adamlarını gönderiyor.
Yetmiş bir yaşındaki Kahveci Süleyman Ağbi’ye göre Türk sayısı her geçen gün düşüyor. Çünkü Rodos’ta Türk olarak yaşamanın bedeli, çok ağır. Onun anlatımına göre, hastaneye düştüklerinde kimliklerinde Türk ismini gören doktorlar bile Hipokrat yeminini unutarak hakaret dolu bağırmalara başlıyormuş. İsim ve din değiştirmeler almış başını gidiyor.
Can korkusu ve baskılar nedeni ile malını değerinde satabilen, kapağı anavatana veya dünyanın her hangi bir köşesine atmaya çalışıyor. Yaşanmış bin türlü gerçek hikâye var. Rodos’taki Türk varlığından habersiz olan bizim için, bunlar umurumuzda bile değil…
Rodos’a teknemiz yanaşırken bizi kale içindeki camilerin minareleri karşılıyor. Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar ilahi kudret, İslam’ı dolayısıyla Türklüğü adadan silmelerine engel olmuş.
Rodos, uzunluğu 74, en geniş yeri ise 5 kilometreye ulaşan büyük bir ada. Ben iki gün kalarak merkezde bulunan Türk eserlerini görmeye ve Türklerle konuşmaya çalıştım…
Ayakta kalan camiler arasında İbrahim Paşa Camii ibadete açık. Kapısında gülünecek şekilde Bizans eseri olduğu yazılı olan ve Yunanlılar tarafından kapalı tutulan Süleymaniye Camii ise muhteşem bir mimari eser… Böyle bir mimaride cami, daha evvel görmemiştim.
İbrahim Paşa Camii’nin kapısını sessizce açınca, defalarca göz yaşı akıtmamıza sebep olan hadiselerden biri ile karşılaşıyoruz. Rodos İmamımız İlter Meço dahil olmak üzere toplam yedi kişiden oluşan cemaat mukabele ile hatim indiriyor. Kur’an öyle güzel okuyorlar ki; sanki ecdatın aziz ruhları caminin içine doluşmuş, onlarda dinliyor. Hepsi orada, hissediyorsunuz. Hep birlikte ikindi namazını kılıyor ve kucaklaşıyoruz. Namaz sonrası Batı Trakyalı cami görevlisi Hasan Karaali kapıya kilit vuruyor. İmam İlter Meço beni yeni kurulan Rodos Müslümanları Derneği’ne davet ediyor ama ben müsaade istiyorum. Çünkü gözüm diğer Türk eserlerinde kalmış durumda…
Şimdi biraz daha, Türk milletinin aziz evlatlarına sitemde bulunayım. Benim adada olduğum ilk gün, bir Türk turizm şirketine ait bir gemi, bin civarında Türk’ü adaya getirdi. Camiye uğrayan Türk sayısı iki üçü geçmedi. Yine Türkler için abide bir eser olan Murat Reis Külliyesi’ne giden de yok. Oysa bu eserler, Türklerin cirit attığı yerlere kırk elli metre mesafede. Onlar adanın bir Türk adası olduğunu bilmiyor. Türk Milleti’nin içinde bulunduğu yüksek boyuttaki gafleti, bu seyahatte bir kez daha görüyoruz. Tüm amaçları Yunan Rodos’una geldik, denize girdik, arkeolojik kalıntılarda resim çektirdik , alışveriş yaptık diyebilmek…. Bilgisizliğin getirdiği, ruhsuzluk ve düşüncesizlik, bizi birçok insani hasletten de uzak düşürmüş. Ne acı !!!
Aynı sitemi bin bir güçlükle ayakta kalmaya çalışan, Kahveci Süleyman Ağbi’de yaptı. Turist Türklerin tamamı kahvesinin önünden geçmiş ama içeri girip oturan bile olmamış. Süleyman Ağbi nereden bilsin onların Yunan Kahvesini merak ettiklerini! Kızıyor kapatacağım diyor… “Aman sakın yapma” diye adeta yalvarıyorum.
Esas yürek acısını, Osmanlı Donanması’nın Akdeniz’e çıkarken, anısına toplarını ateşledikleri rivayet edilen Murat Reis’in Külliyesinde yaşadık. Külliyenin 55 yıllık bakıcısı, 82 yaşındaki Şaban Amca bize hem İtalyanların hem de Yunanlıların yaptıklarını anlattı. Murat Reis Camii kapalı ama harika bir eser. Hele minaresinin ucundaki hilalin içine yerleştirilmiş olan yıldız muhteşem duruyor. Murat Reis’in türbesine girince gördüğümüz güzellikten, öleceğiz zannettik. Murat Reis’in sandukası bir ay yıldızlı sancakla kaplı. Ellerimizi semaya açtık, gözyaşları içinde, Allah’a bu sancağın yeniden Rodos semalarında dalgalanması, niyazında bulunduk. Kendimize, Şaban Amca’nın sırtımızı sıvazlayarak ve duygulanarak “sen gerçek Türk’sün” demesi ile geldik. Evet, Cenab-ı Allah’ın bana verdiği en büyük paye, Müslüman ve Türk olarak dünyaya gelmem. Bir kez daha şükür ettim.
Ben külliyeyi ziyaret ederken, Rodoslu Müslüman bir Türk aile de türbeyi ziyarete geldi. Orada onlarla yaptığım sohbette, Murat Reis’in sadece bir asker değil aynı zamanda bir Allah dostu olarak kabul gördüğünü anladım. İssa bey, hanımı Sebiha ve çocukları Nermin ile Galip’i alarak adakları kabul olduğu için türbeyi ziyarete gelmişlerdi. Onlardan dinlediklerim de içimi burktu.
Heybeliada Ruhban Okulu’nu açanlara, dinler arası diyalogçulara ve misyoner muhiplerine duyurulur; Rodos’ta Türk okulları 1974’de Kıbrıs Barış Harekâtı öncesinden beri kapalı. Türk çocukları yasal hakları olduğu halde dillerini öğrenemiyorlar. Yaşlılarla yaptığım sohbetlerde yüzde kırk civarında Türk çocuğunun Türkçe bilmediğini söylediler. Bazı aileler işi sıkı tutmuş ve çocuklarına Türkçeyi unutmamaları konusunda destek olmuşlar. Hele bir ihtiyarın 600 yıllık Rodoslu Türk olduğunu gururla söylemesi bana Türkiye’deki içine düştüğümüz zavallılığı hissettirdi. Türkiye’de, Anayasa’dan Türklüğü çıkartmaya çalıştıklarını ve bizimde buna ses çıkartmadığımızı, bu Rodoslu ihtiyar Türk bilse, yüzüme ne yapardı düşünmek bile istemiyorum.
Türklerin Rodos’ta son yüz yıldır yaşadıkları, günümüzde Türkiye’de yaşadığımız olaylar açısından bir labarotuvar olacak şekildedir. Rodos’ta geçen yüz yıllık süreçte yaşananlar gibi bu gün Türkiye’de yaşadıklarımız gaflet, dalalet ve işbirlikçi ihanet içermektedir. Rodos ‘un bu konuda önde olmasının sebebi, sonucun Rodoslu Müslüman Türkler için zuhur etmesidir. Eğer Türk Milleti böyle yaşamaya ve davranmaya devam ederse sonu Rodos ve Rodoslu Türkler gibi olacaktır.
Bize düşen ilk iş; Rodos’un ve Rodos’taki Türklerin durumuna düşmemek için gereken tedbirleri almak ve işe ilk önce kendi topraklarımızdaki hükümranlık hakkımızı korumaktan başlamaktır. İkinci yapılacak iş; burnumuzun dibindeki Rodos başta olmak üzere İstanköy, Girit, Midilli, Sakız gibi Anadolu’muza yapışık adalar ile Batı Trakya ve tüm Yunanistan’daki Türk ve Müslümanların yardımına koşmak, onlara ilgi göstermek, haklı davalarını uluslararası platformlara taşımak ve bunları yapmadan önce de onların varlığını öğrenmektir…
Rodos’u önce 1912’de önce İtalya’na sonra da 1947’de Yunan’a teslim etmekte gafleti ve ihaneti bulunanları Allah’a havale ediyor, iki cihanda ellerimin yakalarında olduğunu belirtiyor ve hepinizi Rodoslu Müslüman Türklerle kucaklaşmaya ve Rodos’ta yaşananlar üzerinden ülkemizde yaşananları tefekkür etmeye davet ediyorum.
Allah, Rodoslu Müslüman Türklerin yardımcısı olsun ve Rodos’ta Türk varlığı ebediyen yaşasın…